Forum

BİR HALK KAHRAMANININ ANILARI

6 Gönderi
2 Üyeler
0 Reactions
1,733 Görüntüleme
(@seyyahdergi)
Gönderi: 10
Başlığı açan
 

Koğuşun kapısı gıcırdayarak açıldığında o an içeride bulunan tüm kader mahkumları dikkat kesildi. Akşamın bu saattinde yoklama yapılmazdı. Acaba ani bir arama mı yapılacaktı. Torbacı Hido, telaşla elindeki bin küsur sayfalık tek cilt mesneviyi saklayacak uygun bir yer aramaya koyuldu. Fırt ismail kalite kontrol amaçlı ağzına götürmekte olduğu viski şişesini neresine sokacağını şaşırdı. Pornocu Ferit zulasındaki dergileri bir an halının altına mı yoksa dolabın arkasına mı saklayacağını düşündükten sonra son karar olaraktan yaz mevsimi olduğu için yanmayan sobanın içinde karar kıldı. Fakat bu bir ani arama operasyonu değildi. Gardiyan kolundan tutarak eşlik ettiği uzun boylu, dazlak kafalı bir adamı koğuştan içeri soktu ve "hadi geçmiş olsun" diyerek tekrar dışarı çıktı ve kapıyı mahkumların üstüne kapadı. Anlaşılan o ki bu bir koğuşa yeni mahkum transferiydi ve arama yapılmayacaktı. Bütün koğuş derin bir rahatlama içerisinde oraya buraya sokuşturdukları araç gereçleri tekrar gün yüzüne çıkarttılar.

Yeni mahkum elinde bavuluyla koğuşun tam ortasına geçip yalı kazığı gibi dikilerek, şöyle bir etrafındakilere baktı. Uzun boylu, dazlak kafalı bu yeni mahkumun adı Ş.C. idi. Öykümüz boyunca kendisinden Bay Ş.C. diye söz edeceğiz. Evet bay Ş.C. koğuşun tam ortasında dimdik ayakta duruyor ve şahin bakışlarıyla etrafındaki insanları süzüyordu. Derken, arka taraftan daha ilk
bakışta saygın bir kişi olduğu belli olan bir zaat kendisine seslendi.

"Şişşt. Ne bakınıyon? Gel bakayım sen buraya gel."

Bay Ş.C. kendisine eliyle gel gel işareti yapan zaatı fark etmiş ve çağırıldığı muhite doğru ilerlemeye başlamıştı. Düşüncesine göre bu adam karşılama komitesi başkanıydı ve kendisine hoş geldin temennilerini iletmek için görevlendirilmişti.

"Buyur birader beni mi çağırdın?"

"Ne ayaksın lan sen? Ne geziniyon öyle ortalıkta sap gibi?"

"Ben biraz önce sizinde gördüğünüz üzere buraya yeni geldim. Fakat sizi bilgilendirmek isterim ki, burada uzun süre kalmayacağım. Üç ay kadar takılıp gideceğim."

"Lan yeni geldiysen önce büyüklerinin elini öpeceksin ayı. Sap gibi dolaşmıyacaksın."

Bay Ş.C. yüzünde düşünceli bir ifadeyle öylece durmuş karşısında ki adamın söylediklerini tartıyor bu cümlelere bir anlam vermeye çalışıyordu. Sonunda adamın ne demek istediğini iyice bir kavradı "demek burada adet böyleymiş" diyerek adama öpmesi için elini uzattı. Karşısında ki adam bu manzara karşısında birden afalladı.

"O ne lan. İndir ulan elini. Sen benim elimi öpeceksin."

Bay Ş.C. bu cümle karşısında hiç istifini bozmadı. Sağ elini havaya kaldırdı ve baş parmağıyla orta parmağını parmak şıklatma hareketi için hazır konuma getirdi. Birazdan bu parmaklar şıklayacak ve bu işaretinin hemen ardında da bu kendini bilmez adam "teşkilatın" bu koğuşa önceden yerleştirdiği mahkum kılığında ki ajanlar tarafından linç edilecekti. Fakat bay Ş.C. birden durdu. Bu zavallı adamı burada bir emriyle linç ettirirse o zaman kimliği ifşa olacaktı ve operasyon da daha başlamadan bitecekti. Hem belki de bu adam "teşkilatın" bu koğuşa kendisini koruması için yerleştirdiği gizli ajanlardan biriydi ve sırf kimliği deşifre olmasın diye kendisine böyle davranıyordu.

Bay Ş.C. sonradan adının Coşkun olduğunu öğrendiği bu adama "anladım anladım" dercesine anlamlı bir şekilde göz kırptı ve sonrada elini öptü. Coşkun Ağa halinden memnun bir ifadeyle:

"Ha şöyle. Şimdi bak şu köşede bir eleman var gördün mü?"

"Evet."

"Hah, gidip ona beni ağa gönderdi de, sana yer göstersin."

"Peki ağacığım, teşekkür ederim."

Bay Ş.C. kendisine gösterilen elemana doğru kararlı ve ağır adımlarla ilerliyor, kendisine ağırbaşlı ve elit bir görüntü vermek için adımlarını ölçerek ve adeta sayarak atıyordu.

"İyi günler beyfendi ben yeni geldim. Beni ağa lakaplı bey size yönlendirdi. Bana yer gösterecekmişsiniz. Mümkünse ranzam bulunduğu konum itibari ile koğuşa hakim bir mevkide olsun."

"Kes lan traş yapma. Gel benimle."

Bay Ş.C. beyfendinin "traş yapma" derken ne demek istediğini düşünerek yürümeye başladı. Acaba "kısa bir süre için burada kalacağınız için traş olmanıza gerek yok" mu demek istemişti. Bay Ş.C. bu fikir üzerinde biraz düşündü. Evet, sonunda anlamıştı. Bu koğuşta "HİŞİT" örgütünün mücahitleri bulunuyordu ve bu örgüt elemanlarının arasına sızabilmesi için tıpkı onlar gibi saçı sakalına karışmış bir görünüm içinde olması kendisine avantaj sağlayacaktı. Sonunda takip ettiği eleman örümcek ağlarıyla kaplı eski bir ranzanın önünde durunca oda durdu.

"Geç bakalım işte bu ranza senin."

"Teşekkür ederim beyfendi. Yanlız elinize bir kova ve bez alıp şu ranzayı güzelce bir temizlerseniz memnun olurum. Ayrıca bu ranzanın şiltesi çok eskimiş yeni bir şilteyle değiştirilsin. Ranzanın yanında ki duvarada bir Bop Marley portresi koyarsanız çok iyi olur. Yanlız Bop Marley'in resmi o ot çekerken görüntülendiği resimlerden olmasın, millet yanlış anlayabilir, onun yerine gitar çalarken veya ders çalışırken çekilmiş bir resmi olsun."

"Oldu, başka bi emrin?"

"Birde bavulumda bu kısa dinlenme sürecim boyunca okumak için getirdiğim bir takım kitaplar var ve bunlar için bir kitaplığa ihtiyacım var. Nereden temin edebilirim acaba? Düşündüm de ne de olsa sizde binim gibi okumuş mürekkep yalamış ve benim gibi buraya, düşünce suçu nedeniyle gönderilmiş bir insansınız. Bu yüzden böyle şeylerin nereden ve nasıl temin edileceğini bilirsiniz."

"Ne düşünce suçlusu lan. Ben tecavüz nedeniyle buradayım."

"Heh heh. Çok şakacısınız. Fakat güzel bir ironiydi doğrusu. Cahil, örümcek kafalı ve yeni bir bilgiye değişik bir görüşe kapılarını kapayanların o kapılarını zorlayarak açıp o örümcek ağıyla dolu beyinciklerinin içini bilgi ışığıyla doldurarak, tecavüzde bulundunuz demek. Hımm, gerçektende güzel bir metafor."

Bay Ş.C. nin karşısındaki beyfendi öylece durmuş düşünceli bir ifadeyle kafasını kaşıdıktan sonra:

"Haa, tamam ya. Bak ben senin derdini şimdi anladım. Tabi uzun süre kullanmayınca böyle yan etkileri olur bu meredin. Bak şimdi sen kitaplık arıyordun değil mi? Ahana, şu köşede ranzasında oturan top sakallı adamı gördün mü, biz ona Torbacı Hido deriz, burada o tür işlerle o ilgilenir."

"Teşekür ederim kardeşim."

Bay Ş.C. Torbacı Hido'nun yanına gitti ve kibar bir biçimde maruzatını belirtti.

"İyi günler Hido Bey. Sizde kitaplık varmış doğru mu?"

Torbacı Hido, bir müddet Bay Ş.C. yi süzdükten sonra:

"Kardeş, benim kitap sana kalın gelir var git işine."

"Kitap değil kitaplık."

Torbacı Hido, şaşkınlıktan dana gözü gibi kocaman olmuş gözlerle:

"Kitaplık mı? Nerenle içiyorsun kardeşim sen bu meredi?"

"Beynimle içiyorum."

"Oha, uçmuş lan bu. Zaten bizim koğuşa doğru dürüst birini vermezler ki."

Torbacı hido cebinden çıkarttığı iki santime iki santimlik torbayı Bay Ş.C. ye uzatarak:

"Al bakalım."

"Bu ne ulan. Böyle kitaplık mı olur? Kitaplık dediğin en az bir metre boyunda olacak. Yoksa içine kataplarım sığmaz."

"İşine gelirse, bizde ölçek böyle."

"Bırak şimdi. Hadi çıkar şu kitaplığı da pazarlığımızı yapalım. Fakat dediğim gibi boyu en az bir metre olacak."

"Lan dalga mı geçiyorsun. Zittir git, almayayım şimdi ayamın altına."

"Şişşt, doğru konuş benimle. Sen benim kim olduğumu biliyor musun."

"Lan, alın şu manyağı benim başımdan. Elimden bir kaza çıkacak."

Bay Ş.C. Torbacı Hido'yla yaşadığı kısa süreli itiş kakış ve tartaklaşmanın ardından ranzasına çekildi. Cebinden bir kağıt kalem çıkartarak bu günki olay ve gelişmeleri üst kademedeki görevliye bildirmek üzere raporunu yazmaya başladı.

"Sayın başkanım, öncelikle halinizi hatırınızı sorar iyi olmanızı temenni ederim. Sayın başkanım, bildiğiniz üzere "HİŞİT" adı verilen örgütün içine sızabilmek için bu örgüt elemanlarının bulunduğu koğuşa yerleştirilmiş bulunmaktayım. Lakin ufak bir yanlışlık üzerine buraya, çok afedersiniz bir tecavüzcüyü atmışlar. Bu da sanki yetmemiş gitmiş birde elin torbacısını atmışlar. İnanırmısınız bu heriften kibarca bir şey istedim fakat o bana çıkartıp ot satmaya kalkıştı. Durumun benim için pek sakıncası yok, zira ben bu tür heriflerin dilinden iyi anlarım, fakat "HİŞİT" elemanları bu kişilerle aynı koğuşta bulunduklarını fark ederlerse durumdan işgillenebilirler, zira onların ayrı bir koğuşta bulunması gerekir. Yani ben en azından öyle olması gerektiği düşüncesindeyim.

Birde şöyle bir durum var ki, burada ki örgüt elemanları bana pek bir naif geldiler, bunların daha azılıları yok muyduda beni buraya gönderdiniz. Mümkünse beni "HİŞİT" örgütünün daha üst yöneticilerinin bulunduğu bir koğuşa naklettirin. Size bu konuyu bildirir ve gereğinin yapılmasını rica ederim. Yanaklarınızdan öperim."

İMZA: M. Teşkilatı operasyon kolları başkanı yardımcısı Ş.C.

 
Gönderildi : 09/09/2015 9:36 pm
(@aleste)
Gönderi: 0
 

hikaye desem değil senaryo desem değil nedir ki bu?

oh be 😀

 
Gönderildi : 10/09/2015 10:36 pm
(@seyyahdergi)
Gönderi: 10
Başlığı açan
 

Bu hali hazırda yazmakta olduğum romanımın ilk bölümü, kısmetse her hafta bir bölüm ekleyerek romanımı burada tamamlamayı hedefliyorum.

 
Gönderildi : 11/09/2015 12:24 am
(@seyyahdergi)
Gönderi: 10
Başlığı açan
 

Bay Ş.C. Koğuşta bir duvardan bir duvara yürürken aynı zamanda da fikir cimnastiği yapmaktaydı. Tam iki ay olmasına rağmen yazdığı mektuba cevap alamamıştı. Demek ki başkan çok meşguldü. Zaten şunun şurasında çıkmasına bir ay kalmıştı. Yeni bir mektup yazarak başkanı meşgul etmenin gereği yok diye düşündü. Sonra birden bire irkilerek kendine geldi. Fikir cimnastiğine dalmış ve çok önemli bir işi unutmuştu. Koşarak köşede duran süpürgeyle faraşı kaptı ve çok önemli işini icraya koyuldu.

Coşkun Ağa, Bay Ş.C. yi göz hapsine almış, önemli işi iyi icra edip etmediğini kontrol ediyordu.

"İyi süpür. Bak ranzanın altına izmarit kaçmış. Onuda al."

Bay Ş.C. süpürgeyle ranzanın altını süpürüyor fakat bir türlü izmarite yetişemiyordu. Durumu izlemekte olan Coşkun Ağa'nın asabiyetten kaşları bir aşağı bir yukarı oynamaya başlamıştı. En sonunda hışımla Bay Ş.C. nin yanına geldi ve elinden süpürgeyi kaptı.

"Hay ben senin gibi adamın. Kaldır ranzayı öteye çek."

Bay Ş.C. ranzayı çekiştirmeye başladı fakat ranza yerinden bir türlü oynamıyordu.

"Kıpırdamıyor beyfendi."

"Ulan adam gibi iki elinle tutsana. Hah tut öyle. İt şimdi. Hah bak nasılda gidiyor, öyle işte."

Bay Ş.C. Coşkun Ağa'nın elinden süpürgeyi alıp yerdeki izmariti süpürürken:

"Beyfendi siz insan motive etmesini gerçekten iyi beceriyorsunuz. Dışarı çıkıpta önemli mevkilere geldiğimde sizi kendime danışman yapmayı düşünüyorum."

Bay Ş.C. önce sağa sonra sola bakıp koridorda kimsenin bulunmadığına kanaat getirdikten sonra, usulca hareket ederek yerdeki hortumu eline aldı. Hortum dürüm şeklinde gayet özensizce sarılıp sarmalandığından dolayı ucu neresi başı neresi pek belli olmuyor, bu haliyle kullanıcısını epeyce zorluyacağa benziyordu. Bay Ş.C. hortum yumağını kucağına alarak sessiz fakat hızlı adımlarla karşısında ki kapıya yöneldi. Birilerine görünmeden şu kapının ardına kendini bir atabilseydi..

Bay Ş.C. sonunda amacına ulaşmış ve kimselere görünmeden tuvaletten içeri girmeyi başarmıştı. Saat gecenin ikisi olduğu için içerisi tenhaydı. Aslında bu işi yaparken birilerinin onu görmesinin kendi açısından hiç bir zararı yoktu. Amma velakin bu görüntü teşkilatın itibarı için pek iyi sonuç vermeye bilirdi. Bay Ş.C. teşkilatının istikbalini tehlikeye atamazdı. O yüzden gizliliğe önem veriyordu. İşe ilk önce düğüm düğüm olmuş hortumu çözmekle başladı. Yarım saat gibi kısa bir süre zarfında bu işi hallettikten sonra sıra hortumun bir ucunu musluğu takmaya gelmişti. Tekerleme söyleyerek belirlediği ucu musluğa takmak üzere harekete geçti. Tam hortumu musluğa taktığı esnada bir takım gürültüler işitti ve hızla olduğu yerden fırlayarak kendini tuvaletlerden birinin içine attı ve ardından da kapıyı kapattı.

Bay S.Ç. olduğu yerde çömelmiş bir vaziyette hareketsizce duruyor ve gelenin kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Endişelenmeye başlayan Bay Ş.C. gelen kişinin niyetinin ne olduğunu merak ediyordu. Acaba rakip teşkilatlardan birinin içeriye yerleştirdiği bir ajan mıydı? Belki de içeri giren bu zaat elinde küçük bir kamerayla kendisini tuvalet temizlerken görüntülemenin peşindeydi. Sonrasında bu görüntüleri çeşitli şer odaklarına servis edecek ve bununla teşkilata ve oradanda hükümete şantaj yapacaktı.

Bay Ş.C. bozuntuya vermemeye karar verdi. Sonuçta burası bir tuvaletti ve eğer soran olursa burada bulunma amacı normal bir insan gibi taharet gidermekten ibaretti. Bay Ş.C. birden elinde tuttuğu hortumu fark etti. Hemen elinden yere attı. Pozisyonunu almış bir halde yaklaşan ayak seslerini takip etti. Ayak sesleri yan taraftaki tuvalette son buldu. Kapının kapanma sesini bir foşurtu ve ardından gelen bir poturtu takip etti. Bay Ş.C. rahatlamış bir halde "oh neyse, adamın amacı başkaymış" diye düşündü. Tek yapması gereken adamın işini bitirmesini beklemek, sonra adam gidincede saklandığı yerden çıkıp işine kaldığı yerden devam etmekti.

Bay Ş.C. kırk beş dakikadır beklemesine rağmen adam hala dışarı çıkmamıştı. Bay Ş.C. çömelmiş bir halde bu kadar uzun süre bekleyince ister istemez bir takım düşüncelere dalmış önce hayalinde çocukluğuna gitmiş sonra oradan atlama yapıp yakın tarihe dair bir anıya geçiş yapmıştı. Gözlerinde canlalanan anıya göre o gün günlerden çarşambaydı. Bay Ş.C. parkta bir bankın üstüne oturmuş buluşacağı kişiyi beklemekteydi. Sonunda, beklediği kişiyi yolun sununda o her zaman ki düşünceli ve ağır başlı ifadesiyle kendisine doğru gelirken gördü. Buluşacağı zaat adımlarnı ölçüp biçerek atıyor adeta bir adımıyla diğerinin aynı santimetreye tekabül etmesi için özel bir çaba gösteriyordu.

Bay Ş.C. hemen oturduğu banktan kalkıp bu zaatın yanı başında pozisyonunu alarak kendisine eşlik etti. Zaat hafiften çiselemekte olan yağmuru eliyle şöyle bir tarttıktan sonra "yağmur yağacak galiba" dedi. Bay Ş.C. hemen atıldı:

"Ama tabi biz, İngiliz bilim adamlarının yaptığı araştırmaylada kanıtlandığı gibi koşarak daha fazla ıslanma enayiliğine gitmeyeceğiz, yürürsek daha az ıslanırız."

Yağmurun birden hızlanması üzerine ikili koşar adım üstü kapalı bir mekana doğru ilerlediler. Bay Ş.C. bir yandan koşuyor bir yandan da söyleniyordu.

"Bu İngiliz bilim adamlarıda tam cahilmiş birader. Neymiş koşarsak daha çok ıslanırmışız. Hadi oradan."

İkili tam üstü kapalı bir mekanın yanına geldiklerinde yağmur durdu. Bay Ş.C. başını hayretler içinde sallayarak:

"Bu da neydi şimdi, boşuna mı koştuk."

Zaat yüzünden o eksik olmayan düşünceli ifadesiyle bir süre düşündükten sonra:

"Hayır, boşuna koşmadık. Evren de boş ve nedensiz hiç bir davranış biçimi yoktur. Her hareketin bir nedeni ve amacı vardır. Bizde bu anlamda buraya bir amacı gerçekleştirmek üzere yönlendirilmiş bulunuyoruz. Biz buraya kozmik bir gücün çekim alanına girdiğimiz için gelmiş bulunuyoruz."

Bay, Ş.C. hemen yanlarında bulunan uzunca bir demir direği incelerken bunun bir paratoner olduğunu fark etti ve mühim zaatın kastettiği kinayeyi anladı.
Sonrasında yanında ki zaata dönerek:

"Hazır böyle kozmik bir enerjinin etkisindeyken sizi bir şey sormak istiyorum."

"Hay hay. Hem böylece, böylesine kozmik bir anı, iyi değerlendir miş oluruz."

"Evet, zaten içinde bulunduğumuz kozmik dakikanın etkisiyle bunu size sormayı düşündüm."

"Konu neydi biraderim?"

"Konumuz kız meselesi."

"Nasıl yardım edebilirim bu konuda?"

"Şimdi benim sorum şu. Kişilik sahibi, olgun bir bayanı nasıl fark edip diğerlerinden ayırt ederiz. Yani, çünkü, şimdi bakıyorsunuz ki bir bayan. Diyorsunuz bu bir çiçek, bu bir gül, bu olsa olsa bir krizantem. Yanına gidiyorsunuz, o da ne? Yahu ne gülü ne çiçeği bu bildiğin odun. Üstelik yontulmamışta, kerestehanede şöyle bir hızardan geşmiş o kadar."

"Ama olgun bir erkek bir oduna nasıl davranması gerektiğini bilen, o odundan keman çıkarta bilen erkektir."

"Tamam hocam, işte ben o kemanlık odunu arıyorum. Oysa karşıma çıkan hatun sobalık odun. Bu sobalık odunların içerisinden kemanlık odunu nasıl ayırt edebilirim?"

"Öncelikle aramaktan vaz geçmiyeceksin biraderim. Kabul, arayan herkes aradığını bulamayabilir, ama unutma ki bulanlar sadece arayanlardır."

Bay Ş.C. birden silkindi. Manzara birden tuvalete, dönüştü. Bay Ş.C. önce tuvaletin kapısına sonra yanı başında bulunan taharet musluğuna baktı. İçine girdiği hayal dünyasından çıkmış ve şimdi ki zamana geri dönmüştü.

Birden başını yukarı kaldırdı ve tepesinde parlayan kırk mumluk ampülle yüz yüze geldi. Ampülün ışığı adeta beyninden içeri süzülüyor ve kafasının içindeki düşünce ve fikirleri aydınlatıyordu. Evet zaman hayal kurma zamanı değil di, zaman hayalleri gerçekleştirme zamanıydı.

Bay Ş.C. gerçek dünyada realist bir planın o ilk adımını atmaya hazırlanan adamın mağrur ve ciddi tavrıyla şahlanan bir at gibi ayağa kalktı. Pantolonunu toplayıp atletini pantolonundan içeri soktuktan sonra tuvaletin kapısını açıp dışarı çıktı. Yan tarafta ki tuvaletten hala gelmekte olan foşurtu ve poturtulara aldırış etmeden koğuşun yolunu tuttu.

Bay Ş.C bir taraftan yürüyor bir taraftan düşünüyordu. Halk kitleleri arayış içerisindeydi. Hali hazırda ki siyasi partilerin vizyonlarında aradıklarını bulamayanlar küskün bir edayla aramaktan vaz geçiyor, seçim sandığına gitmiyor veya boş ve geçersiz oy kullanıyor ve adeta kendi kabuklarına çekiliyorlardı. Oysa aradığını bulanlar, hedefine varıp onu kucaklayanlar sadece aramaya devam edenlerdi.

Koğuştan içeri girip hemen kağıda kaleme sarıldı. Bu yeni fikri bir an önce kağıda geçirmek için hızla yazıyor, yazıyordu. Yarım saat sonunda yayınlayacağı bildiri kağıdın üstünde yazılı duruyordu.

 
Gönderildi : 12/09/2015 9:00 pm
(@seyyahdergi)
Gönderi: 10
Başlığı açan
 

Koğuşların bulunduğu merkez binasının koridorunda sıradan bir akşam sayımı sonrasında sıradan bir işlem, sıradan bir şekilde gerçekleşmekteydi. Manzara gayet sıradan dı. Üstlerinde gecelikleri, pijamaları, atletleriyle bir gurup kader mahkumu sıraya girmiş sıradan işin icrası için sıralarının gelmesini bekliyorlardı. Bu kişilerin çoğu günlerdir traş olmamış, saçları sakallarına karışmış altındaki pijamayla üstündeki pijama birbirine uymayan, bazısının atleti pijamasının içinden sarkan kişilerdi. İçlerinden biri paçalı külodunun paçalarını çorabının içine sıkıştırmış, atletinin yana sarkmış kısmını paçalı külodun lastikli kısmına özensizce sıkıştırmış bir vaziyette göbeğini kışıyarak bu sıradan sahneye sıradan bir katkıda bulunuyordu.

