Forum

Oyuncunun Karaktere Dönüşümü

4 Gönderi
3 Üyeler
0 Reactions
3,029 Görüntüleme
(@hegel)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Oyuncunun Karaktere Dönüşümü

Karakterler bir tarafıyla “ben gerçek değilim” diye bas bas bağırırken, -bu, izleyicinin bilinçaltından fışkıran bir itirazdır aynı zamanda- diğer tarafıyla bunu çılgınca örtmeye çalışırlar. Kendilerine inanmamız için bize adeta yalvarırlar. Bu sebeple aslında tüm film karakterleri çılgın, dengesiz, her şeyi yapmaya hazır, “gerçek-dışı” karakterlerdir. Sinema büyüsü öncelikle onları büyülemiştir.

Kameranın, ışığın, insanların, kısaca setin varlığı ve üstüne her türlü aksilik oyuncunun karaktere dönüşmesini zorlaştıran sebeplerdir. Oyuncu o anda her şeyden vazgeçmek durumundadır.

Oyuncu oynamaya zorlandığı ölçüde, başka bir kurmaca karaktere dönüşmeye çalıştığı andan itibaren bir yarılma yaşar. Başka bir karaktere dönüşmek, bir kimya deneyinin sonucunu görmek gibi büyüleyicidir. Bazen bu o kadar etkileyici olur ki, bu karakterler olayların önüne geçebilir ve durumun etkisini bambaşka bir şekilde değiştirebilir. Komik bir sahnedeki acıklı bir bakış, bir hüzün dalgası yayarak anı ölümsüzleştirebilir. Ya da trajik bir durum karşısında çılgınca bir kahkaha atmak, izleyiciler için en unutulmaz an anlamına gelebilir.

Oyuncu oynadığı anda her şeyi unutmak zorundadır. Bu kendinden vazgeçiş, aslında bir intihardır aynı zamanda. Geçici bir ölümdür. Acısız bir kendinden vazgeçiş, bu fedakarlık, dönüştüğü karakterde de kendini belli belirsiz hissettirir. Oyuncu kendinden vazgeçerek, hafızasını yitirmiş bir karaktere dönüşür. Öncesi yoktur; kimliği, alışkanlıkları, davranışları sıfırlanmıştır. Yönetmenin ve senaryonun gücü ölçüsünde yeniden doğar, başkalaşır ve bu yeni duruma alışmaya çalışır. Bilinçaltının başka bir kimlik tarafından ele geçirilmesini kabullenmek o kadar zordur ki, bu yüzden herkes oyuncu olamaz.

Deliliğe kadar varan şizofreni de bir tür isteksizce rol kapma, başka bir karaktere dönüşme anlamına gelebilir. Gerçekte acılı bir süreç olan bu eylem, oyuncular tarafından denendiğinde çok iyi sonuçlar verebileceği gibi, kişiyi deliliğe de sürükleyebilir.

".......Delueze ile Guattari deliliğe sempatiyle yaklaşırlar, Karşı Oidipus’ta modern yaşamda us ile dürtü arasında bir türlü bağdaşmayan bir ilişki olduğu saptamasında bulunurlar: Modern dünyada içtenlik insandan büyük ölçüde koparılmaktadır. Lacan’ın merkezinden edilmiş özne düşüncesini kendilerine temel alan düşünürler, bu bağlamda Lacan’ dan bir adım öteye giderek, şizofrenin kişisel ve toplumsal deneyim arasında hiçbir ayrım gözetmediğini dile getirirler. Kişisel dışavurumlar başlıbaşına birer siyasal anlatımdır. Şizofren için sözcük ile şey, söylemek ile yapmak bir ve aynı şeydir. Sözcük ile eylem, istek ile eylem arasındaki ilişki doğrudan ve dolaysız bir ilişkidir. Bir anlamda Deleuze ile Guattari “bir şizofreni siyaseti” geliştirmişlerdir.

Onlara göre şizofrenlik diğer deneyim türlerine göre üstün sayılması gereken bir deneyimdir. Şizofren insan asla Odipal hapishaneye tutsak düşmez; bilinçdışının çarpıtılan, dondurulan, düzlenen karmaşıklığına ve ele avuca sığmazlığına karşın, şizofren bir biçimde topluma ilişkin temel doğrularla temasa geçmekten geri kalmaz.

Kısaca söylendikte, Deleuze ile Guattari imgeselle kaynaşma ilişkilerine olduğu denli akışa olan yatkınlığı nedeniyle de şizofren insanı göklere çıkartırlar. “Benlik” bütünüyle bir akış, bir parçalılık, bir makine parçaları toplamıdır. İnsan ilişkilerinde, eksiksiz bir insan asla başka bir eksiksiz insanla sözcüğün tam anlamıyla ilişkiye geçemez, çünkü “eksiksiz insan” diye bir şey yoktur. Olsa olsa “arzulayan makineler” arasında birtakım bağlantılar vardır. Bölük pörçük olma yalnızca şizofrene özgü bir şey değil, insan olmanın evrensel bir koşuludur......."

http://www.cangungen.com/2011/03/29/deleuze-ve-guattariimgesele-donus/#more-942 " onclick="window.open(this.href);return false;

Karakterin içine girdiğimizde her şeyi yutmaya hazır bir bilinçle karşılaşırız. Sonsuz seçenekli bir dünya karşısında karakter –oyuncu- çok heyecanlanır. Bir şeyler yaşamak için can atarlar, yeni doğmuş karakterler. Her şeyden vazgeçmiş bir karakter yaratıyorsak, bu bir şeyler yaşamak için can atar halinden vazgeçişindeki isteksizliği ve hayal kırıklığını da yansıtabilmeliyiz. Mutsuzluğun ve umutsuzluğun kaynağı burasıdır aslında, bu başlangıçta yaşadığı hayal kırıklığıdır. Yoksa sonradan yaşadıkları değil.

Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer

http://kalemoynatanileayoynatannbulutuuyer.blogspot.com.tr

 
Gönderildi : 23/04/2011 6:43 pm
(@verbal_kint)
Gönderi: 0
 

oyuncuların neden şizofrenik, bunun haricindekilerin neden egosantrik olduklarını üstünkörü anlatmakta. saol hegel.link de çok faydalı

http://www.camurfilms.com" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 25/04/2011 3:13 pm
 prot
(@prot)
Gönderi: 0
 

kesinlikle katılıyorum, bknz eskiden mulaim bir karakter olan oktay kaynarcanın, o abuk diziden ayrıldıktan sonra bile, belli bir zaman, o kaba karakteri gerçek yaşantısına taşıması çok iyi bir örnek bence..

PORTFOLIO: http://xantia.cgsociety.org/gallery/908278/" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 25/04/2011 4:25 pm
(@hegel)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

oyuncuların neden şizofrenik, bunun haricindekilerin neden egosantrik olduklarını üstünkörü anlatmakta. saol hegel.link de çok faydalı

Aslında çok daha uzun bir konu. Belki bütün bir hayatı kapsayacak kadar karmaşık, derin bir eylem. Bütün hayatını rol yaparak geçiren insanlar var. Munis, sessiz bir adamın ailesini birdenbire doğradığı zaman ne düşünürüz? İş ortamında istediğini bulamayan, ama çalışmak zorunda olup kendini gizleyen insanların ızdırabı.

Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer

http://kalemoynatanileayoynatannbulutuuyer.blogspot.com.tr

 
Gönderildi : 26/04/2011 4:48 pm
Paylaş: