Şeytan Doldurur….
Şeytan doldurur birçok açıdan “yapılmak istenenin çok net olduğu” ama “yapılanın gerektirdiklerinin ıskalandığı” bir iş ve bu nedenle de, garip bir ifade olur mu bilemiyorum ama “gayet cimri bir film”. Ek olarak sinir bozucu bir film. Ve bu nedenlerle de gördüğüm ilk ve şimdilik tek “yeniden çevrim isteyen kısa film”
Özgür Bakar, oynadığı Özgür karakterini bile isteye, tam isabetle klişe bir tip olarak çiziyor ve sunuyor filminin başında. Sıkıcı bir masabaşı işinde çalışan, masabaşına uyum sağlamış, masasının başında sevgilisinin/eşinin fotoğrafı olan ve bekleneceği gibi patronundan pek has etmeyen bir kişi.
İşten can sıkıntısıyla çıkıyor, evine geliyor, anahtarını unutmuş içeri giremiyor. Kapıyı çalıyor, açan yok. Sevgilisini/eşini arıyor, cevap veren yok. Evinin banyo penceresinden içeriye bakıp çıplak, banyo yapmaya hazırlanan bir adam görüyor. Ve dünya başına yıkılıyor.
Filmin, başarı ile çekilmiş ve bağlanmış bu sekansı öyle damıtık bir hikaye girişi teşkil ediyor ki izleyicinin kendisini konforlu ellerde hissetmemesi olanaksız. Ve yine beklendiği gibi, bu konforlu sekans/tanıdık tablo, sert fırça darbeleri ile bozuluyor, pencereden görünen çıplak adam yeterli etkiyle karakterde ve izleyicide balyoz darbesi etkisi yaratıyor. Buraya kadar da sorun yok, her şey yolunda.
İşte tanıtımı yaptık, düğümü yeterince sıkı attık. Peki sonra?
Sağlam temel, konforlu zemin ve bunlara inen sert darbe, devamında belirli gereklilikleri getiren şeyler. İşte bu noktada Özgür Bakar ne yazık ki bu sağlam temel üzerine tek katlı bir apartman, bahçesiz/balkonsuz bir villa inşa ediyor. Bunun muhtemelen nedenlerini aşağıda araştıracağız….
Filmin gelişme bölümü, anlamsızca ve hedefsizce ikiye ayrılmış.
1- Kontrolünü ve aklını kaybetmiş Özgür’ün şeytan ve melekçe yönlendirilmesi
2- Hatununu öldürmekten vazgeçmiş Özgür’ün intihar kararın vermesi ve sevdiği birkaç kişiyle birer veda konuşması yapma çabası.
Girişi sağlam, finali sağlam 14 dakikalık bir kısa filme, gayet harika neden iki tane gelişme yazılır ki?
İşte Şeytan Doldurur, başlı başına birer film teşkil edebilecek 2 harika gelişme içeriyor. Ve bu tercihi ile büyük bir hata yapıyor ki iki gelişmeyi de yeterince ayrıntılı ve doyurucu biçimde kurgulayamayarak ortaya eksik bir film çıkarıyor.
İnce görünmek için siyah giyinen, tek derdi ojelerinin geç kuruması olan bir melek, böylesi harika bir karakter neden filmde sadece saniyeler boyunca var?
Aklını çelmeye çalıştığı insana bilek masajı yapıp, “ne yapıyorum ben yahu?” diye hayıflanan, gerçekleştirmesini istediği şeyi yapan adamın, bunu yaparken ondan kaçan bir şeytanımız var. Neden sadece bu kadar var?
Bu, kesinlikle eşsiz iki melek (oyuncularca harika bedenlendirilmiş olmalarının da katkısından güç alınarak), harika bir düzey yakalamışlar ilişkilerinde. Neden bu kadar az yer alıyor filmde bu dostluk?
Kontrolünü kaybetmiş mülayim bir adamın, çok çok çok ilginççe çizilmiş birer şeytan ve melekçe yönlendirilmesi zaten başlı başına bir film. Neden, kısa bir filmin kısa bir sekansında bunlar var?
Sağlam temel, baştan yazılmış gayet sağlam bir final ama bu iki sağlam zemini birbirine enfes biçimde bağlayabilecek gelişme bir dakika, iki dakika. Neden?
Özgür Bakar ve Alpgiray Uğurlu, yakalamakta başarılı oldukları ayrıntıları, tipleri kullanmadan filminden çıkarmış, atmış oluyor bu durumda.
Şeytanca aklı çelinen Özgür, meleğin tırnak törpüsü ile eve giriyor. Yatakta kültürlü bir herif ve sevgilisini görüyor. Şeytanın enfes repliğiyle olanları yanlış anlıyor ve çifti biçiyor. Kanlar fışkırıyor. Sonra da “bunu yapamam” diyor ve her şey başa dönüyor.
E yapmadı mı zaten? Yaptı işte. Burada bir geri dönüşe, yapamamış olmasına falan gerek yok zaten. Ya yapamayacaktı ya da gayet yapmış olacaktı. Bu sekans, amacına ulaşmakta başarılı değil, inşa edilenleri tatmin edici bir biçimde bağlayamıyor.
Böylece bu şeytan ve melek sekansları, çok sevimli olmalarına rağmen iyi kullanılamıyorlar ve öylece geçip gidiyorlar.
Neyse, devam edelim. Geçip gittikleri yer de kötü değil aslında. “Tatile gidiyorum, uzun bir süre görüşemeyeceğiz” aramaları da başlı başına bir film olabilir. Ama bunlar da yine kısa kısa, tek taraflı konuşmalar. Komik mi? Belki ama yeterince sürükleyici ve renkli değiller. Ve işte Özgür’ün hatunu geliyor, her şey yanlış anlaşılmış vs. Harika bir final. Patronu tekrar arama falan, her şey yerine oturuyor ama bu final de yine yeterince doyurucu verilmemiş. Biraz daha yakın çekim, biraz daha oyunculuk, biraz daha sinematografi. Yirmi saniye önce intiharı düşünüp, düşündüğü her şey yıkılan adam için yetersiz bir görselleme çalışması bu.
Sinematografi derken…. Daha çok yazarlığıyla tanınan, yazdıklarına olan güveni ile film çektiği birçok örnekte belli olan Özgür Bakar’ın (Ve tabii ki Alpgiray Uğurlu’nun) Şeytan Doldurur’daki yönetmenliği gayet tatminkar. Bir görsellik sineması değil bu tabi ama istenenlerin zorlanmadan anlatılabildiği, önemli anların yerinde tercihlerle vurgulandığı bir yönetmenlik söz konusu. Oyunculuklar da hemen her karakter için gayet tatminkar. Ancak senaryo kompozisyonundaki temel sorun, eldeki güzellikleri heba ediyor.
Heba…. Abartılı bir kelime belki çünkü bu haliyle de Şeytan Doldurur kötü bir film değil, aksine iyi bir film. Ancak, ancak birden çok izleme ile tadı damakta kalan güzelliklerin fark edilebileceği, cimrice sergilenmiş karakter ve oyunculukların tadına varılabileceği bir film durumunda.
Bir yandan da, aslında bu tip bir hikaye çok sayıda gelişme sekansı, daha doğrusu çok sayıda olayın meydana geldiği büyükçe bir gelişme sekansı da içerebilir. Yani önce eşini öldürmek isteyen Özgür, sonra veda konuşması yapan Özgür, sonra vazgeçip uzaklara gitmeye niyetlenen Özgür, vazgeçip hırsını patronundan almak için yola düşen Özgür, sonra “bana boynuz takana bende takarım” çalışmasına giren Özgür gibi. Karakterin karmaşık ve dengesiz ruh halinin yansımaları zaten başlı başına bir alttür neredeyse. Ama burada böyle bir durum da yok.
“Keşke şöyle olsaydı”lar pek yerinde yaklaşımlar değildir genelde ama Şeytan Doldurur için bunu yapmak neredeyse şart çünkü eldeki malzeme insanı buna teşvik ediyor. İki adet gelişme bölümünün iç içe geçtiği tek bir gelişme örneğin. Bir yandan bol bol şeytan ve melek konuşması, (kızı öldürecek, hapse girecek ya. Özgür bu sebeple de birileriyle veda konuşması yapmak isteyebilir. Mantıken uygun) bir yandan telefon. Meleğin ya da şeytanın sesini telefondaki annenin duyması gibi garip, ilginç ayrıntılar. Ara ara hızlanan, ara ara sakinleşen ruh hali. Biraz abartılı oyunculuklar. Daha uzun ve oyunculuklu bir final. (Koridorda tek başına Özgür sekansları kötü olmasa da koridorda 3’lü koalisyon daha renkli olacaktır mutlaka) Ve bu filmde en çok, ama en çok görmek isteyeceğim şey: Şeytanla meleğin, baş başa Özgür ve işlerinin kimyası üzerine sohbet ettikleri bir sekans.
Tüm bunlar sağlam zeminli giriş ve tatminkâr final arasına sığabilecek, enfes lezzetlerde ayrıntılar olurdu. Ancak Şeytan Doldurur bu haliyle, iki adet fakir gelişme bölümü içeren, temelde kompozisyon sorunları ile boğuşan, güzelliklerini sunmakta yetersiz olmuş ama bunlara rağmen ilgi çekici ve sevimli olmayı başarabilmiş bir film. Yeniden çevrimi ise kesinlikle “çok iyi bir film” olur. Tabi tercihlerinde inatçı olmasa da “emin” görünen Özgür Bakar çekmezse.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;