1955 yılının Budapeşte'si... O yıllarda, kentin en ünlü kalp doktorlarından biri de Litman İmre'dir. Doktora muayene olmak üzere giden Nazim Baba muayene odasindaki raflarin birisinde kavanozun icindeki bir kalbi gorur ve bu siiri yazar:
KAVANOZDAKİ KALP
Doktor Litman İmre'nin masasında
Bayan Çabai Yanoş'un yüreği
Birazcık kibirli, birazcık mahzun
Duruyor içinde bir kavanozun
Kayısı güllerinin arasında.
İncecik yarılmış ortasından
Yüreği Bayan Çabai Yanoş'un
Yarayı açan ne doktor?
Neşter mi?
Yoksa hasretlik mi?
Acı sözler mi?
Bir ağlayanı var mı, arkasından?
Otuzundaymış, baktım etikete
Bayan Çabai Yanoş'un yüreği?
Evli miydi?
Ne iş tutar Bay Yanoş?
Belki şimdi Rojakert'te oturmuş
Çekiyor akşamı seyrede ede
Duruyor kavanozda çırılçıplak
Bayan Çabai Yanoş'un yüreği
Bayan kaç kere böyle bir kaba
Reçel kaynatarak koydu acaba?
Elbet gazlı bezden değildi kapak.
Kendi gitmişse de içinde odanın
Bayan Çabai Yanoş'un yüreği
Almış da onu karşısına doktor
Sırlarına ermeye çalışıyor
Belki bir damarın, belki bir sevdanın.
Akıllı bir doktorun masasında
Bayan Çabai Yanoş'unki gibi
Yüreğimiz, güllerin arasında
Bizlerden sonra da faydalı olsun
İçinde tertemiz bir kavanozun
Nazım Hikmet
"It seemed the world was divided into good and bad people. The good ones slept better... while the bad ones seemed to enjoy the waking hours much more" - Woody Allen
Bayram Aygun
http://www.bayramaygun.com/" onclick="window.open(this.href);return false;
Bu siiri okuduktan sonra etrafimda gordugum seylere karsi Nazim gibi bir empati duyamazsam asla insanlarla paylasmaya degecek birseylerimin olmayacagini dusundum.
"Ne iş tutar Bay Yanoş?
Belki şimdi Rojakert'te oturmuş
Çekiyor akşamı seyrede ede"
derken Nazim kendi asklarinin vefasizliklarindan da dem vuruyordu. Nester tarafindan acilan yaranin hasret yarasi olabilecegini dusunurken kendi hasretliklerinden yola cikiyordu. Kendi aksini kavanozdaki kalbe bakip goruyordu. Belki hic gormedigi kadar net goruyordu kalbindeki cizikleri, yuregindeki agrilari. Yaptigi sey kendini daha iyi tanimaya calismakti aslinda ve bu surecte siir onun esas aleti idi. Sinema olsun, edebiyat olsun, siir olsun, heykel ya da resim olsun kendini tanimaya calistigi kadar ozgun olabiliyor insan galiba. Ozundeki sancilari, bas kaldirislari, isyanlari, sevincleri kesfede kesfede farklilasiyor. Etrafta birseyler aramaktan ziyade kendini anlamlandirdigi kadar zenginlesiyor, ozgunlesiyor. Aksi takdirde "karaktersiz" urunlerin sahibi olmaktan ileri gidemiyor.
Kendini anlamanin ve anlamlandirmanin bir sonucu olan eserler garip bir sekilde evrensel olmaya daha yatkin oluyorlar. Acaba insanlarin kimliklerinin hamuru ayni mi? Hepimiz ortak bir sancinin, sevincin, umudun cocuklariyiz da, sadece birkacimiz mi eline kazmayi alip icimizdeki gomuleri cikarmaya calisiyor? Neden Macar Bayan Yanoş'un kalbi Selanik dogumlu Nazim'in icinde firtinalar kopariyor? Neden ben Nazim'in kalp agrisini kendi yuregimde hissediyorum. Benim, Nazim'in ve Bayan Yanos'un kalbi nasil ayni seylere atabiliyor/agriyabiliyor? Ve neden aramizdan sadece Nazim buyuk bir sair olarak son nefesini veriyor?
"It seemed the world was divided into good and bad people. The good ones slept better... while the bad ones seemed to enjoy the waking hours much more" - Woody Allen
Bayram Aygun
http://www.bayramaygun.com/" onclick="window.open(this.href);return false;