Ben bu konuda kendimle acayip çelişiyorum, bildiğiniz 2 galaksi beynimde çarpışıyor ve çok büyük bir karakdelik tüm benliğimi yokediyor. Dermişim. Abartmayalım.
Demem şu ki, bir yandan diyorum ki ulan çekin çekin öğrenin (ama bize sunmayın, Görkem'in başka bir başlıkta dediği gibi). Bir yandan da diyorum ki, hop birader. Önce bir işin teorisini kavra, sonra çekersin.
İkisini bir dengeleyip halletmek lazım işi. Ben bu arada kalmışlıktan hiçbir şey yapamıyorum örneğin. En iyisi sanırım öğrenmek için deneyerek ilerlemek.
Sen bence yaparım da kötü olur, millet beni tefe koyar, ulan bu kadar karizma yaptık ya çizersek kaygısıyla bir şeyler yapmıyorsun. Ahanda açıkça söyledim. Hem de ulu orta yüzüne 🙂 Ama öyle yapma bence çek bir şey de görelim bakalım nasıl çekiyorsun bu kadar bilgiyle hahaha 😀
Bazen bana da böyle geliyor, ama bazen, emin değilim. Ne bileyim:) Çeksene la bir film 🙂
bence çek bir şey de görelim bakalım nasıl çekiyorsun bu kadar bilgiyle hahaha 😀
Çeksene la bir film 🙂
Cek, cek, cek!
Bence de çekmeli valla..
Benim anlamadığım, neden her zaman eleştirdiğimiz "Türkiye'de herkes yönetmen olmak istiyor" sevdasına beni de katmak istediğiniz. Hiçbir zaman ben yönetmen olacağım diye bir düşüncem/sevdam olmadı. Ha çekmek istemiyorum dersem yalan söylemiş olurum, istiyorum. Ama ilk amacım o değil yani. İnsanlara eksik olan alanlarda yardımcı olmak da yeterli benim için. O nedenle kurgudur tutturdu millet, tek amacım insanlara yardım etmekken etiketi yapıştı üzerime şimdi.
Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.
Verilecek her cevaba, yapılan her yoruma bir cevap geliyor, herkesin fikri farklı.
Benim sebebim bu, seninki şu, onun açıklaması bu, diğerine göre bir açıklamaya gerek yok.
Herkes istediğini çeker, herkes istediğini çeksin, kimse kimseye karışmasın, karışanlar kim ki?
Tamam, herkes haklı....
Herkesin kendince haklı, herkesin bir sebebinin olduğu ve bu "kendince"leri olduğu gibi kabul etmeyen, aksi bir fikir sunan herkesin de birşeylere haksız müdahale yaptığı düşünülen ve işte asıl bu sebeplerden ötürü henüz bir türlü var olamamış "Türkiye kısa film piyasası"na hoşgeldiniz.
Herkes herşeyi yapar/yapsın, söyler/söylesin, düşünsün.... herşey ama herşey serbest olsun.
Sonuç?
Cem Yılmaz'ın "Serbest meslek" skeciyiz biz. Herşey serbest.
Bu kadar serbest olur mu yahu?
Olur mu? Olur....
Ama bir yere varılamaz. Varılamıyor zaten.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Bir yerlere varılıyor merak etmeyin. Ben çok güzel gelişmeler görüyorum. İnsanlar sürekli üretiyor, hem de çok güzel işler üretiyor. Ben keyifle izliyor ve takdir ediyorum. Elimden gelen desteği de vermeye çalışıyorum, yeter ki insanlar üretsin. İnsanlar ürettikçe ben mutlu oluyorum. Bu konuda düşüncelerimi ve yaptıklarımı bilenler bilir sanıyorum. Bilmeyenler de öğrenmek isterlerse yorulmadan anlatırım.
Üretenlerden çok tüketenlerin laflarına bakarsak bir yere gelmemiz mümkün değil zaten.
Bir yere gelemediğimiz ve yanlış yolda olduğumuz fikrine sahip kişilerin sadece tüketenler olduğunu kim söyledi?
Gelişiyoruz mutlaka ama bizim gelişmemiz devede kulak. Bu bir evrim. Bizim devrime ihtiyacımız var. Elalem bu devrimi yapalı yıllar oldu.
Rezalet ötesi kısa flmler izlemekten gına geldi. Festival düzenleyip yılda 200 tane kısa film izleyen üyeler var burada.
Bu kişilerin kendileri de üreticiler, bizzat işin içindeki kişiler.
Bu kişiler de kötümser. Senin iyimser olabilmeni gerçekten takdir ediyorum.
Küçük bir not bu arada: Bu kötümserlik "bizden adam olmaz" fikrinde olmak değil. "Henüz ortada bir şey yok ve bu zihniyetle de olmaz" fikrinde olmak.
Zihniyetler, yaklaşımlar değişmeli. Değişirse tamam, çok iyi işler çıkar. Ama değişmezse kaliteli yapımlar beklemek hayaldir.
İnsanlar üretince hepimiz mutlu oluruz, bu sana ait bir mutluluk değil, izninle biz de paylaşalım.
Ama üretilenlerin kalitelerini görünce yaşadığımız hayalkırıklığını sen bizimle paylaşıyor gibi görünmüyorsun.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Ben hem bu ortamda hem başka ortamlarda izlediğim kısa filmler içinde hayalkırıklığı yaratmayan tam tersi çok başarılı bulduğum örnekler görüyorum. Daha önce de bahsettiğim gibi hayalkırıklığınız beklentilerinizle alakalı.
Gelişiyoruz mutlaka ama bizim gelişmemiz devede kulak. Bu bir evrim. Bizim devrime ihtiyacımız var. Elalem bu devrimi yapalı yıllar oldu.
Bu tip devrime bir örnek verir misin? Merak ettim gerçekten.
Not: Bu başlık kesilip yeni bir başlık altında toplanmalı bence. Konu başka yerlere saptı.
Konuya en uygun burayı buldum, buradan devam edelim, ilerleyelim arkada boş yerler var.
Güzel olmuş taşınması ama taşırken link konsa daha iyi olur bundan sonra. Eylem sağolsun koydu gerçi bu seferlik de, söylemese anlamayacaktım. 🙂
Gelişiyoruz mutlaka ama bizim gelişmemiz devede kulak. Bu bir evrim. Bizim devrime ihtiyacımız var. Elalem bu devrimi yapalı yıllar oldu.
Bu tip devrime bir örnek verir misin? Merak ettim gerçekten.
Not: Bu başlık kesilip yeni bir başlık altında toplanmalı bence. Konu başka yerlere saptı.
Bahsettiğim devrimdeki kastım uzunca bir mesele ve biraz araştırma gerektiren bir konu, uzun uzun yazmayayım şimdi, Eylem sövmesin yine 🙂 Ve bunu söylerken de çeşitli Avrupa ülkelerinde verilen desteklerden, sunulan olanaklardan da bahsetmiyorum. Şöyle özetleyeyim; sinemanın uzun metrajı keşfetmesinden, sinemanın ekonomik geleceğinin kaçınılmaz olarak uzun metraj filmden geçtiğinin fark edilmesinden sonra kısa metraj denen şey ikinci plana itildi. George Meiles gibi isimler yüzlerce film ürettiler, hepsi kısaydı. Zamanının hasılat rekortmeni Büyük Tren Soygunu'nu duymuşuzdur. BU film 11 dakikalık bir film. (Ve 18 fps) Sonrasında belki de destansı uzun metraj filmlerin atası olan Griffith'in Bir Ulusun Doğuşu ve Hoşgörüsüzlük falan gibi işlerle 3-4 saatlik o zamanki izleyiciler için ihtişamın tanımını yapan muhteşem filmler yapılınca kim izler 11 dakikalık salak westerni. 1927'de falan 5-6 saatlik filmler bile yapıldı.
İşte sektör hoppadanak "bu böyle olmuyor dostlar, kısaya devam edilmeli" fikriyle kısa filmi ve filmcileri desteklediler. Akademi, ilk kısa film oscarını 1932'de verdi. Bugün, bildiğimiz birçok iyi yönetmen kısa film oscarı ya da adaylığı almıştır. Emile Cohl denen aminasyon tanrısı herif, ömrü boyu kısa animasyon yaptı ve daha güzeli yapabildi, 200 küsür film üretti. Norman McLaren denen merhum "kısa film ilah'ı" herif gitti Kanada'da animasyon stüdyosu kurdu, kısa animasyon olayının apayrı bir uzmanlık olduğunu dünyaya duyurdu, ilerleyen zamanlarda oscar bile aldı. Ki sırf animatör değil, animasyon dışı harika kısaları da var.
Dediğim gibi, bunlar aklımdaki kırıntılar, konu uzun uzun araştırılmalı, yapacağım inşallah zaman bulduğumda. Sözün özü şu ki: kısa film her zaman "önemli"ydi. Bahsettiğim devrim, kısa filmin, sadece uzuna geçişten ibaret olmadığının fark edilmesi, kabul edilmesi ve bu görüşte olanların bu görüşlerini göstermesi ve gösterenlerin de desteklenmesi (olanak olarak değil, yapılanların takdir edilmesi olarak. Ödül, ilgi gibi) durumudur. Bu çemberin bahsettiğim gibi tamamlanması için ilk ve eksikliğinde çemberin kırılacağı an, kısa filmcinin işe girişirkenki motivasyonudur.
Bizimki, "kısa film üretebiliyoruz" gerçeğini gösteren "e yuh artık! 21 yy'dayız ulan!" cevabını hak eden durumdur. "Kısa film çok önemlidir. Uzun kadar para kazanmaz ama uzundan daha fazla prestij kazandırabilir. 5 dakikalık bir filmle sesinizi tüm dünyaya duyurabilirsiniz" gerçeğini görebilen yok galiba. Sitemizde kaç kişi, tüm dünya kısacılarına gösterilmesini isteyebilecek, bu motivasyonla kısa film yapmış şimdiye kadar? Biz kalkıp şu ödüllü, bu madalyalı, şuradan çıkmış, burada sevilmiş sayısız Avrupalı Amerikalı kısa izliyoruz. Heriflerin işçiliği, ciddiyeti, seviyesi bizim çok ilerimizde. Olanak, imkan, vs. Hayır! Yaklaşım ve motivasyon.
Bana göre bu kalitede arkadaşlarımız var. Ama bu motivasyonda, bu ciddiyette, bu amaçta arkadaşımız yok.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Bir Türk yazar olduğumuzu varsayalım. Bir gün oturduk ve Almanca bir roman yazdık. Bu yazdığımız romanın Türk Edebiyatı ürünü olduğundan bahsedebilir miyiz? Tabii ki bahsedemeyiz. Çünkü Almanca yazdık, yani o dili kullandık, onunla işledik. O eser artık Alman Edebiyatı'nın bir ürünü oldu. Mesela Cengiz Aytmatov Kırgız'dır. Ama romanlarını diğer dillere çabuk çevrilmesi için Rusça yazmıştır. Daha sonra Kırgızca'ya çevirmiştir. Bu yüzden bazı çevrelerce ve Ruslarca "Rus Edebiyatı Yazarı" olarak anılmıştır.
Bu örneğin bir benzerini de sinema için düşünelim. Yerli bir yönetmenin Amerikan Sineması'nın dilini kullanarak çektiği bir filmin "Türk Sineması" ürünü olduğundan bahsedebilir miyiz? Tabii ki bahsedemeyiz. Zaman zaman herhangi bir film için şuna benzer yorumlar duyarız; "Fazla Hollywood işi olmuş.", "Uzak Doğu filmine benzemiş." vs. Bu gibi yorumların çıkış noktası işte budur. Yani başkasının "dil"ini kullanarak bir şeyler üretmektir.
Bu şekilde işlerin yoğunlukta olduğu bir zamanda ne kadar "Türk Sineması" yapıldığı tartışılır. Hatta Metin Erksan zaman zaman "Türk Sineması" yapılmadığından dem vurmuştur. Tabii bu söylemiyle günümüz sinemasını işaret etmiştir.
Diğer yandan şöyle düşünelim; Amerikan Sineması, Hong Kong Sineması, İran Sineması, Japon Sineması, Rus Sineması dediğimiz zaman zihnimizde bir şeyler canlanacaktır. Çünkü bu sinemaların başta “dil”leri ve ulusal olmaları dışında kendine özgü özellikleri vardır. Peki bir “Türk Sineması” dediğimiz zaman zihnimizde net olarak bir şeyler canlanıyor mu? Bu söylediğim kesinlikle bir kötüleme, aşağılama anlamında düşünülmesin. Öyle dersem “Türk Sineması” için çabalayan yönetmenlerin hakkını teslim etmemiş olurum. Mesela rahmetli Halit Refiğ hep buna dikkat çekmeye çalışmıştır. Hatta yeri geldiğinde yardımcılığını yaptığı ağabeylerinin filmlerini bile eleştirmiştir. Yani küçük resimi değil, büyük resimi görelim ve bir düşünelim.
Kısa film konusuna gelince, -şimdilik- büyük beklentilerim yok. “Dil” sorunun dışında bu alandaki en büyük eksikliklerden biri ulusal (ulusalcılık ya da ırkçılıkla karıştırılmasın; ulusal ile ulusalcılık ayrı kavramlar) bilincin olmaması. Yani sen Türk aile hayatını anlatacağım derken, ev içinde her zaman resmi kıyafetle ve ayakkabıyla gezen, kahvaltıda kadehten portakal suyu içen insanları gösterirsen gülünç duruma düşersin. Diğer bir sıkıntı da sinemayla ilgilenen insanların araştırma yapmaması, okumaması. Özellikle tarih ve edebiyat çok önemli.
İlerde iyi işler ortaya koyacak, diğerlerinin arasından sıyrılacak yönetmenlerin çıkacağını düşünüyorum. Böylelerinin de tarih ve ulus bilincine sahip olan, düşünce dünyası edebiyatla yoğrulmuş, gözlemci insanlar olacağını düşünüyorum.
Edebiyatla sinemayı karıştırmamak gerekir. Şimdi sana göre aşağıdaki Amerikan Sineması mı yani Badii?
https://www.youtube.com/watch?v=
Ben olayı şöyle görüyorum:
Amerikan Sineması nedir? Amerikan Sineması diye bir şey yoktur. Amerikan Bağımsız Sineması dersen o ayrı, ama Amerikan Sineması diye bir şey yoktur. Amerikan Sineması'ndan kaset ettiğin stüdyo sineması sanırım. O da bir dil değildir. Neyin nasıl yapılacağının ezbere ve satır satır bilindiği bir yerdir stüdyo sineması. O nedenle bu size bir dil gibi gelebilir. Hayır, bunlar sadece aşırı tekrarla mükemmeleştirilmiş ürünlerdir. Filmler değil. Dili olan yönetmenlerdir. Zaten o sistemin dışında azıcık farklı bir şey yaptığınızda ve bu başarıyı tekrarlayabildiğinizde bir dile sahip olursunuz. Bu her alanda geçerlidir. Aklıma gelen ilk örnekler: Senarist: Andy Kaufmann, Yönetmen: Gırla, seç beğen al, Görüntü Yönetmeni: Rodrigo Prieto vs. vs..
Türk Sineması ise henüz kendini bulamadı ama bunun Minimalist Türk Sineması olmamasını umuyorum. Samimi olamayız bu şekilde. Hafiften adı geçmeye başlayan Türk Yeni Gerçekçileri olabilir belki. Önümüzdeki dönem kilit bir dönem. Her şey bu önümüzdeki birkaç yılda belli olacak bakalım.
Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.
Mr. Badii, mesajının temel fikrine katılmıyorum ben. Görsel tarzlar, sinemasal eğilim, üslup vs. gibi konular ülke sinemaları kavramı içerisine hapsedilemez. BU açıdan The Dude'a katılıyorum. EN basitinden Jim Jarmusch da Amerikan sinemasıdır, Roland Emerich'te (Kendisi Almandır) amerikan Sinemasıdır, Tarantino'da Amerikan sinemasıdır. Ve, senin Türk Sineması olarak isimlendirdiğin şeyin, belirgin bir tematik ya da görsel kodlara bağlanmasının yanlış olduğu fikrindeyim.
Ben uğraşır Türk sinemasının bugüne kadar hiç ilgilenmemiş olduğu bir konuyu, yine sinemamızda hiç görülmemiş bir görsel tarzla anlatabilirim. KEndi tarzı çok net ve belirgin olan herhangi bir yönetmene benzemediği sürece (ülke değil çünkü bence de öyle birşey yok ve olamaz. Yani "bu film Hong Kong filmi gibi olmuş" ifadesi yanlıştır) o film gayet de bir Türk Sineması ürünüdür.
Hatta ve hatta bana göre, sinemacılarımızın öncelikli amacı bu olmalıdır. Benzerlerini görmediğimiz %100 yerli filmler yapmak.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Sinemayı patent ofisi gibi ele almak da yanlış, her filmin yeni bir tarzı olacak diye birşey yok. Konu sayısınca tarz olamayacağına göre... Yönetmen ille de görülmemiş birşey yapmak zorunda değildir bence, mesajını vermek için en iyi yöntem neyse onu seçebilir ya da eğer daha bir yöntem bulursa onu kullanabilir. Sinemaya birşeyler katma adına film yapılabileceği gibi, mesaj vermek, düşündürtmek, sorgulatmak gibi birçok diğer amaçla da film yapılabilir. Nasıl ki her çıkan roman yeni bir tarz getirmiyorsa...
- baço