Bu sıradan sahneye uymayan tek kişi sıranın en sonunda bulunan sinek kaydı tıraşı ve inek yalamış gibi yana yatırılmış saçlarıyla ( daha doğrusu peruğuyla ) piyasaya yeni çıkan arebesk sanatçılarını andıran üstündeki açık mavinin bir ton açığı takım elbisesiyle ve elinde tuttuğu siyah bond çantanın tezat meydana getirdiği bir adamdı. Açık mavinin bir ton açığı takım elbiseli adam sıranan en sonunda duruyor eğer sonradan sıraya katılan biri olursa ona kibar bir biçimde kendi sırasını teklif ediyor, sıranın sonunda kalmaya ısrar ve kararlılıkla devam ediyordu. Okuyucunun kolaylıkla tahmin ettiği gibi bu kişi Bay Ş.C den başkası değildi. Yazarınız olarak Bay Ş.C. nin bu hale nasıl geldiğini merak ettiğinizi tahmin ediyor ve durumu daha açık bir şekilde kavraya bilmeniz için bu sabaha geri dönüp olayları baştan anlatmayı bir borç sayıyor ve anlatmaya başlıyorum.

Bay Ş.C. o sabah uyandığında ranzasından heyecanla kalktı. Terliklerini bulamadığı için ( Bay Ş.C. nin koruması Coşkun ağa, terliklerin bir tehlike teşkil edip etmediğini kontrol etmek amacıyla onları kendi üzerinde test etmek için almıştı ) çıplak ayakla sabah sayımının yapıldığı meydana gitti. Sayımdan sonra sabah kahvaltısını yapıp koğuşuna geri dönünce köşesine çekildi ve çay içip kek yiyen arkadaşlarını seyrederken "bu gün param geliyor, param gelince bende çay içip kek yiyeceğim, hatta olmuşken tam olsun diye birde üstüne tüm koğuşa baklava ısmarlayacağım" diye düşündü.

"Bir dakika bir dakika. Koğuşa baklava ısmarlarsam herkes benim ayrıcalıklı biri olduğumu buraya farklı nedenlerle gelmiş çok farklı ve seçkin biri olduğumu anlar. O zaman haliyle beni koğuş ağası yapmak isteyeceklerdir. Ben istemem desemde ısrar edip beni ağa ranzasına oturtacaklar. Ondan sonra işin yoksa bütün koğuşun öpmesi için elini uzat dur. Hepsi birden ağız birliği etmişçesine ağamız böyledir ağamız şöyledir diye yalakalık edecek. Of arkadaş yağcılığıda hiç mi hiç sevmem. Acaba baklava ısmarlamaktan vaz mı geçsem. Fakat olmaz, bir kere niyet ettik artık. Bari üstüme doğru düzgün bir şey giyeyim. Bir ağa marabalarının karşısına pijamayla çıkmamalıdır."

Bay Ş.C. öğleden sonra yirmi dakikalık televizyon izninde televizyon odasına gitmek yerine malzeme odasına gitmişti. Şunu belirtmekte büyük yarar var ki: Bay Ş.C. öğlenleri televizyon izninde diğer arkadaşlarıyla birlikte
Seda Sayan şovu seyretmekten büyük haz duyuyordu. Üstelik Seda Hanım'ın
bü günki konuğu Bay Ş.C. nin hayranı olduğu, şarkılarını dilinden düşürmediği İrem Derici'ydi. İşte Bay Ş.C. bu kadar büyük bir fedakarlık yaparak televizyon iznini malzeme odasında geçirmiş ve içeri girerken yanında getirdiği açık mavi takım elbisesini bulup çıkarmıştı. Bay Ş.C. malzeme odasından elinde bond çantayla çıkarken ( Bay Ş.C. elbisesi buruşmasın diye onu bond çantanın içinde muhafaza ediyordu. ) yüzünde bir gülümsemeyle yürüyordu.

Bay Ş.C. cebindeki son kuruşu da berbere verip sinek kaydı tıraş olmuş, sonrasında limon sıkarak yumuşattığı saçlarını ( peruğunu ) koruması Coşkun ağa'nın yardımıyla taramıştı. Bay Ş.C. saçını her ortadan ikiye ayırışında Coşkun ağa, müdahale ediyor Bay Ş.C. nin tarakla taradığı saçını eliyle yana yatırıyor ve böyle daha güzel olacağını iddia ediyordu. Bay Ş.C. sonunda Coşkun ağa'nın önerisini kabul etmiş ve saçlarını yana yatırmıştı.

Yazarınız olarak Bay Ş.C. nin durumu hakkındaki merakınızı giderdiğimi düşünüyor ve izninizle şimdiki zamana geri dönüyorum. Evet hikayemizin kahramanı Bay Ş.C. sıranın en sonunda duruyor ve sıranın kendisine gelmesini bekliyordu. Sıranın en başında üstüne yeşil çuhadan örtü serilmiş bir masa ve bir sandalye bulunmaktaydı. Elbette ki sandalyede oturan bir görevli ve masanın üstünde de bir takım ıvır zıvır eşya vardı. Aksi taktirde kader mahkumlarının boş bir masa ve sandalye önünde kuyruğa girmeleri mantık dışı bir durum teşkil ederdi.

Masadaki görevli elindeki saksıyı kontrol edip gerçek saksı olduğuna kanaat getirdikten sonra elindeki kaşık yardımıyla saksının içinde ki toprağı boşaltıp incelemeye başladı. Evet toprak gerçek topraktı ve içerisinde herhangi bir yabancı madde bulunmamaktaydı. Görevli işi sağlama almak için bir miktar toprak alıp dilinin ucuyla tadına baktı. Evet tadı aynı toprak gibiydi. Sonrasında çiçeği alıp kontrol etti. Acaba bu gerçekten bir çiçek miydi, yoksa çiçek süsü verilmiş bir haşhaş bitkisi miydi? Görevli çiçeğin yapraklarını ağzına götürüp çiğnemeye başladı. Evet bu olsa olsa bir çiçekti. Görevli hemen önünde bekleyen kader mahkümuna imza karşılığı yakınları tarafından gönderilen emaneti teslim etti. Kader mahkümü önce boş saksıyı, sonra gazete kağıdına dökülen toprakları en sonunda da yarısı kemirilmiş çiçeğini alarak masadan uzaklaştı.

Masadaki görevli elindeki bin küsur sayfalık tek cilt mesneviyi şöyle bir inceledi ve torbacı Hido'ya şöyle bir göz attıktan sonra "bu kitabı sana mı gönderdiler yani şimdi?" diye sordu.

"Evet, ben kitap okumayı çok severim de."

"Ulan geçen ay da sana mesnevi göndermişlerdi."

"Ben o mesneviyi tahliye olan bir arkadaşa hediye ettim. Fakat sonra baktım mesnevisiz olmuyor her gece her gece okumaktan tiryakisi olmuşum. Yapamadım, arkadaşlardan ricada bulundum bir yenisini gönderin dedim."

Masadaki görevli Torbacı Hido'ya kitabını verdi. Hido sevinçle kitabı alıp koğuşa doğru seyirtti ve koğuştan içeri girdikten sonrada kalabalık bir gurup etrafını sardı. Hido yere bir örtü serdi. Mahkumlardan biri kapıda erketeye yattıktan sonrada sayfa başına bir gram olmak üzere toplam bir kilo otu, hani hesaplamakta zorluk çekenler için açıklayayım kitap bin sayfaydı ve bin çarpı bir bin eder, bin gram da bir kilo eder, yani ne anlatıyordum ben ya, ha evet bir kilo otu örtünün üzerine serpeledi.

Herkes alacağını alıp gittikten ve koridor tamamen boşaldıktan sonra Bay Ş.C. kuşku dolu bakışlarla etrafını süzerek masaya doğru yaklaştı. Elindeki bond çantayı usulca masanın üstüne bıraktı. Kısık bir sesle "lütfen paraları bunun içine koyunuz" dedi. Evet gerçektende bu kadar yüklü miktarda parayı ceplerine yerleştirmesi görgüsüzlük olarak algılanabilirdi. Görevli boş gözlerle Bay Ş.C. ye bakarak, "ne parası" diye soru. Bay Ş.C. yine kısık sesle. "canım işte bana gönderilen paradan bahsediyorum, size bir kaç gün öncesinden haber vermiş olmalılar" dedi. Görevli elini alnına götürerek
"Haa, tamam şimdi hatırladım. Doğru." diye karşılık verdi ve on lira elli kuruşu bond çantanın içine bıraktı. Bay Ş.C. artık şaşkınlıktan mı yoksa afallamaktan mıdır bilinmez, ağzı iki karış açık bir vaziyette:

"Beyfendi bu da ne?"

"Sizin için toplanan para. Koğuş arkadaşlarınız herkes çay içerken sizin bir köşeye çekilip oturmanıza üzülmüşler ve kendi aralarında para toplayıp size yardımcı olmaya karar vermişler."

"Beyfendi ben onu sormuyorum. Teşkilat genel merkezinden benim için gönderilen parayı soruyorum. İki hafta önce mektup gönderip para istemiştim."

"Haberim yok. Bize öyle bir para gelmedi."

"Peki mektubuma cevap geldi mi?"

"Hayır, sizin adınıza bir mektup gelmedi."

Bay Ş.C. hışımla bond çantasını kapatıp, koğuşun yolunu tuttu. Ayak sesleri boş koridorda yankılanıyor koğuş girişinde yanan altmış mumluk ampüle yaklaştıkça arkasında bıraktığı gölgesi uzuyor uzuyordu. İçeri girip ranzasına oturdu. Radyodan gelen arabesk müziğin sesi Bay Ş.C. nin asabiyetini oynatıyordu.

"Yar, bana dağlar taşlar bile ağladı, gardiyana sordum daha gelen olmadı."

Bay Ş.C. kendi kendine "ne kadar banal ne kadar sığ bir müzik böyle" diye söylendi. Hemen kağıt kalem çıkartıp yeni bir mektup yazmaya koyuldu.

"Sayın teşkilat genel sekreteri, sizden ufak bir ricada bulunmuştum. Fakat bu gün fark ettim ki bu ricam tarafınızdan kabul edilmemiş. Bununla birlikte mektubuma cevap vermeye tenezzül etmeyişiniz beni ziyadesiyle üzdü. Ne yapalım yani, şimdi siz beni takmıyorsunuz diye bende gidip rakip teşkilata yatay geçişmi yapayım? Bu yaşımdan sonra ci ay ey ci mi olayım, mos tat için mi çalışayım? Ayıptır be, üç kuruş ödenek için yakışıyor mu size. Açıkçası teşkilatın sadık bir üyesi olarak sahip bulunduğum ünü ve gücü açıkçası bu şekilde kullanmayı hiç mi hiç ama hiç mi hiç istemem. Bakın daha dün İngiltereden teklif geldi, gel bizimle çalış, 007 yi de yanına yardımcı vericez dediler fakat ben kabul etmedim. Bundan mütevellit bu yanlışlığın derhal düzeltilmesini sizden rica ediyorum. Saygı ve sevgilerimi sunar ellerinizden öperim.

M. teşkilat başkanlığı başkan yardımcısı Bay Ş.C."

Beklenen gün gelecekse çekilen çile kutsaldır desturunca beklenen gün gelmiş ve dışarı çıkma zamanı çatmıştı. Açık mavinin bir ton açığı renkli takım elbise giyen zaat koğuş arkadaşlarıyla tek tek vedalaşarak dışarı çıkmaya hazırlanıyordu. Koğuştakilerce sevilen ve adeta bir abi gibi saygı gören bu zaat koğuşa son bir kez baktı ve el salladı. Sonrasında kapıdan çıkarak koridorda ilerlemeye başladı.

Açık mavinin bir ton açığı renkli takım elbise giyen zaat bir yandan koridorda ilerliyor bir yandan da yeni ceketinin kumaşını eliyle kontrol edip "fena kumaş değilmiş hani" diye düşünüyordu. Aynı anda ise Bay Ş.C. ranzasında oturmuş bu işe bir anlam vermeye çalışıyordu. Nasıl oluyordu da kendisine koruma olarak tahsis edilen Coşkun ağa içerden kendisinden önce çıkıyordu. Anlaşılan teşkilattan arkadaşlar bir önlem olarak ikisini aynı günde çıkartmamışlar, Coşkun ağa'nın bir kaç gün önce çıkmasını dikkat çekmemek için daha doğru olacağına karar vermişlerdi. Tam tersinin olması yani kendisin önce Coşkun ağa'nın iki üç gün sonra çıkması daha mantıklı gibi görünsede bu bir şaşırtmacaydı. Böylelikle Bay Ş.C. bir kaç gün sonra dışarı çıktığında hiç bir basın ve yayın kuruluşu ve bir takım şer odakları kendisine içeride koruma tahsis edildiğini iddia edemeyeceklerdi. Hoş, böyle bir haber ortaya çıksada pek bir etkisi olmazdı, zira zaten yanlış koğuşa gönderilmişti ve içerde bir tane bile "HİŞİT" elemanı yoktu.

Bay Ş.C. ranzasına uzandı ve ellerini başının altına alıp düşünmeye başladı. Yüzüne hain bir gülümseme yayıldı. "Ulan bu Coşkun da amma hıyar adammış hani. Herif resmen üstünde dinleyici buluna bilir diye imha etmek için aldığı benim takım elbiseyi sırf dikkat çekmemek için üstüne giydi. Vay enayi vay."

 
Gönderildi : 07/10/2015 8:26 pm
(@seyyahdergi)
Gönderi: 10
Başlığı açan
 

Bay Ş.C. valizini hazırlamış, gardiyanın gelmesini bekliyordu. Gardiyan sonunda yavaş adımlarla sallana sallana koridorun başında göründü. Bay Ş.C. eliyle acele etmesi için bir takım hareketler yapıyor ıslık çalarak kendisini uyarıyordu.

"Hişuuv. Aloov. Hadi kardeşim işimiz var. Acilen halletmem gereken memleket meseleleri var."

Gardiyan Bay Ş.C.'nin bu ısrarcı uyarıları karşısında adımlarını birazcık (daha doğrusunu söylemek gerekirse hani şöylesine göstermelik olarak çok az bir miktar) hızlandırarak demir kapının önüne geldi.

"Tamam, tamam geldik."

Gardiyan anahtarla kapıyı açıp Bay Ş.C.'nin dışarı çıkmasını bekledi. Fakat bu defa da sallanma sırası Bay Ş.C. deydi. Bay Ş.C. tavşan adımlarıyla yavaş yavaş adeta ayaklarını sürüyerek yürüyor bir yandanda anlamlı bakışlarla gardiyana bakıyordu. Bay Ş.C. sonunda kapıdan geçti ve arkasını dönüp kader mahkumu arkadaşlarına son bir kez baktı ve sağ elinin iki parmağını alnına götürerek Burus Vilis selamı çaktıktan sonra döndü ve hızlı adımlarla arkasına bakmadan koridorda ilerledi.

Bay Ş.C. büyük demir kapı açılıpta dışarı çıkınca elindeki valizi yere bırakıp zafer kazanmış bir futbolcunun türibünlere baktığı gibi etrafına bakındı. Sonunda dışarıdaydı işte. Nice ulaşılacak yüksek mevkiler nice kazanılacak zaferler onu bekliyordu. Gözleri kendisini karşılamaya gelen resmi aracı aradı. Fakat ortalıkta 2007 model gri bir Lada Vega dan başka araç görünmüyordu. Bay Ş.C. demir kapının önünde bekleyen jandarmaya, "kardeş, buralarda mersedes marka siyah bir makam aracı gördün mü" diye sordu.

"Malesef bahsettiğiniz gibi bir araç görmedim. Fakat şurada ki Lada Vega birini bekliyor sanırım."

"Fakat benim aracım sivil değil kardeş. Kırmızı plakalı resmi makam aracı. Neyse park yeri bulamadı herhalde. Malum, yarı limuzin olduğu için fazla yer kaplıyor. Sanırım beni hemen şu sokağın başında bekliyor olmalı. Orası daha geniş."

Bay Ş.C. sokağa doğru ilerlediğinde Lada Vega da harekete geçti. Lada vega korna çalıyor, gittikçe yanına yaklaşıyordu. Araç Bay Ş.C.'nin yanına gelince şoför mahalindeki adam kendisine seslendi.

"Afedersiniz siz Bay Ş.C. misiniz?"

"Evet benim, ne vardı."

"Beni parti il başkanı gönderdi."

Bay Ş.C. istemeye istemeye Lada Vega nın arka kolduğuna yerleşip kapıyı hışımla kapadıktan sonra:

"Başka araç mı yoktu?"

"İl başkanının amca oğlu bu gün evleniyor, o yüzden aracı düğün aracı olarak tahsis ettiler."

"Ulan amca oğlu mu mühim, Bay Ş.C. mi mühim? İlla zatı muhteşeme şikayet ettirecek kendini yavşak."

"Siz zatı muhteşemi şahsen tanıyor musunuz beyfendi?"

"Ne biçim soru bu şimdi. Ben kendisinin bizzat bir takım şer odaklarını ki bunlar hem iç hem dış merkezli odaklar, iyicene bir çitileyip yıkamam ve kurutmam böylecede bahar temizliği yaparak ülkemizi bu kirli emelleri olan mahlukat ve haşerelerin ortadan kaldırılması için görevlendirdi. Bu cezaevinede bu nedenle gönderildim. Onların içine girecek, liderlerini tespit edip onun yerine geçecek ve sonrada bu şer yuvalarını içerden fethedip kalelerini ele geçirecektim."

Araç bir müddet ilerledikten sonra üç yıldızlı sıradan bir otelin önünde durdu. Bay Ş.C. kravatını gevşettikten sonra:

"Hadi kardeşim otelden kimi alacaksak alalımda gidelim. Fakat ayıp etmişsiniz, Coşkun bey'i böyle bir yerde misafir etmemeliydiniz. Adam koruma diye insan değil mi yani."

Şoför mahallindeki adam dikiz aynasından şaşkın şaşkın kendisine bakarken
Bay Ş.C devam ederek sözünü sürdürdü:

"Neyse Hilton'daki kral süitine yerleşince yanıma aldırırım kendisini."

"Beyfendi, parti il başkanı size bu otelden oda tuttular."

"Ne diyorsun? Üç yıldızlı sıradan bir otelde mi kalacağım yani?"

"Bana verilen emir öyle beyfendi."

Bay Ş.C. hışımla araçtan çıkıp kapıyı kapattıktan sonra:

"Hay ben sizin yapacağınız işe. İç işleri bakanı hele bir ziyaretime gelsin, şikayet edeceğim kendilerine o il başkanını."

"Beyfendi şey."

"Gene ne var."

"Gene kızacaksınız ama iç işleri bakanı ziyaretinize gelemeyecekler. Kendileri yurt dışı ziyaretinde oldukları için yerine Kırklareli millet vekilini gönderdiler."

"Ne diyorsun lan."

Bay. Ş.C. hışımla aracın kapısını açtı ve arka koltuğa oturdu. Kollarını önünde kavuşturup huysuzlanan bir çocuk edasıyla ayak direyerek:

"Gitmiyeceğim, o otelede gitmeyeceğim Ankaraya'da gitmeyeceğim. Hatta beni bizzat zatı muhteşem Çankaya'ya çağırmadığı sürece bu arabadan dışarı çıkmayacağım."

"Aman beyfendi ayıp oluyor. Bir gazeteci filan görecek rezil olacağız."

"Bana ne bana ne gitmiyeceğim."

"Beyfendi bakın ayıp oluyor. Paparazzilere yakalanacağız, millete rezil oluyoruz."

Bay Ş.C. ranzasında gerinerek esnedi. Güzel bir sabaha merhaba diyerek ranzasından aşağı indi. Kendi kendine "ne rüyaydı ama" diye söylendi. Daha en başından kapıda bekleyen Lada Vega yı fark ettiğinde bunun bir rüya olabileceğini tahmin etmişti.

Bay Ş.C. ilk iş olarak, dışarı bakımlı olarak çıkıp kendisini bekleyen partililere yıkılmadım dimdik ayaktayım mesajı vermek için bakımlı görünmenin birinci şart olduğunu düşünerek tıraş olmak için lavoboya yöneldi. Bay Ş.C. beş ay aradan sonra ilk defa traş olurken bir yandan da kendi kendine söylenmeye devam ediyordu.

"Ne kadar da saçma bir rüyaydı öyle. Lada Vega'ymış. Ulan koskoca Ş.C. Lada Vega'ya değil kendisi binmek, şoförünü markete alış veriş yapmaya gönderirken bindirmez. Kırklareli millet vekili kim be, beni karşılamaya İç işleri bakanı gelecek, sonra birlikte zatı muhteşemle görüşmek üzere Çankaya'ya gideceğiz. Zatı muhteşem beni kapıda karşıladıktan sonra kibarca iç işleri bakanını yanımızdan gönderecek, müsadenizle bakanım diyecek, ben Bay Ş.C. ile makam odamda özel olarak görüşeceğim. Sonra ikimiz birlikte kırmızı halılı yolda yürüyeceğiz ve baş başa kalınca zatı muhteşeme içerideyken geliştirdiğim projelerimden bahsedeceğim. Beni hayranlıkla, sanki karşısında bir mevkidaşı varmış gibi dinleyecek ve ayağa kalkıp dostça elimi sıkarken bu ülke sizin gibi evlatları sayesinde buralara kadar gelebildi diyecek."

Bay Ş.C. traşını olup valizini hazırladıktan sonra koğuş kapısının önündeki yerini alıp gardiyanı beklemeye koyuldu. Gardiyan tıpkı rüyasında olduğu gibi koridorun başında görününce valizini eline aldı. Bay Ş.C. bu sefer bir rüyada olmadığının farkındaydı. Gardiyan koşarak gelecek ve kapıyı açıp buyrun beyfendi diyerek kendisini dışarı davet edecekti. Gerçektende gardiyan yüzünde telaşlı bir ifadeyle koşar adım kapıya doğru gelmeye başladı. Manzara gerçektende görmeye değerdi sevgili okuyucu. Gardiyan öylesine cangıraş bir halde koşuyordu ki koşarken ayak topukları poposuna değiyordu. Sonunda gardiyan kapının önüne geldi ve kapıyı açmadan kapının beş metre ötesinde bulunan gardiyanların çay ocağının bulunduğu bölmeye girdi. Bay Ş.C. "ne oluyor, bu da ne demek şimdi" diye tıslayarak başını çay ocağından tarafa merak içinde uzattı. Çay ocağından önce bir patırtı sesi geldi, hemen ardından bir şangırtı sesi geldi ve bunu şimdi burada yazamayacağımız tarzda uygunsuz kelimeler ve cümleler seli takip etti. Birazdan çaycı gömleği yırtılmış atleti pantolonunun dışına çıkmış bir vaziyette kendini dışarı attı. Hemen arkasından çıkan gardiyan çaycıya sille tokat girişerek:

"Ulan şerrrefsiz, ne demek yatırmadım. Dalgamı geçiyorsun ulan benle."

Çaycı yakasını paçasını gardiyandan kurtarmaya çalışarak:

"Abi ben nereden bileyim. Kuponu zaten dün akşam kafamız güzelken doldurmuştuk. Ben şaka olsun diye maytabına 4-0 skoruna oynadın zannettim. Nasıl olsa tutmaz dedim. Ben nerden bileyim abi Baş - şak şehir sporun GS'ye 4 çekeceğini."

"Ulan şerefsiz, kupon dört yüz elli bin veriyordu, nasıl yatırmazsın."

Çıkan gürültüye diğer gardiyanlarda koşup geldiler. Zavallı çaycıyı gardiyanın elinden almaya çalıştılar. Kader mahkümları gelişen olayları daha yakından takip edebilmek için koğuş kapısının önüne üşüştüler. Bay Ş.C. kalabalığın ortasında sıkışmış, gösteriyi seyretmek için daha iyi bir yer kapmaya çalışan koğuş arkadaşlarının itiş kakışlarına maruz kalmıştı. Neyse ki gardiyanla çaycı arasında ki sürtüşme yatışır gibi olmuştu. Fakan bu arada gardiyanlardan biri çaycıyı tartaklayan gardiyanın ensesine bir tokat patlattı. Sonradan anlaşıldığına göre çaycı bu gardiyanın akrabası oluyormuş. Kısa sürede tartışma bağırışmaya bağırışmada tartaklaşmaya dönüştü. Lakin bu defa çaycı akrabası olan gardiyandan aldığı cesaretle dayılanıyor ve kendisini darp edip tartaklayan gardiyana aynı şekilde karşılık veriyordu. Kısacası gelişen bu olaylar sebebiyle kurumda bir günlük olağan üstü hal ilan edildi. Böylelikle Bay Ş.C. nin çıkış işlemi yarına ertelenmiş oldu. Bay Ş.C. "ha bir gün önce ha bir gün sonra ne fark eder" diyerek tekrar ranzasına yerleşti.

 
Gönderildi : 31/10/2015 10:10 pm
Paylaş: