Forum

Tabiat Üstü / Psişi...
 

Tabiat Üstü / Psişik Olaylar / Fenomenler

278 Gönderi
17 Üyeler
0 Reactions
34.1 K Görüntüleme
(@mordevrim)
Gönderi: 0
 

Güzel güzel okuyordum baco, sonra bir an o malum şahsın adını görür görmez kapattım (malum şahıs diyorum çünkü hakkında kötü konuşursak bu siteyi de kapattırabilir, şaka yapmıyorum). Özgürlüklere ve özgür düşünceye bu kadar karşı olan bir adam bana cennetin anahtarını verse afedersiniz üzerine pislerim. Böyle adamların bilgileri de kendileri gibi kötü karma ve negatif enerji taşıyor. Adını görmek bile enerji alanıma tecavüz ediyor sanki.

16 yaşımdan beri şüpheciliğimden kaynaklanan ateist, deist ve agnostikliğimi (üçü arasında gidip geliyordum) kaybedip islama yakınlaştığım şu dönemde bu malum şahısların adıyla karşılaşmamaya özen gösteriyorum. Çünkü bu adamların islama büyük bir zararı var.

Bunu islamın ilk yıllarında Muhammedin sırlarına erişemeyen yahudi hahamların o öldükten sonra belli bazı kadim bilgileri dezenformasyona uğratmak için onun ağzındanmış gibi 2.250.000 hadis çıkartmasına benzetiyorum (günümüzde sahih diye nitelendirilen şarlatanlıklar da o dönemden kalma, islamda hadis diye bir şey yoktur). Şimdi aynı dezenformasyonu bu adı geçen malum şahıs yapıyor bana göre. O yüzden sadece kurana bağlı kalmak ve böyle adamlardan uzak durmak en akilane davranış.

Yapmayın. Aynı Big Bang'in çocuklarıyız hepimiz...

 
Gönderildi : 12/02/2009 1:28 am
(@baco)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

H. Y.'den bahsediyorsun anladığım kadarıyla, %100 de haklısın. Adamı zerre sevmem. Ama doğruyu Hitler de söylese doğrudur. Ben denilenlere bakıyorum. Fakat ben de adamı görünce tiksinmiyorum desem yalan olur.

Editleyip linkleri sildim, diğer bilgiler onun sitelerinden değil zaten.

Bu arada o yazıların ve kitapların hiçbirini kendi yazmıyor. Bir editör grubu kurmuş onlar yapıyor bu da altına imza atıyor.

- baço

 
Gönderildi : 12/02/2009 1:55 am
 Düd
(@dud)
Gönderi: 0
 

16 yaşımdan beri şüpheciliğimden kaynaklanan ateist, deist ve agnostikliğimi (üçü arasında gidip geliyordum) kaybedip islama yakınlaştığım..

Benim de sonum İslam mı olacak acaba.. Sanmıyorum ama asla da asla demiyoruz tabii..

Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.

 
Gönderildi : 12/02/2009 2:39 am
(@baco)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Bir şeyi farkettim...

Atomlar arasındaki ve atom içindeki çekirdek ile elektronlar arasındaki boşluğun büyüklüğü malum. Ben bir atom çekirdeği olsaydım, en yakın elektron herhalde mars venüs civarlarında olurdu diyebiliriz. O zaman madde nasıl katı görünüyor ve bütünlülük arzediyor dersek, bunu da bir uçağın pervanesinin süratle döndüğünde bütün bir yüzey gibi görünmesine benzetebiliriz. Elektron çok büyük bir hızla dönmektedir.

Şimdi bu bilgiler ışığında, o pervane ile rezonansa girersem, yani titreşimimi bir şekilde etrafımdaki titreşimle uyumlu kılarsam, birçok şeyi yapabilirim. Örneğin duvarlardan bile geçebilirim. Elbette bu fiziksel olarak çok zor birşey. Peki ya ruhsal/mental olarak? Bilinç enerjisinin farklı şekillerde kendini manifesto etmesi (dışavurması mı diyelim) bu tür bir şeyin sonucu olamaz mı? Telekinezi, astral vs. gibi şeylerin temeli buna dayanıyor olamaz mı? Yoksa bu zaten bilinen birşey de ben Amerika'yı yeniden mi keşfediyorum : )

- baço

 
Gönderildi : 12/02/2009 11:27 am
(@sickman)
Gönderi: 0
 

Ama doğruyu Hitler de söylese doğrudur. Ben denilenlere bakıyorum. Fakat ben de adamı görünce tiksinmiyorum desem yalan olur.

Tamam bilgiler falan çok acaip ama bu doğru bir yöntem değil.

Gün sayısı hakkında 365 demişsin misal ama ben sorarım madem gün sayısını verecek, neden miladiyi vermişte hicriyi vermemiş. Doğrusu o deyip kestirip atmak ta mümkün tabi.

İkincisi Ay seyahati olayı bu da çoktan öte muallak. O bantların orjinal kopyalarını kaybettiğini nasa açıkladı misal, tabi yerseniz. Benim Amerika'nın Ay'a çıkmadığına hiç bir şüphem yok, ya gerçekten çıkmadılarsa.

Tarihte ilk göğe yükselenin sputnik olduğunu söylemek, örneğini vermeyi gereksiz kılacak kadar göreceli. Hadi Hazerfen ile başlayan Wright kardeşler'e uzananı kabul etmedik, Lagari Hasan Paşa'nın füzesi ne olacak yahu.

Dil ile ilgili olanlara ise diyecek lafım yok. Bazıları İngilizce bazıları İngilizce'den devşirme Türkçe, hangi dil işine gelmişse ordan taranmış gibi. Çok manasız zorlamalarla bunlardan onlarcasını ben herhangi bir kitaptan çıkartabilirim hiç abartmıyorum.

Dna'nın ve Rna'nın da olayı aynı, dil ile ilgili. Arapçaları zaten yoktur bunların da neden ingilizce kardeşim, neden başka dil değil. Ben aynı örnekleri çince olarak başka kitaptan çıkartsam kabul edilir mi. Böyle saçmalık olur mu. Ayrıca nerede 1865 işaret ettiğine dair bi şey söylenmemiş. Bu ayet 1865 i işaret ediyor denmiş o kadar. İyi de nasıl ediyor, bir matematik saçmalaması olduğunu ben tahmin ediyorum orada ama yazılmamış her halde. "Üstte bu kadar şey saydık ulan, ediyor diyosak ediyor" denmiş.

Hemen altında "ozon" var yine ama onun aslı "ozone" değil mi yahu, demin İngilizceydi Rna falan hemen tarzancaya döndü. Aslında derinine girsek misal, o ayetten sonraki ayetlerde şöyle deniyor falan diyor. Peki niye direk o ayetin içinde demiyor. Ben biliyorum zorlama olduğunu bunların da, bunu kim zorluyor onu merak ediyorum.

Ya proton nötron falan iyi de, Kuran'ın bir iki ayrı dizilimi var, geliş sırası falan. Şimdi bu sıralanan olayların hepsinin aynı sıralamaya ait olduğunu söyleyebilirmiyiz. Yoksa yine işimize geldiği gibi mi. Ya da ben o sıralamaya göre değil öbürüne göre okursam olayı kaçıracakmıyım. Birisi yanlışmıdır bu sıralamalardan.

Mars-Venüs-Ayet sırası-dizilim-kendi etrafında bir gün de döner, çok acaip.

Denizler karalar hesabı güzel de, artık ayyuka çıktı ki buzullar eriyor, iklimler değişiyor. Yarın öbürgün bu oranlar değiştiğinde Kuran yanılıyor diyecek mi bunu yazan. Yoksa dur bakiyim yanlış bakmışımdır ben deyip güncel yüzdeleri tekrar mı arayacak.

Şimdi çok kastım sabah sabah fazlasına gerek yok. Olayın özü şudur ki, bu kitaba ve onu gönderene bu boktan sebeplerden dolayı inanılmaz. Bu sebeplere kulp bulacak benim gibi daha neleri var. Ki bu kulplardan %80 i de doğrudur mantık açısından. Bunları anca inancı babasından miras kalanlar yer. Bunlara ihtiyacı olan adamın ise ben müslümanlığından şüphe ederim. Baco yazdıklarım senin için değil, alıntıladığın her kimse o şifrecilere söyleyelim böyle boş işlerle uğraşmasınlar.

www.fadeoutstudios.com - www.soberworks.ist - www.budabi.tv

 
Gönderildi : 12/02/2009 12:16 pm
(@baco)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Buna ben de katılıyorum. İtiraz ettiklerinin büyük bölümünü izah edebilirim ancak dediklerine (özetine) katıldığımdan gereği yok. İnanç böyle fiziksel değil, aşkın bir durumdur. Kıymeti de ordan gelir. Gördüğün bildiğin ispatladığın bir şeye inanç olmaz, o zaman inanç biter. Yani bu bilgileri inanca baz olarak kullanmak, Kuran'ı bir kehanet kitabı gibi görmek bana da ters.

Şimdi bulduğum bir yazıyı göndereceğim, üstteki konuyla alakasız ama senin kuantum sevmediğini (o ne demek bilmiyorum ama) bildiğimden yorumunu da merak ediyorum. Şu lafı da koyayım: 1930’lar da Bohr’un söylediği gibi “Eğer Kuantum fiziği ile kafanız karışmıyorsa Kuantum fiziğini gerçekten anlamamışsınızdır.”

Kuantum Fiziğinin Düşündürdükleri

Klasik fizik geçmişte Batı'daki "evren" görüşüne cevap verebiliyordu. Zira ne makrokozmos, ne mikrokozmos kavramları oluşmuştu. Atom, proton, kuvark, galaksi veya evrensel çekim gibi konular sözkonusu değildi. Modern fizikteki gelişmeler ise, birbirinden çok farklı iki dünyanın birlikte varolduğunu ve varlıklarını birlikte devam ettirdiklerini ortaya koydu. Bir yanda bizi çevreleyen bildiğimiz dünya: taşlar, ağaçlar, yıldızlar, kısacası makroskopik ölçekteki evren (bu evren klasik fizik tarafından tanımlanmıştı zaten). Diğer yanda, kuantum fiziğinin kanunları ile târif etmeye çalıştığımız atomların ve atomaltı taneciklerin mikroskopik dünyası. Her ne kadar makroskopik dünya da atom ve taneciklerden oluşuyor ise de, kuantum dünyasına girmek isteyen kişi, makro-âleme ilişkin bütün mantık, sezgi ve bilgilerini bir kenara bırakmak zorunda. Çünkü bu iki âlem tamamen farklı ve burada taneciklerin, Güneş etrafında dönen bir gezegenden farklı olarak, izlediği belli bir yol ve işgal ettikleri belli bir konum yok. Tanecikler aynı anda birçok yerde bulunabilirler. Yani ölçeğin farklılaşmasıyla maddenin davranışı oran değil, mahiyet açısından değişim gösteriyor.
Büyük ölçekli madde ile küçük ölçekli madde arasındaki bu ikiye bölünmeyi anlamak kolay değildir. Klasik ve kuantik alanlar arasındaki sınırı çizen esrarengiz bölgede anlaşılmayan bazı şeyler vardır. Bu karanlık no man's land bölgede ne olmaktadır ki, tabiat kanunları ve dünyanın algılanması böyle birden değişime uğramaktadır?

Dışarıdaki insanların gözünde kuantum fiziği esrarını koruyor. Fakat bilim adamlarına göre hiçbir teori bu kadar faydalı olmasa gerek: nesnelerin rengini, atomların stabilitesini, yıldızların enerjisini ve tüm kimyasal reaksiyonları açıklama imkânı veren kuantum fiziğidir. Hiçbir teori bu denli sınanmamıştır. Hiçbiri bu denli geniş bir alan kaplamamaktadır (en küçük boyutlardan büyük ölçekteki bazı kuantik olaylara kadar, süperiletkenlik gibi). Katı hal fiziği, nükleer fizik, tanecik fiziği, elektronik, kimya ve diğerlerinin kuantik özellik gösterdiği artık biliniyor. Ve özellikle, hiçbir teori bu denli teknik uygulama doğurmamıştır. Aslında bilmeden günlük hayatta çeşitli kuantik nesnelerden yararlanıyoruz: lazerler, transistörler, bilgisayarlar gibi.

Sezgilerin kâr etmediği kavramlar
Fakat bütün başarılarına rağmen kuantum fiziği yeni tartışmaları da beraberinde getirmektedir. İki sebepten dolayı: birincisi, kuantum fiziği kuantum dünyası ile klasik dünya (gözle görülen bizim dünyamız) arasındaki eksik halkayı tamamlamak istemektedir. İkinci olarak, kuantum fiziği soyut ve sezgilere aykırı kavramları sözkonusu eder. Bu kavramlar kuantum fiziğinin yorumlanmasını özellikle hassas bir konu haline getirir. Bilim adamları hergün bu kavramlarla karşı karşıya geliyorlarsa da, artık onlar da bir "kuantik sezgiye" sahip olmuşlardır. Bu teoriyi konunun dışındakiler için böylesine çetin yapan husus ise, halihazırdaki kavramlarla ifade edilemeyen, güçlü matematiksel bir formalizme dayanmasıdır. Bazılarına, onu vulgarize etmenin imkânsız olduğunu söyleten budur. Fakat vulgarize etmek gerektiğinde, sağduyuyu ve bilimsel mantığı şok eden nesneler ve durumlar işin içine girmektedir ve bunlar bizim günlük tecrübelerimizle çelişmektedir.

Kuantum fiziği ne dalga ne tanecik tanır. Sadece, bazı dalga özelliklerine ve bazı tanecik özelliklerine sahip tek bir nesneler kategorisi tanır (dalga-tanecik ikilemi). Burada bir sebep daha ortaya çıkmaktadır: bu kuantik nesnelerin görüntü şeklinde tahayyül edilmesi imkânsızdır. Bunlar belli belirsizdir, sınırları ve özellikleri durmadan değişmektedir. İzledikleri belli bir yol yoktur. Çözümlenemez şekilde birbirlerine karışabilirler ve aynı anda birçok halde ve birçok yerde bulunabilirler.

Süperpozisyon (birçok hâlin aynı anda birlikteliği) sadece kuantumun bir özelliğidir
Kuantumdaki birçok garipliğin kökeninde süperpozisyon prensibi bulunmaktadır. Bunun anlamı şudur: bir atomun, bir taneciğin veya diğer bütün kuantik sistemlerin karakteristik özellikleri onun "hâli" olarak adlandırılan şeyi oluştururlar. Bir sistem için birçok mümkün hâl sözkonusu olduğunda, bu hâllerin toplamı da (yani aynı anda hepsinin birlikte varolma durumu) aynı şekilde mümkün bir hâldir: bu takdirde sistem hâllerin üstüste çakışması (aynı anda beraberliği) durumunda demektir. Bu temel prensip sayesindedir ki, bir tanecik aynı anda birçok pozisyonu (konum) işgal edebilir veya bir atom bir enerjiler süperpozisyonunda bulunabilir. p>Zorluk, diğer dünyaya, bizim makroskopik dünyamıza geçildiğinde başlamaktadır. Çünkü hallerin süperpozisyonu (üstüste konumlanması) bizim klasik evrenimizde düşünülemeyen kuantik bir istisnadır. Kimse bir nesneyi (meselâ bir kalemi) aynı anda iki yerde, veya bir arabayı aynı anda iki viteste giderken görmemiştir, göremez de. O halde, bir enerji halleri süperpozisyonunda bulunan bir atomun enerjisini ölçmeye çalıştığımızda ne olmaktadır? Bu süperpozisyon asla belirlenemeyecek, sadece onu teşkil eden enerjilerden biri ölçülecektir. Tıpkı bir sihirli değnek darbesi gibi, ölçme girişimi, hâllerin süperpozisyonunun, bir hal hariç, kaybolmasına yolaçacaktır. Peki bu hangisidir? Kuantum fiziği bu soruyu cevaplamak istemiyor. Buna karşılık, süperpozisyonu oluşturan bütün haller içinde ölçülecek kesin hal tahmin edilemediğinden, kuantum teorisi her hâli ölçme ihtimali vermektedir. İşte kuantum fiziği bu anlamda "ihtimalci" ve "non-determinist" olarak nitelendirilmektedir. Klasik fizikte ise, bir sistemin geleceği prensipte her zaman belirlenebilir kabul edilmektedir. Burada, süperpozisyon prensibini daha iyi anlayabilmek için şöyle bir örnek verebiliriz:

Kanatları a,b ve c şeklinde adlandırılmış olan üç kanatlı sabit bir vantilatörün çalışmaya başladığını düşünelim. Kanatların dönme hızı yavaş yavaş artacaktır. Başlangıçta herhangi bir noktadan (bu, gözlem yaptığımız ve vantilatöre göre sabit bir referans noktası olabilir) her bir kanadın geçme anını ve hızını ölçebiliriz. Bu sırada kanatların her biri müstakil ve ayrı birer parça olarak görülmektedir. Fakat hızın maksimum olduğu anda artık tek tek kanatlardan değil, daire şeklini almış bir görüntüden sözedilebilir (parçacık/dalga ikilemi) ve bu durumda belli bir anda sözkonusu noktadan hangi kanadın geçtiğini bilemeyiz. Her üç kanadın geçme ihtimali aynıdır, deriz. Hatta yüksek dönme hızından dolayı, belli bir 't' anında bu nokta üzerinde her üç kanadın da (neredeyse aynı anda) bulunabileceğini düşünebiliriz. Ayrıca, teorik olarak elimizle kanatlardan birini tutmak istediğimizde (bu, kuantum fiziğinde ölçme işlemine karşılık gelmektedir) dairevî şekil hemen ortadan kalkar ve elimize tek bir kanat gelir (bu, sadece ölçüm veya gözlem yaptığımızda bilinebilir olma özelliğidir ve yukarıda sözünü ettiğimiz sihirli değnek durumudur). Fakat hangi kanadın geleceğini önceden asla bilemeyiz. Peki herhangi bir anda dönme olayına müdahale ettiğimizde elimize gelen herhangi bir kanadın, mesela "a" kanadının teorik olarak çok kısa bir zaman sonra, bir sonraki denemede gelmemesi, yani başka bir kanadı tutmak için ne yapmamız gerekir? İşte klasik fizikten farklı olarak bu sorunun cevabı "hiçbirşey"dir. Çünkü kanatlar çok süratli dönmektedir ve elimizin hareket hızı ile kanadınki karşılaştırılamayacak kadar farklı olduğundan elimizle istediğimiz an istediğimiz kanadı tutma yeteneğinden yoksunuzdur (klasik ölçme cihazlarıyla kuantik âlemi ölçmenin imkânsızlığı). Şimdi buradan hareketle atomaltı dünyasındaki kütle ve hız ölçülerini düşünelim. Tanecik boyutlarının, ağırlıklarının ve bunların yaptığı periyodik bir hareket için gereken zaman dilimlerinin çok çok küçük, buna karşılık bu taneciklerin hızlarının çok yüksek olduğu (örneğin, klasik bilgilere göre, bir elektronun atom çekirdeği etrafında saniyede bir milyon tur atması gibi) atomaltı dünyasını anlamak istediğimizde vantilatör örneği, buradaki olayların biraz daha akla yakın hale gelmesini sağlayabilir.

İşte kuantum fiziğinde mesele, ölçüm için iki ayrı âlemi (ölçme cihazı ile atomaltı partikülleri) biraraya getirmekten kaynaklanmaktadır. Bu iki ayrı alem arasındaki devasa boyut ve hız farkından dolayı, aslında ölçüm sonucunu aldığımız an, ölçüm yaptığımız andan daha sonraki ve herşeyin hemen değiştiği bir andır. Cihazın gösterdiği ölçüm sonucu, gösterdiği ve bizim okuduğumuz ana ait değildir. Çünkü ölçmeye çalıştığımız partikülün hızı ve konumu her an değişmektedir. Çünkü 10-28 gram düzeyindeki kütlelerin sözkonusu olduğu atomaltı dünyasında 10-23 saniye mertebesindeki zaman aralıklarında (doğrudan) gerçek ölçüm yapmak mümkün değildir.

1927'de Alman fizikçi Werner Karl Heisenberg tarafından "dalga paketinin redüksiyon prensibi" olarak tarif edilen, sistemin bu şekilde bir haller süperpozisyonundan tek bir hale sıçraması için bu ölçme esnasında ne olmaktadır? Kuantik ile klasik, gözlenen nesne ile ölçme cihazı arasındaki sınır hangi düzeydedir? Nihayetinde sözkonusu nesne atomlardan ve taneciklerden yapılıdır. Aslında bu hamur çok su götürmektedir. Bazıları dalga paketinin tek bir hale indirgenmesini (redüksiyon) gözleme, gözlemciye, hatta Amerikalı fizikçi Eugene Wigner'in yaptığı gibi, şuura atfetmektedir. Sayıları az olmayan diğer bazı bilim adamları ise esas rolün tesadüfe verilmesinden pek tatmin olmuş değiller. Kendi ifadesiyle, "Tanrı'nın zar attığı" düşüncesini reddeden Einstein bile kuantum fiziğinin henüz olgunlaşmadığını, daha derin ve determinist bir temel teori bulmak gerektiğini düşünüyordu.

"Tanecik" deney süreci dışında da mevcut mu?
Ölçümün getirdiği sıkıntı karşısında Amerikalı fizikçi Hugh Everett radikal bir cevap önerdi: bir haller süperpozisyonunun tek bir hâle indirgenmesi sözkonusu değildir; fakat her biri farklı bir evrende (veya farklı boyuttaki âlemde) olmak üzere bütün mümkün hâllerin gerçekleşmesi sözkonusudur. Aslında bu "birçok âlem" teorisinin de doğrulanması mümkün değildir. Çünkü sayısız paralel evrenin kendi aralarında iletişim yoktur.

Teorinin kurucu babalarından biri olan Danimarkalı fizikçi Niels Bohr daha temkinli, pragmatik ve aynı zamanda derinlemesine bir konum benimsemişti. Ona göre, dalga paketinin indirgenmesi, ölçülecek kuantik sistem ile, mecburen klasik kabul edilen ölçüm cihazı arasında mutlak bir sınır varsayıyordu. Yani sağlıklı bir ölçüm mümkün olmalıydı. Burada ölçüm ayrıcalıklı bir rol oynamaktadır, çünkü taneciğin özelliklerini sadece ölçüm belirlemektedir. Ölçüm dışında bu özellikler tarif edilmiş değildir. Bu noktadan hareketle söylenebilir ki, bizatihi tanecikten bahsedilmemelidir, çünkü taneciğin deney dışında da "var" olduğu kesin değildir

Düşünün ki, herhangi bir cihazla taneciklerin dünyasında ölçüm yapacaksınız. Sonuçta bu cihaz da atom ve taneciklerden yapılı olduğundan, ölçüm zorlaşacak, hata ihtimali artacaktır. Çünkü ölçmek istediğiniz partiküller ve hareketleri cihazın her noktasında zaten mevcuttur. Yani cihaz, ölçüye tartıya gelmeyen kendi değişim oranından daha küçük ölçekteki partikül ve hareketleri ölçmek istemektedir ki, belki kendi değişimi ölçmek istediğini örtmekte, gölgelemektedir. Bir kamyonu kantarda, bir karpuzu manav terazisinde tartmak kolaydır. Kuyumcu terazisi birkaç gram (hatta miligram) ölçeğinde altınları tartacağından daha hassas olması gerekir. Kütle spektrometresi ise bir çeşit atom terazisidir. Fakat atomu oluşturan nükleon (proton, nötron) ve elektronların tartılması, hareketlerinin, konum ve hızlarının ölçülmesi giderek imkânsızlaşmaktadır.

Kuantum kavramları üzerinde 30'lu yıllara kadar süregelen zengin ve hararetli tartışmalar zamanla bırakıldı. Denklemler iyi yürüyordu, geriye kılı kırk yarmak kalıyordu. Özellikle de kuantik-klasik geçişiyle ilgili problemler konusunda. Fakat onlarca yıl boyunca bir arpa boyu kadar bile mesafe katedilmedi. Buna rağmen 1935'le birlikte, Kuantum Mekaniği'nin kurucularından Erwin Schrödinger bu gizemli "dalga paketinin indirgenmesi" fikrinin saçmalığını vurguladı. Mantığını sonuna kadar zorlayarak meşhur "düşünce deneyi"ne başvurdu (bu noktada Karl Popper'in de katkıları oldu). Bu deneye göre, sıkıca kapatılmış bir kutuya hapsedilmiş bir kedi tahayyül ediyordu. Kutuda ayrıca radyoaktif bir atom ve zehir yayan bir cihaz bulunuyordu. Radyoaktif atom bozunduğunda, öldürücü düzenek harekete geçiyor, zehir kutuya yayılıyor ve kedi ölüyordu.

Ortamlarının kurbanı kuantik sistemler
Fakat radyoaktif bozunma (desintegration) kuantik bir olaydır: yani bozunma ölçülmedikçe atom "bozunmuş ve bozunmamış" bir haller süperpozisyonundadır. Şu halde kutuda zehir-atom ikilisiyle kedi-cihaz sistemi, "bozunmuş atom-ölü kedi" ve "bozunmamış atom-canlı kedi" şeklindeki iki halin süperpozisyonunda bulunmaktadır. Ve biz kutuyu açıp bakmadığımız müddetçe her iki hâli bir bakıma aynı anda mevcut düşünürüz. Kısacası, ölçüm gerçekleştirilmedikçe, kedi hem ölü hem diridir (bir futbol maçının sonucunu öğrenmediğimiz sürece zihnimizde sürekli olarak üç ihtimalin dolaşması gibi). Aslında bu deney pek mâkul bulunmadı, çünkü bir kediyi bir tanecikten temelde ayıran husus anlaşılmadıkça gösterilmesi de zordur. Bu herzamanki "kuantik-klasik sınırı" problemidir. Bu durumda hem teori hem de deney cephesinde gelişme kaydedilmesi için 80'li yılları beklemek gerekecekti.

1982'de Los Alamos (ABD) Millî Laboratuvarı'ndan araştırmacı Wojciech Zurek daha önce ileri sürülmüş fakat geliştirilmemiş, basit fakat dâhiyane bir fikri yeniden ele aldı: buna göre bir ölçümde dalga paketinin indirgenmesine yolaçan şey, sistemin çevresiyle (cihaz) olan etkileşimidir. Daha genel olarak kuantik nesneler çevrelerinden asla tam olarak izole değildirler. Bundan, sistemle karşılıklı etkileşime giren herşey anlaşılır: cihaz, hava molekülleri, ışık fotonları. Öyle ki, gerçekte kuantik kanunlar nesneye ve onu çevreleyen ortamdan oluşan bütüne uygulanmalıdırlar. Zurek çevreyle olan birçok etkileşimin sistemin kuantik girişimlerinde çok hızlı bir bozulmaya yolaçtığını gösterdi. Makroskobik bir nesnede meselâ bir kedi atomlardan herbirinin çevresinde, kendisiyle etkileşim yapan diğer birçok atom bulunmaktadır. Bütün bu etkileşimler, neredeyse aniden kaybolan bu yüzden de bütüne tesir edemeyen ve kedinin varlığını bizim gördüğümüz şekliyle devam ettirmesini sağlayan bir kuantik girişimler paraziti meydana getirir. İşte kuantum fiziğinin bizim ölçeğimize uygulanamama sebebi: sistemler asla izole değildir (kedi ise kuantik ölçeğe göre çok büyük bir nesne olarak makroskobik ölçekte kendisini çevreleyen ortam içinde izole bir şekilde görülür, ve çevrenin onun üzerindeki etkileri bu ölçekte yapılan ölçüm sırasında ihmal edilecek kadar önemsiz kalır. Meselâ kedinin ağırlığını ölçerken tüyleri üzerindeki su buharı moleküllerini göremediğimiz gibi, bunların kedinin ağırlığına olan etkileri de ihmal edilecek kadar küçük kabul edilir). Fakat atomaltı dünyasında ölçüm yaparken atomların birbirlerini etkiledikleri ve tek tek hiçbir atomun asla bir kedi gibi izole olamadığı gerçeğiyle karşılaşırız. Bu fenomen fizikte "dekoherans" olarak adlandırılır, çünkü bu, kuantik hâllerin koheransının (aralarındaki ahengin) bozulmasıdır. Bir bakıma ölçek küçüldükçe, atom-altı etkileşimler artacağından, sistemlerin yapı ve fonksiyon sürekliliğinin sağlanması zorlaşmaktadır; bu da açıkça ortaya koymaktadır ki, trilyon kere katrilyon adet atomdan müteşekkil, hem de canlı özelliği gösteren kedi gibi bir varlığın, düzenli işleyen bir sistem olarak devamlılığı ancak herşeye Kadir, Hay, Kayyum, Alim ve Rahman bir kuvvet Sahibi'nin yaratma ve yaşatmasıyla mümkündür (hem de makroskobik ölçek için kalınlaşmış ülfet ve ünsiyetimizin direnemeyeceği ölçüde).

Dekoheransın hızı sistemin bütünlüğüyle doğru orantılı olarak artar: 1027 tanecikden meydana gelen bir kedi 10-23 saniyede dekohere eder; yani kedinin kedi formunun bozulma (ve tekrar aynı formu kazanma) zamanı çok çok küçüktür. Bu durum hem neden asla aynı anda hem ölü hem diri kedi göremediğimizi açıklar, hem de dekoheransın gözlenme zorluğunu. Bizim zamanı, maddeyi ve hâdiselerin akışını en küçük kesirleriyle ölçme ve takip etme yeteneğimiz yaratılış gayemize uygun olarak belli bir sınıra kadardır. İşte bundan dolayı, meselâ bizim bir hüzme şeklinde gördüğümüz ışık yayılımı, aslında birbirlerini ışık hızıyla takip eden foton paketçiklerinden yani aralarında madde ve zaman kesikliği bulunan kuantlardan başka bir şey değildir. "Her nefis (her an) ölümü tadıcıdır (veya tadıp durmaktadır)" anlamı da verilen âyet-i kerimenin işârî mânâlarından birisi acaba, ölçemeyeceğimiz kadar küçük zaman dilimlerinde ölüp diriliyor olduğumuz mudur? Aslında ülfetten dolayı bize basit gibi gelse de, makroskopik ölçekte bir sistemin varlığını sürdürmesi, çok küçük zaman dilimlerinde gerçekleşen dengeleme halleriyle 1027 atomun her an (ölçülebilecek en küçük an) kediyi "kedi" formunda sürdürecek şekilde birarada olması çok zordur. Çünkü bir atom için değil, 1027 atom için her an birçok hal sözkonusudur. Ehl-i keşfin, melekut aleminin hakikatini anlatmak istercesine, "dağılmaya teşne eşya, rahmet eli çekilse nasıl bir arada durabilir?" anlamındaki sözleri belki de bu hakikati ifade etmektedir.

Kuantik bilgi
Yakın zamanda yapılan diğer teorik araştırmalar klasik ve kuantik evrenleri uzlaştırma çabalarını destekliyor. California Teknoloji Enstitüsü'nden Murray Gell-Mann (1969 Nobel Fizik ödülü) ve Santa Barbara Üniversitesi'nden James Hartle dekoheransın zamanda geri dönüşümsüz olduğunu gösterdiler. Meselâ bir tas kahve içinde erimiş bir şeker parçasının yeniden oluştuğu asla görülmez. Böylece zamanın yönü bulunur (geçmişten geleceğe), halbuki o zamana değin kuantum fiziğinde olaylar geri dönüşümlü kabul ediliyordu.

Paris IX Üniversitesi'nden Profesör Roland Omnès ise, kuantik şekilde tecelli eden kanunların garipliklerine rağmen (mümkün hâllerin çokluğu vs) bizim ölçeğimizde tek, determinist ve mükemmelen normal görünen fenomenleri spontan bir şekilde nasıl meydana getirdiğini göstermeye, özellikle canlı sistemlerin en küçük atom-altı birimden itibaren nasıl organize olduğuna, kâinattaki madde ve hadiselerin mikro-âlemden itibaren bizim algılama ölçeğimize hitap edecek şekilde nasıl yaratıldıklarına cevap getirmeye çalışıyor. Bu yüzden moleküler biyoloji bugün daha da küçük alanlara nüfuz ediyor ve neredeyse atomik biyolojiye dönüşme eğilimi taşıyor.

Sonuçta, dekoherans teorisi fizikte yeni bir dönüm noktası olarak kabul ediliyor. Fakat çözüm çok yakın değil. Meselâ fizikçiler, bir çakıltaşının neden sert olduğunu, suyun neden normal şartlarda 100 ºC'de kaynadığını anlamak için katrilyonlarca tanecik üzerinde hesap yapmak gerektiğini söylüyorlar.

Atom-altı dünyasını tarif etmek için makroskopik dünyada kullandığımız bilimsel mantık ve sağduyuyu aynıyla uyarlamanın doğru olmadığını, maddenin kütlesi, boyutu, dolayısıyla hızının ve hareket tarzının değişmesiyle, makroskopik fizik kanunlarının da köklü değişikliğe uğradığını, daha doğrusu mikro-âlemi anlamak için bunların kullanılamayacağını görüyoruz. Demek ki, mikro-âleme inildikçe buradaki san'at, mimarî ve işleyiş de hassas hale gelmekte, incelmekte, ilâhî kudret bu âlemde bir başka şekilde tecelli etmektedir. Bugünün bilim adamları laboratuarda öğrenmektedirler ki, kâinatta tek bir atom, tek bir atom içinde tek bir atom-altı parçacık bile hesapsız ve başıboş değildir. Maddenin künhündeki kudret cilvesinin ihtişamını gördüğümüzde, Allah'ın her an herşeyi kendi takdiriyle var kılıp idare ettiğine, kâinatta O'nun ilim, kudret ve hakimiyetinin tecelli alanı dışında küçük bir yerin ve ân'ın bile kalmadığına olan inancımız teyid olunuyor. Geçmişte ve bugün Batı'nın düşünce dünyasında belli bir ağırlığı olan "Tanrı herşeyi yarattı sonra kendi haline bıraktı, O detaylara karışmaz ve tabiata müdahale etmez" şeklindeki çarpık anlayış, yine Batı üniversitelerinde gerçekleştirilen çalışmalarla yerini, tam ve küllî tevhid hakikatinin görülmesine, yüksek tevhid inancının gelişmesine müsait bir zemine bırakıyor. Son söz: bilimler geliştikçe tevhid hakikati kendini daha parlak bir şekilde gösteriyor ve gösterecek.

Prof. Dr. Ömer Said GÖNÜLLÜ

Kaynaklar
- H. Guillemot, "Comment la Matière Devient Réelle", Science & Vie, Février, nº 977, Paris 1999.
- D. Lindley, "Quantum World", New Scientist's Guide, Reed Business Information. London 1998.
- P. Yam, "Bringing Schrödinger's Cat to Life", Scientific American, June, v. 276, nº 6, New York 1997.

- baço

 
Gönderildi : 12/02/2009 12:27 pm
(@baco)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Şu videoya bir bakın:

- baço

 
Gönderildi : 12/02/2009 12:36 pm
(@sickman)
Gönderi: 0
 

Evet kuantumu sevmiyorum ben, kılım bu kuantuma. 😀 Yok tabii ki o kadar basit değil. Yazıda anlatılan olaylar bu teorinin basite indirgemiş hali ve bu haliyle kabul etmekten başka bir yol yok. Fakat bu zaman için. Einstein'ın dediği gibi daha olgunlaşması gerekiyor belkide.

Çok güzel anlatılmış gözlemcinin parçacık düzeyindeki etkileri ve hacimle alakalı olarak arasındaki keskin çizgi. Bizim de anlayamadığımız tam da burası zaten ki benim sevmediğim kısım da burasıdır. Otu boku kuantuma atfetmek diye bir şey var maalesef. Fakat yazıda yapılan bu değil. Yine bir kanıt arama çabası, yine bir "bak heryerde Kuran var" teması. Olabilir de ya olmazsa, ya bilimadamları "çıkıp arkadaş bu kuantum teorisi eksikmiş, böyle böyle olacakmış aslında" derse, ya o da Kuran'a ve bu teoriye uymazsa.

Söyleyeceğim şudur, insanlık kendi zamanını yaşar, ne geçmişi ne geleceği. Biz bu zamanın insanlarıyız ama eğer o kitap anlatıldığı ve içinde yazdığı gibiyse bütün zamanları kapsar. Dolayısıyla bundan 500 sene sonra gülünüp geçilecek şeyler olabilir bu çabalar. "Kuantumda da Kuran var, bir yıl da 365 bak Kuran'da yazıyor" olaylarını çok samimi bulmuyorum ben. Anlıyorum çok bariz saldırılar var dine ve akıllı başlı adamlar bunun savunmasına girmişler yine akıllı başlı adamlarla. Ama gereksiz. Daha önce de söylediğim gibi hem bilim hem din adına gereksiz çabalar bunlar. Biz kendi zamanımızı yaşıyoruz ama bu çabalar bundan 500 sene evvel de vardı, 500 sene sonra da var olacak (her iki taraf adına).

Hep şu gelir aklıma, "namaz kılarken işte bilmemne kasları falan çalışıyor çok faydalı". Ulan bilimsel olarak zarar verdiği kanıtlansa kılmayacakmısın dingo. Ha ben kuantuma kılım, o baki. 😀

www.fadeoutstudios.com - www.soberworks.ist - www.budabi.tv

 
Gönderildi : 12/02/2009 2:37 pm
 Düd
(@dud)
Gönderi: 0
 

Kuantum'a kıl olan ben değil miydim, kafam karıştı şimdi :). Misafirim var şu anda okuyamadım, okuyacağım yazıyı en kısa zamanda.

Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.

 
Gönderildi : 12/02/2009 8:07 pm
(@baco)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Yok bu yazıyı o yüzden koymadım ben, zaten yazıda dediğin tarzda bir gönderme yok aslında, ya da çok az ve temkinli şekilde var dikkat edersen. Ben o yüzden değil yazı güzel diye paylaşmak istedim...

- baço

 
Gönderildi : 12/02/2009 9:14 pm
(@baco)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Chi enerjisini çok iyi kullanan bir adam:

- baço

 
Gönderildi : 12/02/2009 9:43 pm
(@baco)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Önceki kadar aşmamış ama bu da iyi:

- baço

 
Gönderildi : 12/02/2009 10:58 pm
(@baco)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Çok oldu derseniz daha yollamam ama ilgisini çekenler olabilir diye yolluyorum:

(Bu arada 7:10'da çıkan hayvan nedir ya resmen pikachu, bir de seslendirmiş kafa buluyolar 😀 )

- baço

 
Gönderildi : 12/02/2009 11:12 pm
(@mordevrim)
Gönderi: 0
 

Bu arada PSI-Wheeling'te kendimi baya bir geliştirdim baco, her iki elim 30-40 cm uzaktayken bile çevirebiliyorum artık. Bir tek o cam kaseliyi yapamıyorum.

Yapmayın. Aynı Big Bang'in çocuklarıyız hepimiz...

 
Gönderildi : 13/02/2009 1:56 am
(@baco)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Aynen ben de ya, orda sanırım tekniğimiz yanlış olabilir. Çünkü cam kesiyor olamaz.

Bir de hayalim elektronik aletleri etkilemek. Ufak bir program yazdım saniyede binlerce rastgele sayı tutuyor 1 ve 0 olarak. Sonra bunların istatistiklerini çıkartıyor. Ben de etkilemeye çalışıyorum ama şu ana kadar başarılı olamadım. Bi olursam ver elini en yakın ATM 😀

Chi üstadı amca nasıl, resmen kağıdı yaktı ya...

Bir de şunu merak ediyorum, 3-5 sıkı eleman bir araya gelsek, sağlam konsantre olsak bir pamuğu felan havada tutabilir miyiz sence?

- baço

 
Gönderildi : 13/02/2009 2:44 am
Sayfa 7 / 19
Paylaş: