Forum

bir burun ameliyatı macerası

5 Gönderi
5 Üyeler
0 Reactions
1,748 Görüntüleme
(@enjeksiyon)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

bir başlığı çok görmeyin...aslında "benimde söyleyeceklerim var" başlığına yazmak var iken aklımda, iş biraz kendini aştı..artık dilerseniz sile de bilirsiniz.

Biraz uzun oldu ama tutamadım kendimi yazdım...
“bir hasta, odasının penceresinde” yalnız fakat korkmuyor. Başına geleceklerden haberdar gibi. En azından tahmin ediyor.
Birazdan içeriye geniş kalçalı, mini etekli, göğüs dekolteli sarışın bir hemşire girecek ve bir takım işlemler yapıcak, feleğin çemberinden geçmiş çapkın kahramanımızda bu durumu ustaca değerlendirip kısa bir süre de olsa bu sürrealist hemşireyle flört edip güven depolayacak...işte kapı açılıyor.
Bir sağlık memuru hiç istenilmeyecek kadar erkek ve hiç beklenilmeyen kadar konuşma özürlüsü, tüm istenilmezliği ve beklenilmezliğiyle içeri giriyor. Elinde teneke bir kap içinde de tıbbi araç gereç var.
“selamun aleyküm hemşerim”
diyor. Selam almak gelmiyor içimden. Alıp ne yapıcam ben senin selamını. Hemşire yok mu?
“kardeş şu üstündekini bir çıkarıver” diyor sağlık memuru, kendisine verilen memurluk haklarıyla. Ve ben, bu ve bundan sonra söyleyeceği tüm iç gıcıklayıcı istekleri az önce kafamda yarattığım hemşire karakterine uyarlayaraktan daha bir hüzünleniyorum. Sol kolumdan içeriye birşeyler sokuyor. Bundan sonra yapılacak bir çok işlem içim giriş noktası, “input”. Sonra kanımı alıyor. Kafamı çeviriyorum
“kan mı tutuyor” diye soruyor. Cevap vermeye tenezzül etmez bir tavırla kafamı sallıyorum. Güya dikkatıimi dağıtıp beni rahatlatacak. Bunu yapmak istediğini daha konuşmadan anlıyorum. Bir de bunun üzüntüsü kaplıyor içimi. Üzüntümün tadına varmadan ilk soru geliyor.
“adın ne?” adımı söylemiş olsam gerek ki ardından kan tutmasını önlemesi palanlanan muhteşem yorum geliyor.
“güzel isimmiş” sanırım yaptığından kendisi de çok memnun olmuyor ki devamını getirmeye bile tenezzül etmiyor. Tasını tarağını toplayıp gidiyor. Ardından o hastanede ve o odada olmak isteyebilmemin en güzel, en minik ve en gürültücü sebebi giriyor odadan içeriye. Sekiz yaşında, henüz herhangi ciddi bir acıyla karşılaşmamış ve biraz sonra karşılaşacağı tüm “hayatın acılarıyla” beni zerre uyutmayacak ama bu acımasız, bu acılarla dolu hayatta birazcık olsun sızımızı dindirmek için birbirimize sarıldığımız ve hatta fotograf çektirdiğimiz bu kızı çok sevdim. ilk gördüğümde , “arka/ön koltukta bebek var boku yedik İstanbula kadar uyku yok artık “ düşüncesindeki yolculuk insanlarının durumuna düştüm ama aslında kız çocuklarını çok severim. Odaya girdiğinde her nekadar küçük bir kız çocuğu gibi görünse de ilerleyen zamanlarda önce mızmız sonra çığırtkan ve devamında da hiç susmayan zırlak piç kurusuna dönüşmüştü. Fakat ilk odaya girdiklerinde asıl şaşırtıcı olan; küçük bir kız çocuğunun nasıl bu kadar kız, ve bu kadar ilk defa hastane ve ilk defa burun ameliyatı olacak ben görmüş akrabası olduğuydu. Bunlar içeriye girdikten sonra futbol maçı yapamasakta tek kale dokuz aylık oynayacak kadar kalabalıktık. Küçük kızın her türlü acısını fotograflayabilme çabasındaki ablası, hiç ama hiç konuşma isteği içerisinde olmayan bana, o beklediğim ve şimdiye kadar cevabını herkese uzun uzun açıklamak zorunda olduğum soruyu soruverdi.
“sizin neyiniz vardı”
“burun ameliyatı. Fakat estetik değil, şekli değişmeyecek sadece hava alabilmek için” sırf burnumun şekli düzgün değil diye ameliyatımın nedenini soran elli tane adama bu açıklamayı yapmak zorunda kalmıştım. Ve kısa bir süre sonra bu durumdan kurtulacaktm. Beni kurtaracak şey kapıdan içeriye tüm acımasızlığıyla giriverdi. Önce bana uzun bol bir şey giydirdiler sonra sedye denilen tekerlekli ve üzerindeyken herkesin size acıyarak baktığı bir arabaya koyup acıklı bakışlar arasında asansöre bindirdiler. Aşağıya mı iniyoruz, yukarıya mı çıkıyoruz pek anlayamadım. Ama o sedyenin üzerinde gerçek anlamda aşağıdaydım ve insanların bakışları bunu doğruluyordu. Genişçe ve bir sürü insanın bekleşip durduğu bir yere çarpa çarpa geldik. Sedyemi yürüten kadın bir an durdu.
“habooo dosyayı virmemişleeeer”
Beni öylece bir sürü insanın bakışları “altında” bıraktı gitti. Sağıma baksam umutsuz bir yüz soluma baksam gözümün içine bakıp kafasını acıklı acıklı sallayan bir teyze görüyordum. Ve yapacak hiçbirşey yoktu. Sonra beni bu umutsuz kederlere terkeden ablacık geldi, beni bu sefer kanatlı birçok kapıdan yine sağa sola çarpa çarpa geçirerek bir odaya bıraktı. Herşeyi alt açıdan izleyen ben kafamı hafiften kaldırıp etrafıma baktığımda “Tarantino” nun Hostel filmindeki mekanlardan birinde olduğumu düşündüm. Paslanmış metal dolaplar. Leş gibi teneke kapların içinde kanlı bezler artık gerisini siz hayal edin. Artık vazgeçmek çok mümkün olmadığından kafamı indirip olacakları beklemeye başladım. Beni ameliyat edecek doktor gelip dosyamı kontrol etti. Nasıl olduğumu ve hazır olup olmadığımı sormak için kendisini bayağı bir zorladığı için ona minnettarım. Bunu istemeyerek yaptığını her nekadar çok iyi bilsemde bu kadar acayip bir ameliyat yolculuğunda karşılaştığım en iyi şeydi ve bununla yetindim. Zaten arkasından çekip gitti ve tahmin edeceğiniz gibi kendisini bir daha hiç göremedim. Beni bulunduğum bu “ara” yerden alıp ameliyathane olduğunu düşündüğüm son mekanıma götürdüler. Kolumda açılan giriş yoluna bir iğne taktıklarında artık o ince çizgiye yaklaştığımı anladım. Etrafımda hummalı bir çalışma vardı. Göğsüme pullar yapıştırdılar. Durumumla ilgili birbirlerine bilgi verdiler.Garip bir duygudur. Böyle durumlarda sizin için çalışan insanlara tuhaf bir minnettarlık duyarsınız. Onlar için birşeyler yapmak istersiniz. Baktım birşeyler değişiyor. Son cümlelerimi esirgemedim bu güzel insanlar için.
“ben gidiyoruuuum...görüşmek üzereeeee....kendinize iyi bakıııın”
Sözlerime karşılık almıştım.
“güle güleeee...görüşürüz...sendeeee”
Yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgi
İlk narkoz verildiği anda meçhule giden bir gemi olarak yola çıktığınızı anlıyorsunuz. Belki de bir daha asla geri dönüşü olmayan bir yola...isminizin defalarca tekrar edilerek uyandırılmaya çalıştığınız an, yaşamın kıymetini bi kez daha anlıyorsunuz. Yavaş yavaş ayılmaya başladıktan sonra da hayata bakışınız hissedişiniz algılayışınız değişiyor.sanki tamamen yeni bir hayat başladı fakat bu sefer burun deliklerinin içinde iki koca plastikle acılar içinde bir hayat. Ağrıyan çene kemikleri, dişler, gözler ve neredeyse tüm kafanıza, yapılabilecek hiçbirşeyin olmadığını doktor da dahil olmak üzere herkesin umutsuzca söylemesi, hayatın acılara dayanmaktan başka bir yolunun olmadığı anlara da sahip olduğunu öğretiyor size. Belki bugüne kadar el bebek gül bebek büyütülmüş olabilirsiniz. Çektiğiniz her türlü acıyı unutmuş olabilirsiniz. Elbette bunu da unutacaksınız ama acıların böylesine etkili olduğu bir bedene sahip olduğumuzu anlamak için iyi bir fırsat.
Geçmiş olsun...

şimdi daha çok seviyorum seni hayat, hadi...

 
Gönderildi : 27/01/2009 2:49 pm
(@payitaht)
Gönderi: 0
 

"Çok güzel bir hikayeydi evlat, çok. Ve çok da güzel anlattın, çok içtendi." Forrest Gump filminden...

Geçmiş olsun.

 
Gönderildi : 27/01/2009 3:21 pm
 Düd
(@dud)
Gönderi: 0
 

Ben anlamadım, iyileşmedi mi şimdi burnun?

Geçmiş olsun kardeşim..

Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.

 
Gönderildi : 27/01/2009 3:51 pm
(@baco)
Gönderi: 0
 

Daha iyice yaraları iyileşince belli olur o. İyileşmiştir inşallah. Böyle bir anı olarak kalır gider, taptaze rahat birşekilde nefesini çekersin içine... Tekrar geçmiş olsun. Yazıya bayıldım.

- baço

 
Gönderildi : 27/01/2009 4:07 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

Bence senaryo bölümüne taşıyalım.
Orada öykü de paylaşıyoruz ya, o bakımdan.
Bu başından geçen bir olay ama bence orada daha değerli burada kaybolup gider.

 
Gönderildi : 27/01/2009 8:09 pm
Paylaş: