Forum

psikoakustik ve film sesinde algısallık

5 Gönderi
3 Üyeler
0 Reactions
2,760 Görüntüleme
(@msaricay)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

yazının kime ait oldugunu bilmedigim için yazının sahibinin adını yazamadım..

PSİKOAKUSTİK VE FİLM SESİNDE ALGISALLIK

Ses, algı olmaksızın akademik bir kavramdır. Psikoakustik, işitilen dünyaya öznel bir tepkiyi açıklamada
kullanılır. Psikoakustiğin temel sorunu, sese gösterilen tepki olması nedeniyle, akustik
kavramlarda son derece arabulucu bir rol oynar. Psikoakustik, akustik uyarıcı ve onları çevreleyen
bilimsel, objektif ve fiziksel özelliklerle uyumlu olmayı araştırır. Psikoakustik çok basit olarak
işitmenin psikolojik bir çalışması olarak tanımlanabilir. Diğer bir deyişle, kulağa gelen seslerin
kulak tarafından nasıl algılandığı ve beyne ses bilgilerinin nasıl ulaştırıldığını ortaya çıkarmaktır.
Günlük yaşantımızda işittiğimiz seslere karşı edindiğimiz tecrübeler, bize sesi algılamamız hakkında
bilgiler içerir. Gerçek yaşamdaki bu sesler aynı zamanda da film sesinin kullanımının merkezini
oluşturur. Film sesinin algısal özellikleri şu şekilde tanımlanabilir: ses yoğunluğu, ses perdesi
ve ses rengi.
Filmi kodlayan ve kodu çözen de insan olduğuna göre, insan üzerine araştırma yapan bilimlerin
ya da disiplinlerin çıktılarından ya da önerilerinden yararlanmak, film yapımını daha da zenginleştirebilir.
Ses de görüntü gibi filmin başrol oyuncusudur.

GİRİŞ
Psikoakustik, işitsel olarak algılanan her sese
karşı, nesnel tepkimizi açıklayan ve inceleyen
bilim dalıdır. İşitilen dünyaya öznel bir tepkiyi
açıklamada kullanılır. Psikoakustiğin temel
sorunu, sese gösterilen tepki olması nedeniyle,
akustik kavramlarda son derece arabulucu bir
rol oynar. Akustik uyarıcı ve onları çevreleyen
bilimsel, objektif ve fiziksel özelliklerle uyumlu olmayı araştırır.
Psikoakustik çok basit olarak işitmenin psikolojik
bir çalışması olarak tanımlanabilir. Psiko
akustiğin temel amacı, işitmenin nasıl çalıştığını
anlamaktır. Diğer bir deyişle, kulağa gelen
seslerin kulak tarafından nasıl algılandığı ve
beyne ses bilgilerinin nasıl ulaştırıldığını ortaya
çıkarmaktır. Akustik uyarıcılar ve onları çevreleyen
tüm bilimsel, nesnel ve fiziksel özellikler
ile onların neden olduğu fiziksel ve psikolojik
tepkiler arasındaki ilişkiyi araştırır. Psikoakustik,
akustik ses sinyalleri ile işitme sistemi
fizyolojisi ve sese karşı psikolojik algılama,
insanların işitme ile ilgili davranışsal tepkilerini
açıklamak için, insan işitme duyusunun
yeteneği, sınırları ve beyinde oluşan işitsel
Psikoakustik ve Film Sesinde Algısallık (138-145)
karmaşık süreç arasında ilgi kurmaya çalışır.
İşitme, sesin yoğunluğuna, frekansına, zamana
bağlı karakteristiklerine (sesin mesafe, yön,
yoğunluk, perde ve tonunu belirlemesini sağlayan),
fiziksel özelliklerine davranışsal tepkileri
kapsar.
Gözün yalnızca bir oktav üzerindeki frekansları
algılayabildiği düşünülürse, kulağın daha gelişmiş
bir algılama yeteneği olduğu söylenebilir.
Ancak, kulak beynin yorum gücüyle birleştiğinde,
algısal yeteneği daha da arttırır. Bu
zihinsel yargı biçimi, daha önceki işitsel deneyimlerimize
dayanır. Sesleri tanımlamada sağ
ve sol kulağın fizyolojik olarak kapasiteleri
farklı değildir. Ancak, bu işlevi beynin sağ ve
sol yarım küreleri yapabilir. Bu iki yarım küreler,
beynin işlevlerini net çizgilerle olmasa da
bölebilir. Bununla birlikte, kulaklardan yarım
küre beyinlere birincil ya da temel bağlantı
çaprazdır; sağ kulak sol yarım beyine, sol kulak
ise sağ yarım beyine bağlanmıştır. Sol beyin
sözel bilgiyi, sağ beyin ise sözel olmayan bilgileri
işler. Böylece, kuramsal olarak, sağ kulağın
konuşma bilgisinin algılanmasında daha önde
olduğu belirtilebilir. Bunun tersi durumda, sol
kulak ile müziği ya da melodileri daha iyi algılayabiliriz
(Pohlmann 1995: 358).
Çevremizdeki sesleri kaydedip yeniden üretebilmek
ve insanın sesleri nasıl algıladığını
anlayabilmek için, insan işitme sisteminin
olanak ve sınırlılıklarını bilmek oldukça önemlidir.
Herhangi bir cihaz kullanılarak üretilen
ses, o sesi dinleyen kişinin kulaklarında nasıl
bir işitsel algı oluşturacağını dikkate almak
gerekir.
Psikoakustiğin olası sınırları yoktur. Herhangi
bir film yapımının ses tasarımında, işitsel algının
parametreleri kullanılarak, psikoakustiğin
rehberliğinden yararlanılır. Film ses tasarımcısı,
hangi ses frekanslarının ya da seviyelerinin,
izleyicileri coşturduğunu, hüzünlendirdiğini,
korkuttuğunu, heyecanlandırdığını ölçebilmek
için sesin psikoakustik özelliklerini bilmek
zorundadır. Seslerin izleyici üzerindeki geniş
spektrumlu etkilerinden filmin başlangıcından
beri yararlanılmıştır.
İŞİTSEL ALGI
Ses basit olarak, bir ses kaynağından kulağa
ulaşan hava basıncındaki değişimler olarak
tanımlanabilir. İnsanın işitme sistemi bu hava
basıncını oluşturan akustik değişimleri çözer.
İnsanın sesi algılamasında ve işitmesinde insan
kafasının, kulak kepçesinin, kulak yolunun ve
beyninin doğrudan ilişkisi vardır. Sesleri işitmede
ve algılamada kulak ile beyin arasındaki
ilişki, mikrofon ile hoparlör arasındaki ilişkiye
benzetilebilir. Akustik enerji mikrofon tarafından
elektrik enerjisine çevrilir ve elektrik enerjisi
hoparlör tarafından tekrar akustik enerjiye
çevrilir.
Kulak kepçesi bir huni gibi sesleri toplar ve
kulak kanalına iletir. Kulak kanalının sonunda
bulunan kulak zarına çarpan sesler kulak zarını
titreştirir. Bu titreşimler, çekiç, örs ve üzengi
adı verilen kemikçikler tarafından kulağın iç
kısmına iletilir. Titreşimler oval pencereden
(zarla kaplı küçük delik) geçerek, sarmal biçimli
kulak salyangozunda alıcı hücreler olan
ince tüyleri uyarır. Alıcı hücreler de titreşimleri,
işitme sinirleri yoluyla beyine iletilen elektriksel
atımlara dönüştürürler ve beyin bu elektriksel
atımları ses olarak yorumlar (Treays 1999:10).
Titreşen hava molekülleri ses dalgaları biçiminde
çok kolay yayılırken, sudaki moleküllerin
etkileşimi suyun yoğunluğundan dolayı
daha yavaştır ve ses daha az iletilir. Su altındayken
motorlu bir botun sesini daha gürültülü
olarak duyarız. Çünkü suyun yüzeyi, pervanenin
oluşturduğu ses enerjisini yeniden suya
yansıtır. Sesin yayılmasında, su ve hava arasındaki
karşıtlığa örnek olarak Saving Private
Ryan filminin açılış sahnesi gösterilebilir. Ses
tasarımcısı Gary Rydstrom, silah seslerini oldukça
etkili bir biçimde kullanmıştır. Kamera
suyun içindedir ve ses ile oluşturulan hayali bir
kaos ortamı, su altındaki olayların ürperticiliğini
izleyiciye aktarır (Sonnenschein 2001: 64).
FREKANS VE İŞİTMENİN SINIRLILIĞI
Bir saniyede oluşan dalga sayısına frekans
denir. Frekans, 1950’lere kadar İngilizce konuşulan
ülkelerde her bir saniyedeki devir (cyles
per second) olarak tanımlandı. Fakat bu tanımlama,
Alman fizikçi Heinrich Hertz’in adıyla
anılan hertz (Hz) olarak değiştirildi. Normal bir
insanın sesleri işitme frekans aralığı da yaklaşık
olarak 16 Hz ile 16.000 Hz (16 kilohertz)
arasındadır (Talbot-Smith 1997:1-2).
Fakat sağlıklı ve genç bir insanın kulağı 20Hz
ile 20.000Hz arasındaki frekans aralığındaki
sesleri işitebilir. İnsan yaşı ilerledikçe kulağının
işitme alanı 16.000Hz’e düşer. Yaşlı bir
insanın kulağı da 20Hz ile 8.000Hz arasındaki
frekansları işitebilir (Primentas 2003: 10).
Kulağın frekanslara tepkisi logaritmiktir ve bu
müziksel aralıkların algılanması ile gösterilebilir.
Örneğin, 200 Hz ile 400 Hz arasındaki
aralık bir oktav olarak algılandığı gibi, 2000 Hz
ile 4000 Hz arasındaki aralıkta bir oktav olarak
algılanabilir. Doğrusal koşullarda ikinci oktav
daha geniş olsa da, kulak bunu aynı aralıkta
işitir. Bu nedenle, müzik notaları logaritmik bir
ölçüm skalası kullanır. Oktav, işitilebilir iki
frekans arasındaki aralık olarak da tanımlanabilir.
İşitilebilir frekanslar genelde üç bölümde toplanabilir:
-16 Hz ile 256 Hz arasındaki bas (düşük)
frekanslar
-256 Hz ile 4.096 Hz arasındaki orta frekanslar
-4.096 Hz ile 16.384 Hz arasındaki tiz (yüksek)
frekanslardır (Ergül 1998: 25-27).
Ses basıncının ya da yoğunluğunun ölçü birimi
olarak desibel (dB) kullanılır. 0 dB tamamen
sessizlik olarak kabul edilir ve insan kulağının
işitme başlangıcıdır. Kulak sancısının başlangıcı
olan en üst seviye 120 dB’dir. Bu basınçtaki
ses, insan kulağında kalıcı hasarlara neden
olacaktır (Lyver 1999:13).
Kulağın fizyolojik yapısı ve onunla birleşik
sinir sistemi, son derece karmaşık ve etkileşimli
bir sistemdir. Geçen milyonlarca yıl, işitme
sisteminin fizyolojisi insana algının inanılmaz
gücünü öğretti. Bununla birlikte, herhangi bir
karmaşık sistem gibi, işitsel algının sınırlarını
da keşfetti. Bir sesteki ince ayrımları sezinlemekte
kulağın algı yeteneği şaşırtıcı olsa da,
bazı durumlarda sesleri konu dışı bırakabilir.
PSİKOAKUSTİK ALGI VE SES BOYUTU
Psikoakustik ya da insanın sesi algılamasına
ilişkin çalışmalar, insanın nasıl üç boyutlu
olarak sesi algıladığı ve kulak ile beyin arasın
daki ilişkide kodlanmış ses bilgisinin nasıl
çözümlendiğini açıklamaya çalışır.
Ses farklı yollar izler. Bazı sesler doğrudan
bazıları da yüzeylerden yansıyarak kulağa
ulaşır. Yansıyan sesler daha uzun bir yol izlerler
ve kulağa ulaşmada gecikirler. Yansımayan
sesler daha kısa zamanda ve doğrudan kulağa
ulaşırlar. Seslerin uzam içinde ilerlemesinden
kaynaklanan zaman gecikmesinin yanında,
insanın her iki kulağı arasındaki mesafeden
dolayı da ses de bir zaman gecikmesi olmakta-
dır. Bir ses kaynağının tam önünde durursak,
bu ses kaynağından gelen sesler her iki kulağa
da eşit zamanda ulaşacaktır. Fakat ses kaynağının
sağına ya da soluna doğru kaydığımızda,
her iki kulağa gelen sesler arasında zaman
gecikmesi oluşacaktır. Ses kaynağının yeri
değiştiğinde ya da biz hareket ettiğimizde beyin
çok kısa bir zaman içerisinde ses kaynağının
yerini yeniden saptayacaktır.
Kulak kepçesi sesi kulak yoluna doğru yönlendirir.
Kulak kepçesinin şekli aslında akustik
bilgiyi kodlama görevi yapar. Kulak kepçesi
kulağa gelen belli bir karakteristik yapıya sahip
sesi kodlar ve kulak yoluna gönderir. Kulak
kepçesi sesi iki şekilde kodlar.
İlk olarak, ses, yoğunluktaki değişmelere bağlı
bir frekans içeriği biçiminde kodlanır. İkinci
olarak, ses, kulak kanalına erişim zaman sürelerine
göre kodlanır. Sesi kulağa yönlendirmede,
kulak kepçesinin koniksel şekli sesin yansımasına
yol açarak, sesin yeniden kulak kanalına
yönlenmesini sağlar. Bu yansımalar sesin
frekansına ve açısına göre değişiklik gösterir.
Her insanın kendine özgü kulak kepçesi yapısı
olduğundan, hem yatay hem de dikey yapıdaki
ses frekanslarına farklı tepkiler oluşturur. Frekans
tepkileri belli bir kulak kepçesinde değişkenlik
taşımaz ve zaman içerisinde de önemli
bir değişime uğramaz. Beyin bu frekans tepkilerini
yorumlar ve kodlanmış olan sesi yönel
bilgiye dönüştürür (Turner 2002).
İnsanın kulakları yatay olarak kafanın her iki
yanında yer aldığından dolayı, seslerin yönünüen iyi olarak yatay düzlemde algılar. Örneğin,
ön sağ yönden gelen bir seste insanın kafası
akustik bir engel oluşturur ve sol kulakta zaman ve yoğunluk farkı oluşur. Düşük frekanslı
Psikoakustik ve Film Sesinde Algısallık (138-145)
seslerde sesin kafa etrafındaki kırınımı oldukça
kolaydır (Holman 1997: 38).
Bas sesler düşük frekanslı uzun dalga boyuna
sahiptirler. İnsan kafası düşük frekanslı ses
dalgalarına karşı fiziksel bir engel oluşturmazken,
ses frekansı orta ve yüksek frekansa doğru
yükseldikçe, insan kafası duvar gibi bir engel
oluşturur. İnsan kafasının orta ve yüksek frekanslı
seslere olan fiziksel engeli, aynı sesin
her iki kulakta farklı ses yoğunluğu etkisi
oluşmasına neden olur. Beyin, zaman farkı
olmaksızın ses yoğunluğu etkisini yorumlar ve
ses kaynağının yerini saptar. Eğer sesin yoğunluğu
bir kulakta daha şiddetli ise, kulağın ses
kaynağına olan yakınlığı fazladır. Özetle, beyin,
yüksek frekanslarda oluşan çok küçük ses
basınç seviyesindeki (SPL) değişmeler dahil,
her iki kulak arasındaki son derece küçük zaman
farklılıklarını saptar. Kulak ve beyin sistemi
arasındaki bu ilişki, sesin geldiği yönü
saptamada insan için önemli bilgiler sağlar
(Turner 2002).
Kulak, sesin yönünü belirmede ve sesi oluşturan
düşük-frekans, orta-frekans ve yüksekfrekansları
algılamada farklı işleyişlere sahiptir.
Sesin psikoakustik ve fiziksel olarak akustik
karakteristikleri arasında fark vardır. Yoğunluk,
frekans ve dalga şekli gibi akustik
karakteristikler sesin fiziksel parametreleri ile
ilgilidir. Psikoakustik karakteristikler sırasıyla
sesin yoğunluğu (loudness), ses perdesi (pitch)
ve renk (timbre) gibi kulak ve beynin sesi nasıl
algıladığını içeren ses kavramına ilişkin terimleri
kapsar.

PSİKOAKUSTİK ALGI VE FİLM SESİ
Görme yetimiz ve yanılsamaların formları
Gestalt olarak tanımlanan psikolojik prensiplerden
etkilenir. Bu etkilenme şekli aynı zamanda
beynin duyusal sistemi aracılığıyla
bizim uzam ve zaman algılarımızı oluşturur
(Sonnenschein 2001: 77).

Bir filmin ses kuşağının yapılandırılmasında,
psikoakustik özellikler temel olarak alınabilir.
Film perdesi üzerindeki görüntü, ses ve hareket
algının ve anlamın tek bir boyutu ve içeriğin
tek bir vücudu içerinde bütünleştirilirler. Bu üç
öğe zamanı ve mekanı betimler. Ses burada bir
görüntünün sonucu değil, aksiyonun kaynağı

ve konusudur. Ses, bir filmde görüntü gibi,
dramatik bir öğedir.

Sesin algısı bağlı olduğu imgenin algısıyla
beraber kavranır ve ses daha çok imge aracılığıyla
sunulduğundan dolayı, imgeye göre ikincil
bir statüye sahiptir. Bu sebepten dolayı,
imgenin psikolojik algısı ses kuşağından farklıdır.
İzleyici ses kuşağında sunulan bilgileri
görüntü kuşağındaki bilgilerinden farklı algılar.
Christian Metz, kameranın kaydettiği imgenin
daha küçük parçalara ayrılmayan bir bütün
olduğunu fakat mikrofonun görülmeyen bir
dünyaya ait sesi kaydettiğini vurgular. Sesin bir
bütün olmadığını, diyalog, ses efektleri ve
müzik gibi kategorilere ayrılabileceğini söyler.
Metz, sesin imgeye göre daha farklı bir psikolojik
algı sunduğunu ve aynı zamanda da ait
olduğu objenin karakteristiğini de yansıttığına
dikkat çeker (Belton 1985: 64). Metz, filmde
beş bilgi kanalını tanılar:

1. Görsel imge
2. Basılı ve diğer grafikler
3. Konuşma
4. Müzik
5. Gürültü (ses efektleri)
Bu bilgi kanallarının çoğu görselden çok işitseldir
ve yalnızca birinci ve beşinci maddelerdeki
bilgi kanalları kesintisizdir. Ses hem zamanı
hem de uzamı yaratır ve sesin yaygınlığı
onun en çekici özelliğidir (Monaco 2001: 204205).
Mitry, perde üzerindeki dünyayı anlatabilmek
için, seslerin psikolojik etkilerinin görüntüye
fazladan bir içerik eklediğini, film karakterlerinin
iç dünyalarına doğrudan ya da dolaylı olarak
girebilmeyi sağladığını belirtir (Lewis
1984: 27). Filmlerin ritmik yapısını doğrudan
etkileyen müzik vasıtasıyla izleyici üzerinde
ritm duygusu rahatlıkla yaratılabilir. Bir filmin
atmosferini yaratmak, karakterleri tanımlamak,
mekanı ve zamanı betimlemek, geçişleri sağlamak
gibi, sesin temel işlevlerinden, izleyici
üzerinde psikolojik, sosyolojik ve ideolojik etki
yaratmak için, sesin psikoakustik özelliklerinden
yararlanılmıştır.
FİLM SESİNDE ALGISAL ÖZELLİKLER
Günlük yaşantımızda işittiğimiz seslere karşı
edindiğimiz tecrübeler, bize sesi algılamamız
hakkında bilgiler içerir. Gerçek yaşamdaki bu
sesler aynı zamanda da film sesinin kullanımının
merkezini oluşturur.
SES YOĞUNLUĞU
Algılanan bir nota ya da sesin gücüdür. Bir sesi
işitmek ve dinlemek çok kolaysa, onun ses
yüksekliği yüksektir. İşitmekte ve dinlemekte
zorlanılıyorsa, ses yüksekliği düşüktür. Film
sesi, ses yoğunluğunu sürekli olarak manipüle
eder. Yoğunluk, kamera ile ses kaynağı arasındaki
uzaklığı gösterebilir. Bu gerçek yaşamdaki
durum etkisini yaratabilir. Ses yoğunluğu düşebilir
ya da yükselebilir.
Ses titreşimleri hareket eden moleküllerin oranını
etkilemekle kalmayıp, aynı zamanda da
hareket tarafından belirlenen moleküllerin
sayını belirler. Bu sayı bir titreşimin yoğunluğuna
bağlıdır ve yoğunluk arttıkça, molekül
sayısı da artar. Bu nedenle, hareket eden molekül
sayısı, bir ses dalgasının büyüklüğünü
belirler ve genlik olarak tanımlanır. Genliğin
sübjektif etkisi de ses yoğunluğunu belirler
(Ergül 1998: 28).

Duyduğumuz ses, havadaki titreşimlerin sonucudur.
Titreşimlerin genliği bizim sesin yoğunluğuna
ya da hacmine olan algımızı oluşturur.
Örneğin, birçok filmde kalabalık bir cadde
çekimine bir trafik uğultusu eşlik eder. Fakat
iki kişi aynı caddede bir araya gelip kendi aralarında
konuşmaya başladıklarında caddenin
trafik uğultusu indirgenir. Yoğunluk aynı zamanda
algılanan uzaklık ile de ilişkilidir. Yüksek
yoğunluklu bir ses bize yakınlık etkisi
verir. Kalabalık caddede konuşan iki kişinin
örneğindeki gibi, trafik uğultusunun yüksek ses
yoğunluğu arka plana indirgenirken, konuşma
sesleri ön plana taşınmıştır. Ek olarak, film
sesinin yoğunluğundaki beklenmedik kesilmeler
ve yön değişimleri (genellikle dinamiklerdeki
değişmeler olarak tanımlanır) izleyicide
irkilme yaratabilir (Bordwell ve ark. 2004:
350).
Hitchcock’un Blackmail filminde ses kuşağı
kızın içsel sıkıntısını anlatırken, kamera kızın
kahvaltı hazırlayışındaki dış eylemi gösterir.
Daha sonra kız bir oyuncuyu bıçakla öldürür.
Komşusunun polise verdiği ifadeye kulak misafiri
olduğu sırada, komşusunun düşük seviyedeki
konuşması yavaş yavaş anlaşılırlığını
kaybeder ve yalnızca “bıçak, bıçak…” şeklinde
bir kelime işitilir. İzleyici dikkati, konuyla ilgili
sözlere yoğunlaştırılırken, kızın içsel dünyası
betimlenmeye çalışılır (Jacops 1973: 249).

KRİTİK BANTLAR
Birbirlerine çok yakın ve eşit sayılabilen iki
frekans birlikte hareket ettiğinde, işitsel algıda
darbeli frekanslar ya da sesler olarak hissedilir-
ler. Ses tonları arasındaki frekans farkı, işitilebilir
bir frekansın kendisi olduğunda, bir fark
tonu işitilebilir. Bazı dinleyiciler, toplam tonları
işitebildiklerini belirtiler. Kulak eşzamanlı
tonlar arasındaki farkı ayırt edebilecek yetenekte
olsa bile, 500 Hz altındaki tonlar ardışık
şekilde işitildiğinde, kulak yalnızca 2 Hz aralığındaki
ses perdelerini işitebilir (Pohlmann
1995: 359). Yapılan deneyler sonucunda, insanın
daha duyarlı ya da az duyarlı olduğu frekans
bantları saptanmış ve bunlarda kritik bantlar
olarak tanımlanmıştır. İlginç olan, kritik
bantların müzikte uyum ve uyumsuzluğu açıklamada
kullanılmasıdır. Frekans farkı olan ses
aralıkları, kritik banttan büyük olursa, uyum
gerçekleşir; kritik banttan daha küçük frekans
aralıklarında uyumsuzluk görülebilir. Bu frekans
uyumu ve uyumsuzluğu, film müziğinin
melodisel yapısını doğrudan etkileyebilir.
Kulak, 1 birim ile 1 milyon birim (volt ya da
watt değişimleri) yoğunluktaki ses seviyelerini
işitebilme yeteneğine sahiptir. Bu da, insanın
ses seviyelerini işitme alanının ya da ses dinamik
alanının genişliğini gösterir. Ancak, dinamik
alan geniş olsa da, kulağın duyarlılığı
frekansa bağlıdır. Kulağın fizyolojik yapısından
kaynaklandığı için, en çok algıladığı frekans
aralığı 1 ile 5 KHz arasıdır. Orta frekanslar
olarak tanılanan bu alan, işitsel algıda ses
parlaklığının başlangıcı şeklinde tanımlanabilir.
Bu frekansların aşırılığı ise kulakta tırmalayıcı
bir etki yaratır. Film ses tasarımcıları bu özellikten
sıkça yararlanırlar.

MASKELEME
Bir ses, diğer bir ses tarafından maskelenebilir
(gürültülü bir ses, ondan daha gürültülü bir ses
Psikoakustik ve Film Sesinde Algısallık (138-145)
tarafından maskelenebilir). Bu duruma frekans
perdelemesi ya da maskeleme denir.
Yüksek frekanslı sesler, düşük frekanslı seslerden
daha kolay perdelenmektedir ve ses yoğunluğu
da diğer seslere göreli olarak aynı kalmaktadır.
100 Hz ile 1 kHz’lik iki ses birlikte ve
aynı seviyede iletilirse, her iki ses de işitilir
fakat 1 kHz’lik ses daha yüksek olarak algılanır.
100 Hz’lik sesin seviyesinin yavaşça artırılması
ve 1 kHz’lik sesin genliğinin sabit tutulması,
1 kHz’lik sesi oldukça zor işitilir hale
getirir. Örneğin, bir senfoni orkestrasının bütün
enstrümanlarının yüksek ses seviyesinde çalması
durumunda, flüt gibi bazı enstrüman sesleri
işitilmeyebilir (Ergül 1998: 34-35).

Frekans perdelemesi aynı zamanda ses kayıt ve
kurgu operatörlerinin dikkat etmesi gereken
önemli unsurlardan biridir. Sesli bir film çekimi
esnasında atmosfer sesi değişken olabilir.
Bu durum, çekim planları arasında seste sürekliliği
etkiler ve bazı konuşma seslerini de maskeleyebilir.
SES PERDESİ

Ses perdesinin algılanması sübjektiftir ve frekansa
bağlı karmaşık özellikte olması nedeniyle,
kesin ölçütlerle tanımlanamaz. Ses dalgasının
şekli ve yoğunluğu gibi, diğer fiziksel nitelikler
de ses perdesini etkiler. Örneğin, 100
Hz’lik bir sinüs ses dalgası, yüksek seviyeden
daha yumuşak şekilde algılanırsa, çoğu dinleyici
yüksek sesin düşük ses perdesine sahip
olduğunu sanabilir. Gerçekte frekansta %10 bir
artış, düşük frekanslarda ses perdesindeki sürekliliği,
dinleyicinin nesnel olarak değerlendirebilmesi
için, gereklidir. Diğer taraftan, kulağın
en hassas olduğu 1 ile 5 kHz arasındaki
orta frekanslarda, genlik ile perdede hemen hiç
değişim görülmez. Müziksel tonlar ve ses
efektlerinde bu değişim daha azdır.

Ses perdesi bir sesin frekansı ile yakından
ilgilidir. Ses perdesi her ne kadar müzik ve
müzik notaları ile ilişkilendirildiyse de, aynı
zamanda insan sesi ve diğer sesleri de ilgilendirir.
Bir erkek sesinin perde seviyesi artırılarak
bir kadın sesine dönüştürülebilir ya da tam tersi
etki de yaratılabilir. Bu komik bir durum oluşturabilir.

Ses titreşimlerinin frekansı ses perdesini etkiler
ya da sesin algılanan düşüklük ya da yüksekliğidir.
Diyapazon gibi bazı enstrümanlar saf
tonlar üretebilirler. Fakat yaşamdaki ve filmdeki
birçok ses farklı frekansların bileşimiyle
karışık tonlara sahiptir. Bununla birlikte, filmdeki
faklı sesleri seçebilmede ses perdesinin
önemli bir rolü vardır. Aynı zamanda objelerin
tanımlanmasını sağlar. Gümbürtülü sesler içi
boş objelerin çıkardığı sesleri anımsatabilir.
Yüksek perdeli sesler de (şıngırtılı zil sesleri
gibi) düz ya da sert yüzeyli objeleri anımsatabilir
(Bordwell ve ark. 2004: 350).

Çok düşük ses perdesine sahip olan ses altı
(infrasonic) dalgalar kulak tarafından akustik
olarak işitilemese de, uğultu ya da sarsıntı
olarak algılanır. Böyle bir ses altı dalgası, ses
perdesi olarak değil, ritim olarak hissedilir.
İşitme sınırının üstü olan ses üstü (ultrasonic)
dalgalar ise, fazla yoğunlukta ortama yayılırsa,
işitilemez fakat bir ürperti ya da bulantı duygusu
yaratır (Sonnenschein 2001: 67).

Ses rengi belirli amaçlar içinde kullanılabilir.
How Gren Was My Walley filminde olduğu
gibi, genç bir erkek çocuğu sesini erişkin bir
adam sesi gibi çıkarmaya çalışır ve beceremez.
Buradaki espri ses rengine dayanmaktadır.
Marlene Dietrich’in konuşma tarzı çoğu kez
giderek yükselen bir tonlamaya sahiptir ve
sorgulama etkisi oluşturur. Ivan The Terrible
(Part I) filminin taç giyme töreni sahnesinde
saray şarkıcısı kalın bas bir sesle Ivan’a övgü
şarkısı söylemeye başlar ve her evrede ses
perdesindeki dramatik etki artar. Hitchcock’un
Psycho filmindeki kuş sesine benzer çığlık,
yüksek ses perdesiyle çalınmış kemanların
sesiydi ve birçok müzisyen bu sesin enstrümanlar
tarafından oluşturulduğunun farkına varamadılar
(Bordwell ve ark. 2004: 350).

DOPPLER ETKİSİ
1842’de Avusturyalı fizikçi Christian Johann
Doppler, hareket halindeki bir ses kaynağının
ses etkisini vurgulamak için bir bildiri yayımladı.
Doppler, ses dalgalarının, hareket halindeki
ses kaynağının hızıyla tümleşik fakat ses
kaynağı uzaklaştıkça yayılarak hareket ettiklerigörüşünü savundu. Örneğin, hareket halindeki
bir yarış arabasının ön tarafında ses dalga boyları
daha kısadır, ses frekansı yüksektir. Araba
ilerledikçe, ses dalga boyları uzar ve ses frekansı
düşerek bas sese dönüşür, yoğunluk azalır.
Film yapımcıları bazı objelere hareket ediyormuş
izlenimi vermek için bu etkiden yararlanırlar.
Indiana Jones and the Temple of
Doom filminin sonlarına doğru, ok seslerine bu
tür bir etki eklenmiştir ve sese bağlı olarak
objeye hareket izlenimi kazandırılmıştır (Tomlinson
1997: 17).

Doppler etkisi bazı filmlerin ses kuşağında
anlamı olduğundan fazla güçlendirmek amacıyla
abartılı bir biçimde kullanılabilir. Örneğin,
kurşun, roket gibi oldukça yüksek bir hızla
hareket eden objelerin frekans boyları ve yoğunlukları
değiştirilerek, suni bir hareket etkisi
oluşturulabilir. Bu tür ses etkileri izleyicide
abartılı duyumların oluşmasına neden olur
(Sonnenschein 2001: 88).

SES RENGİ
Sesin harmonik bileşenleri sese rengini ya da
ton niteliğini verir. Aslında ses rengi, sesin
genliği ya da frekansından daha az derecede
temel akustik bir parametredir. Fakat sesin
“duyumunu” tanımlamada gerekli bir karaktere
sahiptir. Bir kişinin sesini (genizden konuşması
gibi) ya da bir müzik notasının yumuşaklığını
tanımlarken ses renginden söz etmiş oluruz
(Bordwell ve ark. 2004: 351).

Şarkı söyleyen bir kişinin sesi, kulağa hoş
gelen bir ses rengi üretir. Öksüren ya da horlayan
bir kişinin sesi de, gürültülü bir ses rengi
üretir.

Film yapımcıları sürekli olarak ses rengine
müdahale ederler. Ses rengi, bir filmin ses
kuşağındaki müzik enstrümanlarının seslerini
birbirinden ayırt etmede yardımcı olur. Ses
rengi gerekli durumlarda ortaya çıkar: romantik
sahnelerin klişeleşmiş saksafon sesi gibi. Rouben
Mamoulian’nın Love Me Tonight filminin
açılış sahnesinde insanların güne başlaması
objeden objeye geçen bir müzikal ritim içindedir
–bir süpürge, bir halı dövme aleti-ve objelerin
birbirinden farklı ses renkleri bu bölümdeki
canlılığı oluşturur. Peter Weir’ın Witness
filminin ses kuşağı hazırlanırken, kurgucular
seslerde 20 ya da daha fazla yıl öncesinde kaydedilmiş
etkisi yarattılar. Böylece daha eski ses
kayıtlarının indirgenen modern ses rengi,
Amish toplumunun rüstik inziva etkisini oluşturabilecekti
(Bordwell ve ark. 2004: 351).

Birçok filmde diyalog seslerini, filmdeki diğer
işitsel unsurlardan (ses efektleri ve müzik) daha
belirgin bir hale getirebilmek için, seslerin orta
frekansları aşırı yükseltilir. Seslerin doğal niteliği
bozulur, frekans aralığı daralır ve sanki
genizden konuşuyorlarmış gibi kötü bir ses
etkisi yaratılır. Ses kuşağı bir bütün olarak
değerlendirildiğinde, sanki farklı iki filmi aynı
anda izliyormuş gibi bir etki oluşturur. Çünkü
ses efektleri ve müzik geniş bir frekans aralığında
izleyiciye sunulurken, diyalog sesleri de
kulağı tırmalayan, sadece orta frekanslardan
oluşan dar bir frekans aralığında sunulur (Holman
1997: 42).

Seslerin orta frekanslarını yükseltmek bazı
durumlarda gerekli olabilir. Örneğin, orta ve
yüksek frekanslardan yoksun bir sesi daha
anlaşılır bir hale getirebilmek için, sesin orta ve
yüksek-orta frekansları artırılabilir. Çünkü
düşük frekanslara sahip bas bir insan sesinin
anlaşılırlığı ve ses kalitesi çoğu zaman rahatsız
edicidir.

Ses yoğunluğu, ses perdesi ve ses rengi bir
filmin sese ait dokusunu tanımlamak için etkileşim
içindedirler. Örneğin, bu özellikler bize
farklı karakterlerin seslerini çağrıştırır. John
Wayne ve James Stewart yavaş konuşurlar
fakat Wayne’nin sesi Stewart’ın sözcükleri
uzatarak konuşmasından daha gür ve serttir. Bu
fark, karakterlerin birbirine keskin bir zıtlık
oluşturduğu The Man Who Shot Liberty Valance
filminde büyük bir fayda sağlamıştır
(Bordwell ve ark. 2004: 351).

SONUÇ

Film seslerinin alımı, işlenmesi ve iletimi sürecinde,
psikoakustik özellik içeren yönel bilgilerin
kullanımı, film ses izlerinin yapılandırılması
ya da üç boyutlu kodlanması sürecine yeni
dinamikler getirebilir. Filmin sadece yapım
aşamasında değil, aynı zamanda filmin sunumunda
kodlu seslerin izleyiciye ulaşmasında
sorunlarla karşılaşılmaktadır. Film ses tasarımcıları
yapım aşamasında sesleri en doğru şekilde
görsel ve işitsel yapıya uygun olarak yapılandırsalar
bile, izleyici bu sesleri aynı işitsel düzlemde algılayamayabilir. Bu sorunları gi
Psikoakustik ve Film Sesinde Algısallık (138-145)

dermek için, sinema salonlarının yeni üç boyutlu
ses uzamından yararlanmasını gerektirir.

Bütün bunlardaki temel çaba, filmin izleyici
üzerindeki etkilerini arttırmaktır. Görüntü ve
ses teknolojisindeki gelişmeler, film izleme
mekanlarını etkilemiş ve çevresel ses sistemleri
ile seslerin üç boyutlu dinlenebilmesini sağlamıştır.
Bununla birlikte, ses tasarımcıları, yapım
ve yapım sonrası aşamada, filmlerin ses
izlerini yapılandırmak ve sesleri üç boyutlu
kodlamak için ek bir sorumluluk yüklenmişlerdir.
Ancak, bu yeterli değildir; sesleri kodlarken,
müzik, ses efektleri ve diyalogu içeren
toplam ses boyutunu ve izleyici üzerindeki
etkili olan frekansları ve bunun seviyelerini
ayarlamak için, psikoakustik bulgulardan yararlanılmalıdır.

Filmi kodlayan ve kodu çözen de insan olduğuna
göre, insan üzerine araştırma yapan bilimlerin
ya da disiplinlerin çıktılarından ya da
önerilerinden yararlanmak, film yapımını daha
da zenginleştirebilir. Ses de görüntü gibi filmin
başrol oyuncusudur. Film sesinin oluşmasında,
izleyicilerin sosyal, siyasal ve duygusal
gereksinimlerini karşılamak için, psikoakustik
sürecin de işe koşulması yararlı olur.

Ancak hiçbir filmin akustik atmosferi, hiçbir
ses sistemi ya da ürünü, mekanik bir süreçle
tasarlanmamıştır. Bu nedenle tasarım, her biri
kendi kriter ve öncelik hiyerarşisine sahip tasarımcılar
tarafından gerçekleştirilebilir. Tasarımcıların
üç önemli aracı vardır: bilgi, deneyim
ve doğru yargı.

 
Gönderildi : 19/05/2015 4:16 pm
(@spidervis)
Gönderi: 1247
Admin
 

Yazı Reha Recep Ergül'e aitmiş. PDF versiyonu şurada: http://josc.selcuk.edu.tr/josc/article/view/240/234

Paylaştığınız için çok teşekkür ederim. İki çırpıda okudum. Okurken hem bazı şeyleri doğru öğrenmişim diye sevindim hem de daha bilmediğim çok detay var diye gözüm korktu.

 
Gönderildi : 20/05/2015 4:00 am
(@saintmua)
Gönderi: 0
 

Yazı Reha Recep Ergül'e aitmiş. PDF versiyonu şurada: http://josc.selcuk.edu.tr/josc/article/view/240/234

Paylaştığınız için çok teşekkür ederim. İki çırpıda okudum. Okurken hem bazı şeyleri doğru öğrenmişim diye sevindim hem de daha bilmediğim çok detay var diye gözüm korktu.

Link ölmüş. Elinde varsa bana yollarmısın? Teşekkürler.

 
Gönderildi : 23/09/2017 2:28 am
(@spidervis)
Gönderi: 1247
Admin
 

Link ölmüş. Elinde varsa bana yollarmısın? Teşekkürler.
http://josc.selcuk.edu.tr/article/view/1075000240/1075000234

Link değişmiş. Yenisi bu.

 
Gönderildi : 23/09/2017 2:49 am
(@saintmua)
Gönderi: 0
 

Çok teşekkürler.

 
Gönderildi : 24/09/2017 1:19 am
Paylaş: