Forum

Kısa Filmci Olarak ...
 

Kısa Filmci Olarak "Dil" Yaratmanın Önemi

30 Gönderi
16 Üyeler
0 Reactions
9,048 Görüntüleme
(@payitaht)
Gönderi: 0
 

jarwik in kelimelere takıldığını düşünüyorum. sonuçta yönetmenin öyle yada böyle kendine has bir şeyi olması lazım. Buna şive deriz, aksan deriz, dil deriz her neyse işte. burda bence esas ele alınması gereken dv-art ın
örnek verdiği show tv vs. kanallarda gece yayılanan aksiyon filmleri ve gerçek sinema filmlerinin farkları.

açık söylemek gerekirse bu foruma ilk üye olduğumda, sinemanın eline kamera alıp, "record" a basıp, sonra bilgisayara aktarıp o veya bu şekilde montajlamaktan ibaret olduğunu düşünüyordum ki hatta montajı bile bilmiyordum. Burda ilk defa "Kubrick" diye bir adamın varlığından haberdar oldum, "Nuri Bilge"yi gazetelerde görmüştüm sadece ödül aldı diye. Sonra bahsi geçen kalburüstü yönetmenleri araştırdım, izledim ve gördüm ki evet
yönetmen tarzı, dili, şivesi her neyse böyle bir şey var. En son olarak "Uzak"ı izledim ve ağzımdan çıkan kelimeler şöyleydi "böyle bir adamla aynı topraklara basıyor olmaktan gurur duyuyorum".

şimdilik kendime bir uslup geliştirene kadar bir film çekmemeyi düşünüyorum. Eskiden bilgisayar başında aylarca uğraşılarak iyi bir film yapıldığını düşünüyordum, şimdi onun çokta gerekmediği kanısındayım. (ha gerekirse oda olacak) Artık masa başında, senaryo yazarken uğraşıp didinip kendime has bir film ortaya koymaya çalışacağım, belki bu bir ayı bulur, belki 1 belki 10 sene. ama uslupsuz ne olduğu belirsiz gece seansında vakit doldursun diye yayınlanan 10 film çekeceğime, neyi nasıl anlattığı belli olan 1 film çekerim.

Kişinin yıllar sonra geriye dönüp baktığında "evet bu benim filmim" diyebilmesi için bile, bir "dil" veya "şive" oluşturmak çok iyi bir sebep.

 
Gönderildi : 25/01/2007 8:30 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

Tamamen kişiser olarak görüşlerimi bende yazıcam izninizle.. bence yönetmenin dili diye bişey olmuyor aslında ... sinema dili vardır sinema kendi başına görsel bi dildir.. yönetmenin dili dedigimiz şey onun dile kattığı cümleler kelimeler ve şive aksan gibi şeylerdir.. yani tarzıdır, görsel olan bu dili kullanma becerisidir. kötü bir yönetmende aynı dili kullanır ama beceremez, anlatamaz, yansıtamaz.. yani dili kullanamaz diyorum..yönetmen asla bi dil icat etmez varolan dili kendi tarzında, kullanır.. ve seyirciye ulaşır.. sanırım bu yazdıklarım daha anlaşılır bi bakış açısı ne dersiniz..?

de hadi buyur!

 
Gönderildi : 25/01/2007 11:26 pm
(@directed_by)
Gönderi: 9
 

Sizce yönetmenin dünya görüşü yönetmenin diLi denebiLirmi ? Çünki ona göre film çekecek veyahut ona göre insanlara bir şeyler empoze etmeye çalışacak .. ?

SineMa Bir TuTKuDuR ..! aĞLaRSanıZ , ağLarSaNız ..!

 
Gönderildi : 29/01/2007 2:24 pm
(@fiddler)
Gönderi: 0
 

Bence günümüzde, yeni kuşak ve gelecek kuşak sinemasında Yönetmenin dilinden bahsedilemez. Bir post-modernizmdir gidiyor çünkü. Bilmeyebilecek arkadaşlar için kısaca özetleyeyim post-modernizm kalıpları, merkezi reddetmek ve doğanın bulunduğu düzenin rastgele olduğunu varsaymaktır. Örnekle, postmodernizmi savunan biri kapşonlu ceket giyer, takımının altında converse olur. Hiç de garipsenmez.

İşte sinema da böyle bir çağa giriyor/girdi bence. De-centerism dediğimiz bir merkezi, ortayı reddetme var. Bende de var bu. Eskiden "Western filmi yönetmeni" diye bir kavram vardı. Adam hayatı boyunca western tarzı dışında tek bir film yapmamış olurdu. Ya da öyle yönetmenler vardı ki her filmlerinde bir şey aynı olurdu. "Evet bu o. Bir Hede Hödö filmi daha" derdiniz. (bu arada dede gibi konuştuğum için özür dilerim yaş daha 16 😀 ) Artık yönetmenler bir romantik komedi çekiyor, ardından aksiyon, korku-gerilim, bir aksiyon daha, sonra bir bilim-kurgu. İçeriği sürekli değiştiriyorlar. Kalıpları ve bağlı kalınan bir ortayı reddettikleri için biçimsel olarak da "Evet şunun her filminde bu böyledir." diyemiyoruz.

Hepsi benim görüşüm, biraz karışıklar ama. Bu arada bu bahsettiğim şey tabii ki "Bir Zart Zurt Filmi" terimini değiştirmiyor. Yine bir Tarantino filmi gördüğümüzde sırıtıp "yahu... ben bu adamın tarzını seviyorum..." diyebiliyoruz.

P.S: kimsenin ilgilenmediğini düşünmeyin. Burada cevap yazmak bir-iki dakika sürüyor ama o cevabı düşünmek saat alıyor. Siz yazın, biz yine okuyup vakit buldukça yazacağız.

 
Gönderildi : 29/01/2007 9:24 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

Fiddler dediğin elbetteki doğru...
Bu söylediğin genel olarak tüm sanat dalları üzerinde geçerli ki biliyorsun post-modernizim en büyük açılımlarını sanat üzerinde yapmıştır, yapmaktadır. Fakat burada dil kavramı olarak bahsedilen şey biraz farklı. Genel olarak söz söyleme biçimi olarak özetleyebiliriz, ama post-modernizmin etkisiyle elbetteki "söz söyleme biçimlerini" belli tanımlanmaların içine koyamıyoruz. Bir oradan bir buradan olabiliyor dediğin gibi, ama en nihayetinde o da bir söz söyleme bir anlarım biçimi oluyor!

 
Gönderildi : 30/01/2007 5:18 am
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
Başlığı açan
 

Sizce yönetmenin dünya görüşü yönetmenin diLi denebiLirmi ? Çünki ona göre film çekecek veyahut ona göre insanlara bir şeyler empoze etmeye çalışacak .. ?

Hayır tam olarak değil...
Yani bu sorunun cevabı aslında sanatta biçim ve içerik tartışmasına giriyor.
Yönetmenin dili çok kısa ama çok kısa bir şekilde ne söylediği, ve nasıl söylediğidir diyelim...

Sanat felsefecileri beni birazdan asacaklar...
Bunlar ne kadar basit anlatımlar...
Ama uzun uzadıya yazılar da yazamıyoruz ya...

 
Gönderildi : 30/01/2007 5:44 am
(@kivancsezer)
Gönderi: 10
 

sabrınıza sığınarak biraz geriden alacağım..

sinema ya da daha kapsayıcı olacak şekilde görsel dil 20. yüzyıla damgasını vurmuştur. bu vurulan damga biraz da görsel dilin kolay tüketilebilir olması ve bu anlamıyla kapitalizmin at koşturduğu coğrafyalarda konformizme (gelin tembellik, üşengeçlik diyelim) yaslanması ile belirginleşmiştir. ve matbaanın keşfine lumiere kardeşler en şiddetli cevabı vermiştir. bu cevap yeni ve bakir bir kültür alanı, bir habitat yaratmıştır. yani görsel kodlar dolaysız ve basit doğasıyla beraber yazı gibi simgesel ve karmaşık -ama bir o kadar da hayal gücünü körükleyen- kodlara oldukça üstün gelmişlerdir. özellikle de sürecin dayattığı yaşam biçimlerine bağlı oluşan konformizm ile.

şimdi gelelim bu tespitin sanata ve sanatçıya olan yansımalarına. öncelikle bana kalırsa burada "dil" olarak bahsettiğimiz şey "biçem" veya "üslup" olarak düzeltilirse daha iyi olacaktır. dilin bir grameri ve kuralları vardır. bu anlamıyla uzlaşmak kesin ve tartışılmaz amaçtır. ama üslup -örneğin romanlarda- o dilin, yazarın anlatısı doğrultusunda ve onun içerisinde şekillenmesi ve bir kıvam almasıdır. yazarların biçemi de bu dili uzlaşma düzleminden anlatı düzlemine kendine has bir şekilde çekmesi ile açığa çıkar. derinlik de işte tam bu noktada oluşur. biçem ezberi bozduğu ölçüde yapıt katmanlanır ve biricikleşir..

biz artık biliyoruz ki klasik sinemanın da bir grameri vardır. bu gramer hikaye anlatıcılığı perspektifinde gelişmiş ve sinema tarihinden çıkan bir nevi ortak çözümler havuzudur. işte bu birikimi yani bu grameri bilen ve kullanan yönetmenler bunu bir katman derine ya da farklı bir noktaya çektikleri anda biçem dediğimiz ve o kendine has bir şekilde oluşan durumu yaratırlar. yoksa bu adam hep bu oyuncuyla çalışıyor dediğimizde ya da bu adam hep helikopterli çekim yapıyor dediğimizde üsluptan bahsetmiş olmayız. olsak olsak fetişten ya da paradan bahsetmiş oluruz. fakat böylesi durumlar sanata hizmet etmez.

kubrick, jeunet gibi verilen örneklere katılmakla birlikte böyle bir tercihin anlam kazandığı noktalara değinmekte fayda var. brecht biçim ve özün yanına işlevi de koyar. dolayısıyla böylesi özgünlükler işlevi de dışarıda bırakırsak ayakları yere basmaz hale gelir. ayakları yere basacak olan özgünlük, muhalif ve sarsıcı olandır. çünkü artık görsel alan neredeyse tamamen parasal ilişkilerin çirkinliğiyle basit ve sığ bir formülizasyona indirgenmiştir. çünkü reklamların, dizilerin anlatığı şey böyledir. tam bir biçim öz uyumu! böylelikle birey koltuğunun başında isimsizleşir, yoklaşır. sinemacı bu anlamıyla konformizme karşı durmalı kapitalizme muhalif olmalıdır. tokadı seyircinin beklentisine ve alışkanlığına atmalıdır. tam hanekenin yaptığı gibi örneğin. en azından denemelidir. yeni bir dil kurmak istiyorsa sinemacı malzemesinin bu doğasını görmezden gelerek bunu yapması neredeyse imkansızıdr. bunun ötesi gösteriştir.

özetlemeye çalışayım:

dil uzlaşır. kapitalizm kuşatır. üslup bağımsızlaşır. sanatçı bu bildiği dilin derinine inmezse kapitalizmin kuşattığı bir çağda üslubunu bağımsızlaştıramaz. bildiği dilin derinine inmek demek ezber bozmaktır. sanatçı kendi ezberini bozmadan seyircinin rahatını kaçıramaz. seyirci rahatı kaçtığı zaman da oturduğu koltukta en azından hafifçe doğrulmak ihtiyacı duyar..

"okkanın altındayız hepimiz. zaten okkanın altındayız.." W.Borchert

 
Gönderildi : 24/02/2007 5:16 pm
(@ercin)
Gönderi: 0
 

Arkadaşlar çok uzun zamandır sinema nedir sorusunun cevabını arıyorum,bir çoğunuz bilirsiniz ki bunu başarabilmek çok güç bir iştir.Sinema başta çok basit görünür,sıradan izleyici için yalnızca görüntü ve sesten ibarettir,biraz daha ilerisine gitmiş bir izleyici için iyi bir senaryodur ve daha da ileri gitmiş ve meseleyi nispeten çözmüş izleyiciler içinse sinema yönetmenin işidir.Ama bu bu kadarla kalmıyor.Sinemayı sindirmek hiç de kolay bir iş değil.Buradan hareketle sinema dilinin tartışıldığı bu ortamda bu mevzuda bu güne kadar öğrendiklerimden yola çıkarak sadece sinemanın değil herhangibi bir sanat eserinin,yaratıcısından izler taşıdığını ve onun üslübuna ve kendi bakış açısına hatta karekterine göre şekil aldığını söylmek isterim.Yani illaki tarz yaratmak için uğraşmak bana göre yersizdir ayrıca başarısızlıktır.Eğer siz sinemayı kafanızda tam olarak oturtmuş ve sindirmişseniz üslup yaratma kaygınız olmadan özgün ve nitelikli eserler verebilirsiniz ki böylelikle zaten kaygı mevzubahis olmadan kendinize has tarzınız oluşmuş olur.Kubrick'in,Jeunet gibi üstadların kendilerine has sinema dili oluşturma kaygıları olduğunu düşünmüyorum. Onların tek derdi sinema yapmaktır ve bu sayede bugün bile hala onları konuşuyoruz ve dehasına hayran kaldığımız Kubrick'in kendi bakış açısıyla hiçbir kaygı taşımadan özgür olarak çektiği Otomatik Portakal'dan bahsediyoruz.

 
Gönderildi : 03/03/2007 5:24 am
(@halostendap)
Gönderi: 0
 

filminde gösterdiklerinin özgün ve bilinçli bir tercih olması sanırım uslüp denen mesele.
İlk filmlerinde bu uslübü yakalayamamaya ama ilerde oluşturacağın üslubun ipuçlarını vermeye de, bilinçli tercihlerinin azlığı ve daha önce izleyip hayran olduğun yönetmenlere olan benzerliklerinin fazlalığı sebebtir diye düşünüyorum.(bi daha da böyle cümle kurmuyorum, tez unutula 😀 )

insta https://www.instagram.com/morehalityalcin

 
Gönderildi : 05/11/2012 12:29 pm
(@ilkersn)
Gönderi: 0
 

Şu koca koca, uzun uzun yazılarda örnek vererek açıklama tekniğini kullanıcam. herşeyi okumadım her zamanki gibi.

Bir film gördüğünüzde o filmde kullanılan öğeler Kubrick filmlerini andırıyor diyorsanız eğer, Kubrick filmlerinin bir dili var demektir. Ki zaten var. Yani bir tarzdır adam başlı başına. Mesela o tarz farklı olarak Tim burton da , quentin tarantinoda da vardır arkadaşlar. Bu tarzı yakalamış yönetmenler bunlar. bu uğurda bir ömür harcıycam diyor arkadaşların bazıları. Dil oluşturmak diyorlar. Vallahi helal olsun.
senaryomuzu özgün bir şekilde yazıp, göstermek istediğimiz, bizim izlerken zevk alacağımız şeyi çekmemiz ve paylaşmamız, bizim tarzımızı ortaya koyacaktır.

filmleriniz için müzikler

Son Kısalarımız: tesir Kader Eris
Kısa filmlerimiz, ücretsiz müzikler ve kendin yap videoları

 
Gönderildi : 06/11/2012 4:13 am
(@fulgura)
Gönderi: 0
 

Tarz, aranıp bulunacak, zamanla keşfedilecek bir şey değildir. O yönde bazı örnekler verebilsek dahi, esasen tarz kişiliğin yansımasıdır. Yani, siz ne iseniz, yaptığınız eser de bunu gösterir, yansıtır. Edebiyatta da bir Hemingway, bir Steinbeck romanı adamın ruhunu, dili kullanımını vb, bilinçaltına dek herşeyi yansıtır. Zaten sinemanın bu boyutta yapılanına, yani filmin yönetmenin kişiliğinin uzantısı yanş dışavurumu olduğuna inanılan ekole de auteur (yazar) yaklaşımı denmesinin nedeni bu. Nasıl "kişiliğimi nasıl geliştireyim? Kim olayım?" demek biraz mantıksızsa, sinematik anlamda da bir dil/stil/ekol geliştirmek kendi içinde bir çelişki/anlamsızlık yaratır. Belki birşey tutturur ve o noktada devam edip başarılı olabiliriz ve o bizim stilimiz/dilimiz diye adlandırılabilir ama özü itibarıyla sanatsal gelişime aykırı olur. O şey, biz olmayız.

Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.

Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.

 
Gönderildi : 06/11/2012 4:27 am
(@halostendap)
Gönderi: 0
 

yani ilk işlerinde daha önce izlediği yönetmenlerden etkilenim söz konusu değildir mi diyorsun?
Mesela Nuri Bilge'nin tarzını Robert Bresson'a benzetenler var, şimdi bir etkilenim söz konusu değil midir?
açıkçası sinema'da nasıl dönüyo bu işler bilmiyorum ama misal şairlerin ilk şiirlerinde kimlerden etkilendiğini, sonra kendi tarzını oluşturduklarını öğrenirdik edebiyat derslerinde...Kendi sesini bulmak...Hatta şarkı söylerken bile yahu, önceleri belki o şarkıyı kim söylüyorsa onun etkisinde kalarak söyleyebilirsin, ya da bazen büyük sanatçılara vokallik yapanlar ilk şarkılarında sanki vokal yaptığı adammış gibi çıkıyor piyasaya sonra zamanla kendi sesini buluyor...neticede senin dediğin şeyi anlamadım Fulgura. İlk işlerde etkilenim olsa bile ileriki işlerinin izlerini ilk işlerinde yakalamak da mümkündür ama bence bi ustalık olayı vardır yani zamanla oluşacak...

insta https://www.instagram.com/morehalityalcin

 
Gönderildi : 06/11/2012 11:14 am
(@fulgura)
Gönderi: 0
 

Ben sadece tarz/stil/dil denen şeyin "kasten" yaratılmasının bir anlamda olanaksız olduğundan dem vurmuştum. Yani sizde size ait bir sinematik dil yoksa ne yaparsanız yapın olmaz demek istedim.

Bu tarzın ortaya çıkışında etkilenme/ilham/kaynak alma olmaması olanaksız. Bu ayrı birşey. Tamamen sıfırdan, limbodan bir tarz ve deha çıkması olmaz. Elbette gördüklerin okudukların senin tarzını oluşturacak. Buradaki püf noktası o ilhamın bizzat seni oluşturuyor yani kendini biçimlendiriyor olmasıdır. NBC demek ki izlediklerinde kendine göre birşey görmüş, onlar o adamı biçimlendirmiş. Bundan hareketle NBC tarzı diye birşey ortaya koymuş (bu nokta tartışılabilir ama konumuz bu değil). Birisi de yarın çıkıp "ben de o zaman aynı adamdan esinleneyim" derse bu formülcülük olur, sanatsal yaratım sürecinin doğasının yapaylaştırılması demek olur.

Kısacası nasıl ben ille de film yapmak istiyorum diye ortaya çıkan bir şahıs bu zorlamadan dolayı berbat bir şey ortaya koyarsa, "kendime ait bir dil oluşturacağım" kastı ile işe kalkışan da farklı olmayacaktır. Birbirine yakın şeylerden bahsediyorum ama her ikisi de esasen birbirinden çok farklı.

Örneğin Andy Warhol diye biri son derece sıradan nesnelerle pop art diye bir furya başlatıp ortalığı kasıp kavurabilmiş, insanlara sanatın son derece doğrusal yöntemler ve sıradan şeylerle de yapılabileceğini göstermiştir. Şimdi yarın birimiz Tukaş konserve kutularıyla ya da Omo kutularıyla aynısını yaparsak kusura bakmasın, iş işten geçmiştir. "Onu beğendiniz, beni neden beğenmiyorsunuz?" sorusu abestir. Hatta "ben de bunu biraz manipüle edip kendime maledeyim" derse de olmaz. Çarpık çurpuk şeyler çizip "Dali oldum" denemez. O buluş yapılmış, sen türev yaparsın ancak. Edison akkor ampulü bulmuş ve senin özgün denebilmek için artık en az floresan'ı bulman gerek ki bir yenilik olsun. Ampulün şeklini değiştirmek özgünlük değil.

Sırf bu nedenle NBC'nin gerçekten bir tarzı var mı, yoksa bizde çok yapıldığı üzere "yabancı olanı muhitimize uyarlama özgünlüğünü" mü pazarlamakta, tartışılabilir. Günümüzde piyasa mantığıyla devamlı bir "yenilik sunma" çabası da olduğu unutulmamalı. Bu pazarın, yani kültür endüstrisinin, pazarlamacıları, deyim yerindeyse devamlı idoller dahiler yaratmakta ve piyasaya sürmekte de denebilir. Ben günümüzde özgün denen birçok eserin ve tarzın bizzat özgün olan 3-5 eserin son derece sıradan bir biçimde harmanlanmasından ibaret olduğunu düşünüyorum artık. Yani bari harmanlamada özgünlük olsa ki orada yaratıcılık olabilir. Bu düşünceler enflasyonu çağında artık gerçek anlamda yaratıcılık tereddütlü durumda diyeyim en son olarak.

... ve bu "endist" karamsarlığın üzerine "Strange Days" izleyelim derim...

Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.

Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.

 
Gönderildi : 06/11/2012 4:09 pm
(@halostendap)
Gönderi: 0
 

Ben de seni alkışlamak istiyorum Fulgura, sağolasın. Dediğin filmi de izleyeyim 🙂

insta https://www.instagram.com/morehalityalcin

 
Gönderildi : 06/11/2012 5:06 pm
 iLAN
(@ilan)
Gönderi: 0
 

Geçen bi televizyon programında Metin Erksan'ın (yanlış hatırlamıyorsam) eski bir söyleşisini göstermişlerdi. Şöyle diyordu: Şimdi sinemacılar 2 tane 3 tane film yapıp üslup tartışmasına giriyorlar, yenilikler arıyorlar. Bu öyle iki filmle yapılacak bir şey değil, sen daha başı-sonu belli film yapmamışsın, üslup diyorsun, önce doğru düzgün bir film yapın. 10 tane 20 tane filminiz olsun ki ondan sonra üslubunuzdan bahsedilsin.

Tam bu cümleler değil tabi ama bu eksende şeyler söylüyordu.

Benim "Ben" dediğim bedenim mi, yoksa ben mi?

 
Gönderildi : 08/11/2012 8:58 pm
Sayfa 2 / 2
Paylaş: