Forum

Ülkemizdeki Altyapı...
 

Ülkemizdeki Altyapı-Üstyapı Sorunu

4 Gönderi
3 Üyeler
0 Reactions
1,408 Görüntüleme
(@ali-unal)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Uzun zamandır canımı sıkan bir durum bu. Marx ya da Gramsci ayarındaki bir üstyapı-altyapı ilişkisinden bahsetmiyorum. Çok daha elle tutulur bir mesele olarak bahsetmek gerekirse, popülist saikle önce mahallelerin kurulması ve ardından da gerekli kanalizasyonun yapılması için yolların, kaldırımların sökülmesi en kanlı canlı örnek olarak verilebilir. Buradaki temel mesele, hiçbir zaman görülmeyecek ve yapanın ne kadar iyi bir iş yaptığını kısa vadede ortaya seremeyecek olan altyapının (bir anlamda "öz"ün), her ne kadar "işlevsel" olsa da üzerine titrenmemesi ve özen gösterilmemesi. Daha açarsak eğer, bir politikacı, kısa vadedeki amacı olan oy toplama hedefine varmak için, hem daha uzun sürecek hem de oy verenin görsel hafızasına ve iradesine doğrudan bir bombardıman yapamayacak olan altyapı faaliyetlerinden (kanalizasyon, yol, elektrik, su, telefon hatları vs.) feragat ederek, "işlevsel" olmayacak olsa bile görsel şölen yaratacağı ve somut iş olarak kabul edileceği için (bir anlamda "biçim"), ancak o altyapının düzgün bir şekilde oluşturulması şartıyla kurulacak olan üstyapı (Metrobüs, köprü, üstgeçit, gökdelenler vs.) üzerine çalışmayı tercih ediyor. Sonuçta, özü olmayan bir biçimin, sakat geleceği üzerinde koca bir hayat bina ediliyor. Sonra açılsın delikler, sokaklar, mahalleler; geçsin kanalizasyon boruları, elektrik kabloları vs. Daha kötüsü de var: Seller, depremler, trafik sıkışıklıkları...

Siyasî bir örnek olarak versem de, aslında bu anlayış gündelik hayatımızda da çok sık başvurduğumuz bir durum. Özü önemsemeden biçime yönelmek, altyapıyı yerleştirmeden üstyapıyı bina etmek. En kabasından, ısınmadan halı saha maçına başlayan amcamın, maça başlar başlamaz bacak arası yapmaya çalışmasından bahsediyorum. Buradaki meselenin yalnızca gösteriş merakından kaynaklandığını düşünmüyorum. Bütün bu anlayışın kökeni, bana, ülkemizdeki insanlara bir şekilde yerleşmiş olan o gecikmişlik hissinde yatıyor gibi geliyor. "Geç kaldık, Dünya akıyor, Ay'a çıkıldı, nasıl olur, bir de halı saha maçına çıkmadan ısınacak mıyız? Vakit yok aga, başla hadi başla!" Cem Yılmaz'ın, Arog'daki, bir an önce çağ atlamak isteyen Arif karakterinde metaforlaştırdığı bir mesele bu. Zaman akıyor ve biz zamandan hızlı gitmek zorundayız. Sanki.

Mesela Tenis. Birkaç farklı zemin üzerinde oynanır. Kort tenisi yani. Bu pazartesi başlayacak olan Wimbledon çimde, geçen ay biten Roland Garros toprakta oynanır. Bir de sert zemin vardır. Asfalttan yapılır. Yol gibi. Neyse. Her kortun kendine has farklılığı, topu sıçratabilme özelliği vardır. Örneğin çimde top çok fazla sekmez, yere çarptığı anda hızlanırken, sert zeminde daha çok zıplar. Buna göre tenisçiler her kort için farklı taktik geliştirirler. Bir de, toprak kortta tenis oynayanları izlediğinizde, bazı tenisçilerin raketleriyle ayakkabılarının topuklarına ve yanlarına vurduklarını görürsünüz. Amaçları, ayakkabının tabanındaki deliklere giren ve tenisçiyi rahatsız eden toprağı düşürmektir. İşte bu son bahsettiğim hareketi, ne yazık ki, sert zeminde, yani asfaltta tenis oyanayan üniversite öğrencilerinin %60'ının da yaptığını görürsünüz. Biçim itibariyle bu hareket, o alanda bir uzmanlık işareti olarak addedildiği için, bir an önce acemilik aşamalarını geçmek isteyen kişilerin tutunduğu dal oluveriyor. Yani o hareketi yaptığında tenisi de iyi oynayabileceğini (mi) düşünüyor. Bu konuda söyleyecek söz bulamıyorum.

Tenisi, kortta oynamaya başlamadan önce saatlerce, günlerce duvarda antreman yapmak gerekirken, bir an önce kortta "maç" yapmaya başlamak da benzer bir anlayışın sonucu. Bekleyemiyoruz. Hemen görmek istiyoruz. İyi olduğumuzu biliyoruz (düşünüyoruz) ve bunun hemen takdir edilmesini bekliyoruz. İlk çektiği filmin başına, eritme efektiyle "A film by Ali Ünal" yazan yönetmenin beklemeye tahammülü yok, pişmeye tahammülü yok. Kurgu ve ışık, onun için eritme efektiyle jenerik yazmaktan daha az önemli. Detaya ayıracak zamanımız yok. Zamanımız olsa bile inancımız yok. Böyle olduğu için, insanlara daha az saygı duyuyoruz. Halı saha maçı için ısınan dayım dalga konusu oluyor, saatlerce duvarda forehand çalışan Ali'nin "hiç mi işi yok" oluyor. Bu meseleyi, Özal'ın yerleştirmeye çalıştığı köşe dönme düsturunda arayabilir miyiz, bilemiyorum ama gerçekten bu anlayışı çok büyük bir sorun olarak görüyorum.

 
Gönderildi : 21/06/2009 4:24 am
(@franc)
Gönderi: 0
 

Bu birazda ırkın özelliği gibime geliyor. Türkler göçebeliği dnasına işletmiş. Asya'dan Avrupa'ya doğru gidiyorduk. Biri durdurmasa başkentimiz Roma olurdu. Sonra bizi attıklarında geri dönerdik, orayada yerleşmez başka yere giderdik.

İskenderun neresi biliyor musunuz bilmiyorum ama, Fransızlar burayı işgal ettiğinde, adamlar direk şehrin haritasını çıkartıp, yerleşkesini düzenlemiş. Burası nerdeyse 500 yıldır Osmanlı'nın 39' dan sonrada Türkiye'nin bir şehri, ama ne Osmanlı bir şehir planı çıkarmış nede Türkiye. Abim inşaat mühendisi, bir proje yapılacağı zaman, "Fransız'ların perşomenini kullanıyoruz, müzeye versen tarihi eser olur" diyor. Fransız'ların 5-6 yılda yaptığını biz hiç yapmamışız, yapmıyoruzda.

Değişmeli mi? Tabi ki, ama çok az kişiye halısaha maçından önce ısınma yaptıra bilirsin. İyi güzel hoş diyorsun ama yemez yani. İdeal gerçekle, sokak gerçeği arasında müthiş bir uçurum var bu ülkede.

 
Gönderildi : 21/06/2009 6:17 am
(@aygunb)
Gönderi: 0
 

Simdi benim gordugum kadari ile Ali’nin tespit ettigi sorun ogrencilik yillarindan basliyor. Bizdeki egitim, “bulmaya”, “ulasmaya”, “yapmaya” endeksli bir egitimdir. “Tanimaya”, “anlamaya” ve “yanilarak kesfetmeye” zaman yoktur. Kardesim Berk’in ilkokul odevleri arasinda genellikle “falanca kitabin su sayfalarindaki ornekleri cozun getirin” tarzinda alistirmalar vardi. Cocuklara esek yuku kadar odev verilir ve bunlari kisa zamanda bitirmesi soylenir. Oturup dusunmeye, yanilarak ogrenmeye nasil vakti olur cocugun?

OSS sinavinin zaten belli neyi olcemedigii. Hep sonuca odakli calisiyoruz, problemin dogasina nufuz edecek vaktimiz ve luksumuz yok. Boyle egitiliyoruz. 2 senedir A.B.D’de deprem muhendisligi okuyorum. Sinavlarin cogu sinifta yapilmiyor. “Take-home (evde yapilan)” sinavlar tercih ediliyor. Boylelikle ogrencilerin bazi programlama dillerinde soruna ozel kod yazmasi ve sorunu detayli analizi mumkun kiliniyor. ITU Insaat’taki gibi gecmis sinav sorularini calisip yapamazsin o sinavlari. Sure ise 24 saat genellikle. Kimse de kopya cekmez. Cunku standart Amerikali ogrenci once kendini paralar, uykusuz kalir ve sonra hocaya birsey sorar. Ama hocanin odasina gittiginde o kadar cok yanilmistir ki, hocanin yapmasi gereken sadece dogru kapiya isaret etmektir, ogrenci neden yanlis yaptigini ve dogrunun neden dogru oldugunu ogrenmis olur.

Dusunmenin ve akabinde birseyler yapmanin luks oldugu mesleklerde calisiyoruz. Sadece ureterek, daha hizli ureterek ve dusunme ile zaman kaybinin sifira yaklasmasi ile deneyimli calisan oluyoruz. Kidemli oluyoruz,

Topragi bol olsun, eski ITU Rektoru ve meslektasim Dr. Mustafa Inan’in dedigi gibi

“Çocuklarimıza durmadan tekrarlıyoruz: Muhakkak yabancı dil öğren! ‘Düşünmeyi öğren!’ derseniz bir hakaret oluyor. Düşünmeyi öğrenmek de, herhalde yalnız düşünmenin kanunlarını bilmek değildir. Belirli problemleri çözebilmek için elbette belirli bilgileri öğrenmek gereklidir; fakat bence önemli olan, asıl güçlük, problemleri kurmaktır. Çoğumuz problemleri yanlış kurduğumuz için, daha baştan çözümsüzlükle karşılaşırız.”

Kismetse Stanford’daki doktoram bittikten sonra Turkiye’de hoca olmak istiyorum. Ogrencilerime verecegim derslerin ilk gunu soyle diyecegim:

“Bu ders kapsaminda istesem, 20 ana basligi anlatirim size. Siz de iyi ya da kotu calisip sinavlara girersiniz. Bazilariniz iyi bazilariniz kotu not alir. Ama hicbiriniz dersim bittikten sonra bu ders ile ilgili kitabin kapagini acmaz. 3 ayda da ogrendiginiz herseyi unutur gidersiniz. Bunun yerine size sadece 8 ana basligi anlatacagim. Ama ayni zamanda size bu dersin ruhunu, felsefesini, nasil problem olusturabileceginizi, olusan problemlerin nasil teshis edilecegini ve cozumu nasil elde edecegimizi de anlatacagim. Eger ders ile ilgilenirseniz zaten anlatmadigim 12 konuyu kitabi acip siz de kavrayabilirsiniz. Size bu dersin hic bitmedigini anlatacagim. Kitabi neden kapatmamaniz gerektigini anlatacgim. Yanilmanin bilmekten daha onemli oldugunu ogretecegim sizlere.”

"It seemed the world was divided into good and bad people. The good ones slept better... while the bad ones seemed to enjoy the waking hours much more" - Woody Allen

Bayram Aygun

http://www.bayramaygun.com/" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 21/06/2009 9:46 am
(@ali-unal)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Verdiğin öğrencilik örnekleri çok yerinde. Bu anlayışa oldukça katkı yapıyor. Peki öğrencilere bu zihniyeti yerleştirenler nereden edindi bu anlayışı? Mustafa İnan gibi düşünen hocalarla da karşılaştık ama bu her zaman her yerde benzer bir şekilde karşımıza çıktı. Sen öğrencilerine yoğun ve sorgulatan bir eğitimi vereceksin ama diğer amfilerden yine 20 konu öğretilecek. Eğitimle, kültür mirasının bıraktığı anlayışlara ne kadar ayak direbiliyoruz?

 
Gönderildi : 21/06/2009 2:53 pm
Paylaş: