Forum

Marx ve Sanat
 

Marx ve Sanat

6 Gönderi
3 Üyeler
0 Reactions
3,223 Görüntüleme
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

Yeni blog yazımdır:
http://esekcinneti.wordpress.com/2011/07/22/marx-ve-sanat/

 
Gönderildi : 22/07/2011 6:01 pm
(@fsakar)
Gönderi: 0
 

Konu aslında Marx değil, kapitalizmin yarattığı sanat bunalımı anladığım kadarıyla. Ancak bu fikre katılmayacağım.

Kapitalizm dediğimiz, serbest piyasa ekonomisi ile yönetilen ülkelerde yetenekle doğup, yok olup gitmiş insanlar olduğu doğru. Yeteneğiyle bir zamanlar meşhur olup da daha sonra insanlar olduğu da doğru. Ancak bu sorunlar temelde birilerinin suçu değil. Eğer marksist perspektifden bakarsanız bunu birilerinin suçu olarak görebilirsiniz ancak malesef değil.

Sanat, bakış açılarına göre farklı türlere ayrılır elbet. Toplumcu sanat da marksistlerin sanata bakış açısıdır. Ancak bunun genel bir sanat anlayışı olması mümkün değildir. Çünkü insanlık değerlerini işleyen sanat asla bireyin duygularına hitap edecek sanatı alt edemez. Sanatın toplum için var olanı olsa da, insanlar için her zaman en özel olan sanat anlayışı bireysel duygu ve düşüncelerine hitap eden sanat olacaktır.

Sovyetler Birliğinde 3 nesil yetişmiş olmasına karşın toplumcu sanat anlayışı ne durumda kalabilmiştir? Sanat topluma yön gösterebilmiş midir? Malesef hayır. Peki neden? Çünkü bugün marksist fikriyata sahip tüm sanat eserleri, marksizmin gerçekleştirildiği süreçde değil, marksizmin gerçekleştirilmesi için kavga edilen süreçde yaratılmıştır. İlginç ki, Sovyetler, sanat konusunda oldukça sansürcü, dayatmacı ve baskıcı bir karaktere de sahiptir.

Geçenlerde bir senaryo kitabında yazılanı size aktarıyorum;
"Devrim öncesi" bir dönemde çekilen sosyalist içerikli filmlerde toplumsal çatışmaların bir dram öğesi olarak kullanılması sorun yaratmaktadır. Milan Kundera'nın ileri sürdüğüne göre konusu çağımızda geçen Sovyet filmlerinde, sınıfsız bir toplumun gerçekleşmiş, en azından gerçekleşme yolunda olduğu gerekçesiyle sinemacılara gerçek toplumsal kavgaların gösterilmesine artık izin verilmiyor. Kundera'ya göre senaryoda artık yalnızca "iyiyle mükemmel" çatışabilecek ve senaryo yazarının bir öykü yaratmak ya da geliştirmek için başvuracağı en son kaynağı aşka ilişkin yanlış anlamalar oluşturacaktır.

Sinema için konuşalım. Bir öyküyü ilerleten şeyler vardır, bunlardan biri çatışmadır. Çatışma, kavga, zıtlıklar... Bu yöntemleri kullanacak bir sanatçı, muakkak öyküsünü de gerçek hayattan beslenerek ortaya çıkaracaktır. Bu yüzden en güzel sanat eserleri, en kötü sosyal durumlarda ortaya çıkmıştır. Bir örnek; shostakovich'in Stalingrad bombalandığı sırada her düşen bombayı metronom olarak hesaplayıp müzik bestelemesi...

 
Gönderildi : 22/07/2011 11:45 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

Fikirlerini özetleyecek olursam:

1) Bireysel duygu ve düşüncelere hitap eden sanat, topluma hitap eden sanattan daha etkilidir.

2) Sovyet sineması topluma yön verememiş, başarılı bir sinema olamamıştır.

3) Çatışmanın olduğu yerde iyi eserler ortaya çıkar, o nedenle çatışmasız bir toplumda iyi eserler ortaya çıkmasını bekleyemeyiz.

Cevap verecek olursam:

1) Bireysel duyguların toplumsal mevzulardan soyutlanması o kadar basit değildir. Dolayısıyla, daha önceki bir başlıkta söylediğim üzere, benzer şekilde bireysel olarak okuduğun herhangi bir olay aslında toplumsaldır. Sadece görebilmekle alakalıdır bu. O nedenle zaten bireysel sanat toplumsal sanat gibi bir ayrımdan söz edemeyiz. İkisi de iç içedir.

2) Sovyet sineması başarılı olamamıştır, başlangıcı hariç. Bu doğru. Ama ben defalarca ifade etmiştim bunu daha önce, ben bir Sovyet hayranı değilim. Sovyetlerin baskıcı ve sansürcü olduğu kısmına da katılıyorum. Ben daha çok Sovyetlerin bir eleştirisi olan Batı Marksizm'i taraftarıyım ve bu yüzden Sovyetler = Marksizm gibi bir eşitlik söz konusu değil benim için. Aksine bu eşitliği bozma uğraşı içindeyim.

3) Çatışma da her daim vardır. Sosyalist bir dünyayı çatışmadan bağımsız, güllük gülistanlık bir ortam olarak tasavvur etmiyorum. Yazının kendisi de "her insanın ortaya çıkabilecek ve sanat yapabilecek" olduğunu söylüyor. Sosyalizmi sadece buna olanak sağlıyor olabileceği için kutsuyorum. Sosyalist dünyada insanolu şu an için öngeremeyeceğimiz bir sürü çatışma yaşar, ama her insan yaşadığı çatışmayı ifade edebilecek olanağa sahip olur. Fark buradadır.

 
Gönderildi : 23/07/2011 1:37 am
(@fsakar)
Gönderi: 0
 

Kezzap bu dünyaya gelmiş ve gelecek olan tüm devletler her zaman sansürcü ve baskıcı olacaklardır. Bu iktidar denilen güç kavramının bir problemidir. Çözüm ise devlet ile diğer güç odaklarını dengelemek yani merkez siyasette, sosyal demokrat bir çizgiye sahip olabilmektir kanımca. Sadece marksizm değil, devlet-birey ve devlet-özel sektör dengelemesini yakalayamayan her ülkede bu tip özgürlük sorunları mevcut olacaktır. Bunun da sanata etkisi muakkak olacaktır.

Ayrıca toplumsal içeriği öncül olan bir sinema filmi bana kalırsa mevcut olamaz. Misal "devrimden sonra". Çok çok kötü, tutarsız bir film. Amaç ne o filmde? Belki halka sosyalizmi anlatabilmek. Ancak mümkün mü hiç böyle bir şey? Mümkünlüğünü geçelim, devrimden sonra filminde karakterler bile açık ve net değil. Karakterlerin açık ve net olmadığı toplumsal filmler (devrimden sonra gibi) kötü sıfatını taşımaya mecbur bence.

Toplumsal olaylar veya koşullar, bireyler etrafına gelişen öykülerin ancak yan ve senaryoda belirli bir görevi olan işlevi olabilir. Daha ötesi olamaz kanımca.

 
Gönderildi : 23/07/2011 7:15 am
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

Şimdi senin söylediğin şeye bakınca sen siyasi alan ile ekonomik alanı birbirine fazlasıyla karıştırıyorsun.

Devletin gücünün toplumsal alan ile dengelenmesi fikrine katılıyorum, hatta bunu ben de savunuyorum ama bu pek tabii sosyalist bir düzen için de mümkün. Hatta bence toplumun bütün alanlarının katıldığı bir demokratik zemin için kapitalizm uygun bir alan oluşturmuyor. Çünkü kapitalizmde çok nettir ki belirli ve diğer güçlerle eşit bir temsiliyet oluşturabilmek için ekonomik güce sahip olmak gerekiyor. Ekonomik gücün eşitliği bütün alanların kimliklerin vs. eşit bir katılımına sebebiyet verecek toplumsal bir çerçeve oluşturur.

Devrimden Sonra filmi üzerine bir şey diyemem... İzlemedim henüz...

Toplumsal öncüllük bir tercih değil. Bu kaçınılmaz bir şey. Ben siyasi meseleler üzerine eğilmesi gerekliliğinden bahsetmiyorum filmlerin. İki kişi arasındaki aşkı anlatan bir film pek tabii ki politik bir tercih yapar. Bunu istemeden olsa bile yapar. Bu insanın kaçınılmaz bir şekilde toplumsal bir varlık olmasıyla alakalı bir şey.

 
Gönderildi : 23/07/2011 12:12 pm
(@hegel)
Gönderi: 0
 

Jean Baudrillard'ın sanat ile ilgili önemli sözleri var ve kezzapın fikirlerine yakın duruyor. Sanat uzun zamandır kendi anlamını aşarak bambaşka bir şeye dönüşmüştür. Her türlü deneyselliğe açık olması, bir tür mutasyon geçirmesine yol açmıştır ve bu yüzden tanınmaz haldedir. Mimarisi güçlü bir yapıya da sanat eseri denilebilmektedir; kendinden geçmiş birinin saçmalamalarına da. Yani kıstas, kumpas, kural gibi genellemeler silinmiştir. Bu atmosfer ister istemez sinemaya da sirayet etmiştir. Filmlerdeki karakterlerin tamamına yakını başlangıçta bir sıkışmışlığın içinde bize sunulur. Ve peşisıra kendilerini bir şekilde dönüştürerek, sözümona bu sıkışmışlıktan kurtulurlar. Aslında değişen birşey yoktur ve bu aldatmaca bize türlü sanatsal numaralarla kabul ettirilmeye çalışılır. İşte bu sanatsal numaralar, bu günümüzün gözboyayıcı, kabul edilebilir zihniyetten sapmış, kendini herşeye açarak özgürlüğüne kavuştuğunu sanan anlayıştan beslenmektedir. Yani, kurumsallaşmış şirket anlayışının yayılma politikalarını hayata geçirirken, etrafa ve kişilere verilebilecek olan "küçük" zararları görmezden gelme hali.

J.Baudrillard'ın sözlerine dönecek olursak,

Jean Baudrillard, 1996’da Sanat Komplosu’nu yayınladığında, artık çağdaş sanatın varlık nedeni kalmadığını ilan ederek sanat çevrelerinde büyük bir skandala yol açtı. “Sanat, bayağılığa, atıklara, vasatlığa, değer ve ideoloji diye el koyuyor,” diye yazmış, çağdaş sanatın hükümsüz olduğunu, bir hiç olduğunu belirtmişti. Bu “saldırı” karşısında bazı eleştirmen ve küratörler Baudrillard ismini defterlerinden sildiler; işi bilenlerse, yankılar uyandıran bu parlak “skandalın” şehvetli ürpertisini hissettiler yalnızca. Sanat hakkında ne söylendiği önemli değildi – yeter ki sanattan söz edilsin. Dünya çapındaki “Yeni Sanat Düzeni,” öylesine güçlü ve göz kamaştırıcıydı ki, kendisine yönelik her türlü tehdidi kışkırtmaya da, bu tehditleri sindirip massetmeye de muktedirdi. Sanat Komplosu’nda Baudrillard da tam olarak bunu iddia ediyordu: Eleştiri bir eleştiri yanılsamasına, tüketim düzenine içkin bir karşı-söyleme dönüşmüştü. Günümüzde sanat, tıpkı herhangi bir ticarî işletme gibi, kariyer fırsatları, kârlı yatırımlar ve yüceltilmiş tüketim nesneleri sunuyor. Sanatla ilgisi olmayan her şey sanata dönüşmekte. Roland Barthes, “Amerika’da cinsel ilişki dışında her yerde cinsellikle karşılaşabilirsiniz,” derdi. Şimdi her yerde sanat var, sanatta bile.
Sylvère Lotringer

Sanat Komplosu kitabının arka sayfasından

BAUDRILLARD’IN SANAT ANLAYIŞI ÜZERİNE BİR İNCELEME

............
Artık çağdaş sanatta yer alan imgeler kişide hiçbir anlam ifade
etmemektedir. Çünkü bu imgeler gerçek dünyada hiçbir anlamlı varlığa
gönderme yapmamakta, aksine kendileri bizzat gönderme yapacakları
varlıkların yerini almaktadırlar. Baudrillard, “imgeler artık gerçekliği
yansıtan bir ayna değil, gerçeğin yerini alıp onu hipergerçekliğe
dönüştüren şeylerdir” derken tam da bu duruma açıklık getirir. Yani imge
ortada gerçek bir nesne olmadığı için hiçbir anlam taşımamakta bizzat
kendisi gerçeğin yerini alarak bir simülasyona dönüşmektedir. Sonunda ise
çırılçıplak kalan imge Baudrillard’ın ifadesiyle “sanal bir gerçekliği tüm
ayrıntılarıyla yansıtmakta ve düş gücünün yitirilmesine sebep olmaktadır”.
Böylece gerçeklik de başarılı bir şekilde sistem tarafından yok edilmiş olur
(Baudrillard, 2002:12).
..........
Sanatın ticarileşmesini Baudrillard, “tüketime özgü tüm alanlarda
ekonomik değiş tokuş değeri (para), gösterge değiş tokuş değerine
(prestij) dönüşmekle birlikte bu aşamada da kullanım değerinin de mazeret
olarak öne sürüldüğünü” belirtmektedir (Baudrillard, 2009:129). Burada
önemli olan bir sanat eserinin (tablonun) yapımında kullanılan tüm
malzemelerin maliyetleştirilerek (değişim değeri) ve buna emeğinde
eklenip fiyatın ortaya çıkarılması değil, sanat eserinin ekonomik değerinin
yadsınıp onun gösterge değerine dönüştürülmesidir. Baudrillard, gösterge
değerini bir bakıma “imza fetişleşmesi” yle ilişkilendirir. Bir tablo kullanılan
malzeme türü ya da özgünlüğü ile yaratıcılığı ne olursa olsun sahip olması
gereken şey tablonun altında yer alan şeydir: İmza.
Bu imza sayesinde tablo bir anlam kazanır ve esere bu yolla
“biriciklik” özelliği katar. Kişiler bu imzaya sahip olmak için, tıpkı
koleksiyonculukta olduğu gibi, ona sahip olmak için birbirleriyle yarışır ve
ona sahip olan kişi bu imza sayesinde farkındalık kazanır. Baudrillard
imzanın “sihirli bir işleve sahip olduğunu belirtirken” onun tablonun içini de
anlamsızlaştırdığını vurgular (Baudrillard, 2009: 120). Çünkü imzayı atanın
tek bir görevi vardır: İmza atmak. Dolayısıyla Baudrillard, kişinin yaptığı
tablonun yaratıcılık ve özgünlük dışında fırça sallamaktan başka bir işe
yaramadığını belirtir. Fırça sallama eylemi ise sadece boyaları tuvale
aktarmaktan öteye gidememiştir. Baudrillard, tablolar arasındaki farklılığı
ise “sadece fırça darbesindeki yaratıcılıkla (çizgi-leke-boya akıntıları)”
ortaya çıktığını belirtir (Baudrillard,2009:121). Bu fikrini ise
Rauschenberg’in 1957 yılında yaptığı “ Factum I” ve “Factum II” başlıklı
tuvalleriyle örneklendirir.
.........
Baudrillard, çağdaş sanatın Rauschenberg dışında iki başrol
oyuncusunun da olduğunu belirtir. Bunlardan biri Andy Warhol, diğeri ise
Duchamp’dır. “Sanatın Kurduğu Komplo” adlı çalışmasında da bu kişileri
her sıradan nesneyi sanat nesnesi haline dönüştürmelerinden bahsederken
neyin sanat olduğunu da belirlemenin güç olduğunu vurgular. Çünkü
çağdaş sanatta herhangi bir nesneyi sanat nesnesi yapan şey mekân
bağlam ilişkisi içinde olmasıdır. Sanat galerilerinde ya da müzelerde
sergilenmesi her çeşit nesneyi sanat nesnesi haline getirebilir. Bu da sanat
eseri olarak kabul edilebilecek olan nesnelerin sınırını ve çeşitliliğini hızla
arttırır Duchamp’ın sanat eseri olarak nitelendirdiği bisiklet tekerleği bir
bisiklet tamircisine götürdüğünde bu sıradan bir tekerlek olacaktır. Fakat
onun galeride sergilenmesi onu farklı bir bağlama sokarak sanat nesnesi
haline dönüştürmüştür (Boynudelik, 1999:28).
Aynı zamanda herkesin yapabildiği adına sanat denen işlerin
anlamsızlığı, beş para etmezliği ortada iken hem sanatı, hem sanat adına
üretilen ne varsa, ortadan nasıl kaldırabileceğini sorgulayan sanatçının
büyük sanatçı olabileceği fikrini dile getirir. Bu noktada A. Warhol ve M.
Duchamp’ın çalışmaları daha anlam kazanır, bazı eserler de (Duchamp’ın
1917 yılında yaptığı Pisuar ve çelik bisiklet çalışması gibi) düşünürün bu
fikrini doğrudan destekler niteliktedir.
..........
Amaçsız, ölçüsüz, iş olsun diye yapılan her şeyin sanat sayıldığı
modern dünyada, bir pisuar ya da vesikalık fotoğraf’ın sanat eseri
sayılaması acaba ne ölçüde doğrudur? Bu düzeysizliği sorgulayan
Baudrillard, bu konuda herkesin bunu sorgulamasını ve sorgulayan kişinin
de “gerçek sanatçı” olduğunu savunur. Zaten, “artık resimler bakılmak
için değil tüketilmek için yapılır” der Baudrillard. Eserlerinde tam da bu
sorguyu günümüz insanına estetik şiddet şeklinde sunan A. Warhol ve M.
Duchamp, Baudrillard’ın bahsettiği, sanat dünyasının kurduğu komployu
kendi yöntemleri ile açığa çıkarmışlardır. Buna karşın çağdaş sanatçılar,
komplonun parçasıdırlar, sanatsal üretimden çok, büyük tartışma ve
sansasyonlarla önemli olma yolunu seçerler. Yaşam biçimi ve marjinalik ile
popüler olmayı, geniş kitlelerin ilgi odağı olmayı, onları etkilemeyi denerler
ve genelde başarılı da olurlar. Modern sanatçı ürettiklerinden çok,
kendisiyle, kendisini üretmesiyle gündemdedir. Sanatçı ve sanat yapıtı
ticari piyasanın maddi kurallarına göre şekil almıştır. Ticari nesneden hiçbir
farkları kalmamıştır. Sanat, büyük paralarla alınıp satılabilmenin ötesinde,
kendisi bizzat sektör haline gelmiştir. Baudrillard’a göre bugün Batıda
sanat tek değer ölçüsünün para olduğu devasa boyutlardaki eğlence ve
gösteri sanayinin tüketim nesnesinden başka bir şey değildir.
..........
Baudrillard’a göre çağdaş sanat “düzeysizliğin katmerlisi” şeklinde
vurgulanmıştır. Çünkü sanatın artık bir işlevi, değeri ve anlamı ortadan
kalkmış sadece yapısal değer yasasına göre belirlenen bir nesne halini
almıştır. Artık sanatçı eleştirdiği dünyanın tüm değerlerini kabul etmiş ve
bu doğrultuda üretim yapan kişi haline gelmiştir. Baudrillard’a göre gerçek
sanatçı dünyaya karşı dimdik ayakta duran ve tepkisini sanata yansıtan bir
kişi olmalıdır.
Çağdaş sanatta ise önemli olan eserin ne anlattığı ya da ne
şekilde bir haz duygusu meydana getirdiği değil, altında taşıdığı imzanın
kime ait olduğudur. Bu sayede markalaşan eser, tüketim kültürünün de
tam ortasında yer almaya mahkûm edilmiştir.

Yazının tamamı için:
http://art-e.sdu.edu.tr/docs/3_bayraktaroglu_terli_cam_07.pdf " onclick="window.open(this.href);return false;

Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer

http://kalemoynatanileayoynatannbulutuuyer.blogspot.com.tr

 
Gönderildi : 23/07/2011 3:22 pm
Paylaş: