Uzun bir aradan sonra merhaba herkese. Uzun ara dediğime bakmayın her gün buradayım aslında ama sadece yazılanları okuyordum. Neyse konumuza gelirsek, okumakta olduğum bir kitapta kafama takılan bir şey hakkında soru sormak istiyorum. Tam nasıl soracağım bilmiyorum ama deneyeceğim. Kitabın bir bölümünde tarihte Müslümanları en çok tehdit eden şeyin Batı medyası olduğundan ve bu durumun Müslümanların huzurunu kaçırdığı, onları zayıflığa sürüklediği ve aile kavramını yok ettiği gerekçeleriyle ne kadar güçlü bir tehdit olduğundan bahsedilmiş.
Soruma gelecek olursak; Batı medyası İslam üzerinde bu kadar tehditkar ise Müslüman nüfusunun çoğunlukta olduğu ülkeler bu tehdit karşısında ne gibi önlemler almış ya da alıyorlar? Bu soruyu sinema filmleri ve diziler üzerinden soruyorum. Türk dizilerinde gördüğüm holdingler, zengin erkekler/kadınlar, yasak ilişkiler, şaşalı hayatlar... gibi durumların Batı'nın getirdiği ürünler, Batı etkisi olduğunu düşünüyorum. Her Türk dizisi için söylemiyorum ama çoğunluğu böyle. Bununla ilgili bir sorunum yok bu arada. Diğer yandan Hollywood, Amerika'nın dünya egemenliğini sağlamasında ve kendi kültürlerini dünyaya yayma konusunda en önemli faktördü. Bunu da çok iyi başardılar. Amerika ve Avrupa tarafından böyle büyük bir tehdit var ise, nüfusunun %89-90'ı Müslüman olan Türkiye'de neden Batı'nın etki ettiği diziler ekranlarda yayınlanıyor? Ayrıca Türkiye gibi, özellikle son yıllarda, 'güya' dini bu kadar önemseyen, devletin her kademesinde, toplumda ve alınan siyasi kararlarda dinin etkisinin güçlü olduğu bir ülkede bu tehdite neden izin veriliyor? RTÜK en küçük bir olayda anında kanallara ceza verirken bu durumun farkında değil mi? Batı medyasının etkisi bilinmiyor mu? Yoksa Müslüman nüfusunun çoğunlukta olduğu ülkelerin siyasi ve dini liderleri bunun farkında değiller mi? Seyircinin izlemek istediği, talep ettiği şey bu mu? Yoksa reyting ve para kaygısı mı?
Biz sinemamızı dünyaya karşı kültürel ve politik olarak etkili kullanıyor muyuz? Mesela, Türk dizileri bazı Ortadoğu ve Latin Amerika ülkelerine ihraç ediliyor. Bu kültürümüzü yayma da ne kadar etkili oluyor?
Zor sorular, ama üzerine birkaç kelam edebileceğimi düşünüyorum. Bu mevzuları çok daha geniş bir bağlamda okudum, doktoram geniş tanımıyla din sosyolojisi üzerine. Bir de benim açımdan bak, belki bir şeyler ifade eder.
Öncelikle şu ikili dünya meselesinden vazgeçmek gerekiyor. Sorularının kaynağı bir yerlerde hala yaşanan arı bir müslüman kültürünün olduğu varsayımından kaynaklanıyor. Batı medeniyetinin etkisi altında olmayan bir islam kendini en fazla “radikal” formlarda, reaktif olarak (çoğunlukla şiddete başvurarak) gösterebiliyor artık. İslami kurallarla yönetilen ülkeler dahi, bir dünya sistemi olarak hegemonyasını öyle ya da böyle kurabilmiş kapitalizm ile ilişkili olduğu ölçüde, onun taşıyıcısı olduğu kültüre adapte oluyor. Eğer Dubai, Arabistan gibi ülkelerde gördüğün islami motifli binalar, yollar şunlar bunlar, bir yerin İslami kültür taşıdığını ifade ediyorsa, yanılıyorsunuz mesela. En İslami ülkede bile batı medeniyetinin İslami motiflerle yeniden sunumudur karşımıza çıkan, ya da o yöne doğru hakim bir dalga var ve yerel kültür bu dalgaya göre şekil alıyor, biçim değiştiriyor. Zaten islami radikalizasyonu da buna karşıt bir tepki olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır.
Ortada verilen bir savaş vardı, evet, fakat bu savaş batının kitle iletişim araçlarını geliştirmesinden çok daha önce batının lehine sonuçlanma eğilimine girmişti. Yani “ortada güzel güzel islami kültür ile yaşayan islam ülkeleri varken, batının kitle iletişim araçları sayesinde kültürünü enjekte ettiği ve Müslümanların kültürünü yok ettiği yollu” hikaye, biraz basit ve safça...
Kitle iletişim araçları zaten dipten başlayan bir dönüşümü hızlandırdı ve yönlendirdi. Batı ekonomik sistemi, ne zaman senin ekonomik hayatına etki etmeye, onu yönlendirmeye başladıysa, işte o zamanda aramalısın o kültürel dönüşümün köklerini. Osmanlı üzerinden konuşursak, ne zamanki gayrimüslimin ekonomik/siyasi etkisi ne zaman senin hayatında belirleyici olmaya başladı, o zaman görmeye başlarsın bu batı kültürü tartışmalarını. O zaman ne tv var ne radyo. 18.yüzyıl. Peki o zaman görmedi mi bunu müslüman? görmez olur mu? O dönemin kültürel ya da siyasi yazınına bak herkes batılı değerlerin etkisinden konuşuyor. Nasıl izin veriyorlar? Üzgünüm ama Batı medeniyetinin nimetleri inançlı Müslüman ona ne kadar karşı olsa da, tatlı geliyor. Bu savaşı da o yüzden kaybetti ama kaybettiğinin farkında değil. Sanıyor ki arkasına tuğra koyup bir ayet yazınca arabası “müslümanlaşıyor”. O araba her şeyiyle batı kültürünün bir taşıyıcısı... Günümüzde evini arabasını islami figürlerle süslemek de zaten böyle reaktif bir etki. Aslında kültüründen uzaklaştıkça, kültürünle boyuyorsun, ama boyanın altındaki senin kültürün değil, fakat üzerine sürdüğün cila altındakini görmeni önlüyor.
Sadede geleyim. Medya bu dönüşümü güçlendiren hızlandıran bir şeydi. O kadar. Kimseyi tek başına zehirlemedi medya. Zaten batının şekeri hoşuna gitmeye başlayan Müslüman’a şekerin tadının ne kadar da güzel olduğunu teyit etti durdu ki şekerden vazgeçmesin. Ama kaybedildi o savaş. Herkes batının şekerini yiyor, sadece adı değişik. Coca Cola'nın ramazan ayına özel yeşil kapaklı kolası iftarlarda yerini çoktan aldı. Savaş kaybedildi ama kaybedildiğinin farkında değil Müslüman dünya, çünkü özünde batı normlarının öyle ya da böyle içinde yaşarken (bütünüyle değil tabi, yoksa neden alkol yasağı şu bu tartışalım, hala reddetme hali var, ama ana tablo bence değişmiyor) yaşamıyormuş gibi hissettiren İslami pratikler yeterli geliyor. Müslümanmış gibi hissetmek yeterli oluyor artık.
Bir Müslüman için bu acı, ama mevzu benim baktığım yerden böyle.
Ki dediğim gibi, bu kadar radikalleşme aslında bu savaşın kaybedildiğini kabul edememeye, ya da kaybettiysek size de bu dünyayı yar etmeyiz, medeniyetinizin ortasında bomba patlatırız'a evriliyor.
Ben bu konulara pek muhafazakar bakamıyorum. Bence ortada çok karmaşık bir durum yok, her şey gayet olağan. Mesela belki de İslam'ı dibine kadar yaşadığımız dönemlerde mimari yapılarda hristiyanları örnek almışız. Özellikle endülüs döneminde kubbeli yapılar hoşumuza gitmiş ve aynı tekniği Mimar Sinan da kullanmış. Belki o gün için benzer eleştiriler gelmiştir, "hristiyanların binalarını kopyaladınız, kültür elden gidiyor, dinimiz bozuldu, vs." şeklinde. Ancak rasyonel açıdan baktığınızda, İslam ve müslümanlar için hiçbir sorun teşkil etmiyor. Bugün de artık küreselleşmenin etkileriyle kültürler arası alışveriş pek çok şekilde yapılıyor. Hatta medyanın etkisi de bitme seviyesinde. Çağımız internet çağı.
Kaldı ki müslümanlık kültürün korunmasına bağlı değil. Evet yardımı olur ama müslüman dünyanın her yerinde müslümandır. Arabistan'dan İsveç'e gittiğinde, "buranın kültürü farklı, ben namaz kılamayacağım" gibi bir bahane yok. Bugün Küba'da bile beş bin civarı müslüman yaşıyor. Belki minareli camileri dahi yok (5 yıl kadar önce cami yapılacak tartışmaları vardı, takip etmedim). Eminim tuğralı arabaları da yoktur. Evet İslam'dan dolayı yaşam biçimlerinde ufak tefek değişimler olacaktır fakat şekilci insanlar değilse bunu dışardan gözlemleyemeyiz. Bizden örnek vereyim. Daha geçen yıla kadar ramazan davulcuları vardı. Gecenin 3'ünde davul çalarak gezerlerdi. Eskiden veya küçük yerleşim yerlerinde güzel bir gelenek fakat bugün apartman hayatında gereksiz olan bir adetti. Belki çocuk uyuyor, belki hasta olan var, o gün oruç tutmayacak veya belki müslüman değiller ama zoraki o saatte kaldırılıyorlar. Pandemi bahanesiyle bu yıl yok böyle bir uygulama ama bu kimsenin oruç tutmasına mani olmadı.
Demem o ki, kültür değişebilir, değişecektir. Amma öyle amma böyle. Kültürü korumak, bildiğim kadarıyla sadece uzak doğu dinlerine has bir durum. İslam'ın yasakları, kuralları belli. Kültürü korumak, adetleri devam ettirmek gibi bir şart yok. Hırsızlığın, zinanın olmadığı, herkesin zekatını verdiği bir kültür mümkün ancak sadece küçük beldelerde olabilir. Şehirlerde bu mümkün değil. Eğer yapılabiliyorsa bu gibi temel kurallar, toplumun ortak kültürüne zerk edilmeli. Medyayı boşverelim, bugün internet kullanan herkes, her farklı görüşü, düşünceyi, kültürü, adeti istediği gibi öğrenebiliyor. RTÜK'müş, devletmiş, neyi nasıl engelleyeceksin? Zaten engellemeyle bir yere varılamaz. Farklı ve kötü düşüncelerden etkilenmemenin tek yolu, kendi inancını mantıklı ve bilimsel temellere oturtmaktan geçer. Mesela bugün müslümanların önemli bir kesiminin evrim karşıtı olması, yine hristiyan düşünceyi birebir kopyalamaktan kaynaklı. Onlar karşı çıktı diye biz de karşı çıkıyoruz, sonra bu düşünce ezbere devam ediyor. Batıyı takip etmekte, onlardan bir şeyler almakta sorun yok ama bunu yaparken ölçerek, tartarak yapmak lazım. Rasyonel sebepleri bulmalı ve bilmeli. Bir müslüman, neden müslüman olduğunu bilimsel gerekçelerle açıklayabiliyorsa sorun yok. Fakat, "aileden öyle gördük, başka ne olacaktı, bize böyle anlattılar" gibi temelsiz bir inanç varsa zaten öylesi en ufak rüzgarda yıkılır.
Öncelikle cevaplarınız için ikinize de teşekkür ederim. Dünya siyasetine ve medeniyetler arasındaki ilişkilere yeni merak salmış biri olarak cevaplarınız benim için önemliydi. Garip bir şekilde yazılarınızı okurken değişik bir hisse kapıldım. Sanki ben bu yazılanları biliyormuşum gibi hissettim. Kafamda geçen belli belirsiz oradan buradan edindiğim bilgileri yazılarınızda gördüm gibi. Bu durum yeteri kadar bilgi sahibi olmadığımın kanıtı sanırım:)
Öncelikle şunu belirtmeliyim; Batıya, Batı'nın kültürüne karşı değilim. Televizyonu, interneti, kültürümüzle, İslamla ilgili olmayan her şeyi yasaklayalım demiyorum. Kendi yazımı okuyunca sanki öyle bir anlam çıkıyormuş gibi hissettim. Aksine, @spidervis'in de dediği gibi, Batıyı takip etmekte hiçbir sorun yok. Keşke Batıyla yeteri kadar entegre olabilsek. Sadece kültür anlamında değil, demokrasisi ve insan haklarıyla birlikte. Zaten bir kültürü oluşturan öğeler dil, din, gelenekler ve adetlerdir. Birinin Ramazan ayında Coca-cola içmesi onu bir İngiliz gibi düşündürtmez. Aslında benim eleştirdiğim ve anlamaya çalıştığım kesim, Batıya en çok karşıt olup eleştiren ve buna rağmen yine Batı'nın kültürünü en çok sahiplenen kesim. @KEzzAP'ın bu soruma cevap getirdiğini düşünüyorum. ''Üzgünüm ama Batı medeniyetinin nimetleri inançlı Müslüman ona ne kadar karşı olsa da, tatlı geliyor.'' Bir de ilk yazımda ''Türk dizilerinde gördüğüm holdingler, zengin erkekler/kadınlar, yasak ilişkiler, şaşalı hayatlar... gibi durumların Batı'nın getirdiği ürünler, Batı etkisi olduğunu düşünüyorum.'' fikri çok bayağı bir yorum oldu. Batıyı sadece holdingler, zengin erkekler/kadınlar, yasak ilişkiler, şaşalı hayatlara indirgemem saçmalıktı.
Öncelikle çok ilginç ve önemli bir konu, ancak bir o kadar da uzun ve tartışmalı. Sinema, sanat ve medya bağlamında irdeleyecek olursak, Batı'ya karşı müslümanların verdiği bir savaş ya da direniş söz konusu değil. Bir mücadele söz konusuydu, ancak yüzlerce yıl önceydi; savaş bitti ve doğu kaybetti. Bir kere bununla yüzleşmek lazım.
Bugün eğer muhafazakar kesim, aile ve ahlak kavramlarının batı üretimi görsel medyayla bozulduğunu iddia ediyorsa (ki ediyor), öncelikle bu medya ürünlerini TÜKETMEYEREK hayatını yaşamalı diye düşünüyorum. Maalesef bizde reyting rekorları kıran dizilerdeki ve televizyon programlarındaki "sapkınlıklar/ahlaksızlıklar", en ekstrem batı dizilerinde yok.
Ortada yasaklama ya da isyan etme gibi bir durum söz konusu bile değil. Türkiye, hatta Orta Doğu, kocaman bir tüketim kültürünü oluşturuyor, ve bu tamamen batıya endeksli bir topluluk. Arabanın arkasına tuğra etiketi yapıştırıyorsun ancak araba gavur arabası, türban takıyorsun ama makyaj yapıp daracık giyiniyorsun, oruç tutuyorsun ama beş yıldızlı otel restoranında iftar açıyorsun, çok dindar olduğunu iddia ediyorsun ancak İslami açıdan "küfürün içinde", hristiyan Avrupa'da ya da ABD'de kurmuşsun düzenini... Maalesef içten çürümüş, içten yozlaşmış bir manzara var. Bunu kimse inkar etmiyor.
Şöyle düşün, şu an senin devlet büyüklerin "turistin temasta bulunabileceği herkesi aşılayacağız" diyor. Ödleri kopuyor Avrupa'dan, ABD'den, Rusya'dan turist gelmez diye.... Bir dolar, euro yükseliyor her şeye zam geliyor. Kısacası, senin batıya direnme lüksün yok.
Ya İran ya da Kuzey Kore gibi olacaksın, kapatacaksın kendini dünyaya ve bunun bedelini ödeyeceksin; yani hayat tarzın ve dünya görüşün için tüm kapitalizmin nimetlerini feda edeceksin, ya da şu an olduğun gibi bir ülke olacaksın. Başka yolu yok.
Medya sektörüne dönelim. Ne medyasından bahsediyoruz? Türkiye'de bir medya sektörü mü var? Bütün televizyon kanallarını, prodüksiyon şirketlerini, reklam ajanslarını, sinema filmlerini ve dizilerini topla. Sektörün toplam hacmini bir turizm sektörüyle ya da inşaat sektörüyle kıyasla bakalım. Devede kulak. Dolayısıyla bugün Türk medyası kalksa dese ki "ben bundan sonra Türkiye'de ve diğer coğrafyalara ihraç edilen tüm ürünlerimizde İslam'ı en güzel şekilde anlatacağım", birincisi az önce bahsettiğim kıyaslamadan dolayı sektör olarak güçleri yetmez, ikincisi de kimse izlemez. 🙂
Tüm yazılanlara katılmakla birlikte cevaplarınız benim için yeterli oldu. Tek tek teşekkür ediyorum önem verip cevapladığınız için. Son olarak Dünya siyasetini ve medeniyetler arasındaki ilişkileri daha iyi anlamak ve farklı görüşleri öğrenmek adına kitap önerileriniz varsa bekliyorum.
Medeniyetler arası ilişkilerin temeli için önerim, Jared Diamond'un yazdığı Tüfek, Mikrop ve Çelik. Öteki ülke gelişti de biz niye gelişemedik sorusuyla başlayan uzun bir inceleme. Belgeseli de var, youtube üzerinde bulunabilir.
Evet paylaşımlar gerçekten çok yararlı olmuş. Hepinizin emeğine sağlık teşekkür ediyorum