Daha önce “dereyi tanımadan paçayı sıvama” ve “Her kısa filme lazım” gibi başlıklarda sohbetleştiğimiz konularla ilgili olarak bir şeyler söylemeye çalışacağım ve doğru başlık bu olmayabilir ama konular az çok bağlantılı, bir arada olsun istedim.
Daha önce, belirttiğim başlıklarda, klasik sinemayı öğrenmeden yenilikçi olmanın pek mümkün olmadığından bahsetmiş ve çekeceğimiz filmleri bir ölçü de olsa çekicileştirmenin, keyifli hale getirmenin yollarını incelemeye çalışmıştık ya. Şimdi de bir ölçü “yenilikçi” olmaya çalışmanın yollarını incelemeye çalışalım.
Öncelikli olarak, konuya tutturulması gereken bakış majör-minör anlam ikilemi meselesi. Meselenin açılımı şu: Hiçbir imge ya da nesne, tek bir şey hissettirmez. Yani örneğin “taş” dediğinizde aklınıza bir fikir, bir his gelir. Taş…. Ne hissettirir? İlk akla gelecek şey ağırlıktır herhalde. Ama aynı zamanda soğukluk. Ya da sertlik. İşte herhangi bir nesnenin ilk hissettirdiği şey onun majör anlamıdır. İkinci, üçüncü vs. anlamları da minör anlamlarıdır.
İşte birçok açıdan farklı denebilecek yönetmenlerin işlerine baktığınızda, hemen her zaman, görünenin ardında bir anlam saklı olduğunu görürüz. Haneke’den Tarkovsky’ye Kubrick’ten Godard’a hemen hepsinde vardır bu. Entelektüel derinliği olan hemen her işte, bir şeylerin ardında bir anlam vardır. Bir şeyler, ilk görünen anlamından fazlasına sahiptir genelde.
İşte eğer, biraz farklı bir filme imza atmak istiyorsak bu arkadaki anlamlarla iştigal etmeye çalışmak doğru sonuç verebilir.
Örnekleyelim: Michael Haneke’nin Saklı’sı. (İzlemeyen diğer paragrafa geçsin) Yüzeydeki/görünen/majör anlam: Videoyu kim çekti, bu çekti, niye çekti? Çekti de ne oldu? Esas/anlatılmak istenen/minör anlam: Bu video adamın geçmişini tekrar didiklemesini şart koşuyor ama adam bunu yapmaktan bakın nasıl kaçıyor!
Diğer örnek: Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadoluda’sı. (İzlemeyen diğer paragrafa geçsin) Yüzeydeki/görünen/majör anlam: Adamla kardeşi arkadaşlarını öldürüp gömmüşler. Acep nereye gömdüler? Neden öldürdüler? Nasıl bu kadar acımasız olur bir insan bilader ya? Esas/anlatılmak istenen/minör anlam: 2 karakter, polis ve savcı bu olayı farklı algılayacaklar ve algılarına göre yorumlayacaklar. Doktor ise bu iki algının arasında ve bakalım hangisine daha yakın algı oluşturacak?
Tabi bu durumda şunu sorabilirsiniz, “majör daha baskın anlamındadır. Minör anlamın, gerçek anlam olduğunu nereden çıkardın?” İki sebepten: Birincisi, öykülerin majör anlamları genelde tanıdık, anlaşılır, basit olurlar. Ama sonuçları ikna edici, net, anlaşılır olmaz. Çünkü yönetmenin anlatmak istediği şey o değildir. (Haneke: Videoyu kim çekmiş? Belirsiz. Nuri Bilge: Cinayet nasıl işlenmiş? Kimin umurunda?) İkincisi, bu majör, öndeki hikayelerin amacı zaten başka bir amaca hizmet ettikleri için görselliği oluşturan esas etmen değillerdir. Saklı’da amaç videoyu kimin çektiğini bulmak olsa filmi bir amatör dedektiflik filmi gibi çekmek gerekir. Bir Zamanlar Anadolu’da esas mesele cinayet olsa filmi bir polisiye ya da sorgu filmi gibi çekmek gerekir. Ama iki film de yüzeylerindeki hikaye için uygun görsellikte değillerdir. Bu nedenle bu filmler sıkıcı, garip görünür. Bir sürü gereksiz uzun çekim vardır. Bir sürü garip genel plan vardır. Garip renk tercihleri vardır. Hatta garip olay ve eylemler. (Saklı’da adamın olmadık bir zamanda uyku ilacı içip uyuması. Bir Zamanlar Anadolu’da doktorla savcının sürekli geçmişte olmuş bir davayı konuşmaları) Bu, ön öykü için gereksiz gibi görünen ayrıntı ve tercihler, çoğu zaman filmin alt hikayesi ile ilgilidir. (Bazen de yönetmenin salaklığı ile. O zaten değerli bir film değildir)
Tüm bu belirttiklerimizi Coen kardeşlere, Tarantino’ya, Kubrick’e falan da uyarlayabiliriz. Ve buraya kadarki anlattıklarımızı şöyle bir özet cümleye indirgeyebiliriz: Eğer bir film size, pek de anlayamadığınız bir sebeple çekici geliyor/görünüyor ama anlatılmak istenen net bir şekilde belirmiyor ise o filmde bir gizli anlam/alt metin vardır.
Şimdi…. Gelelim bunu, bizim film yapma motivasyonumuza uyarlamaya.
Tabii ki “gereksiz uzun planlar çekin, gören de o kadrajda gizli bir anlam var sansın, “işte sanat filmi, ver alkışı” desin” demeyeceğim. O yalan çünkü, yemezler. Ya da anca bazıları yer. Esas hedef kitleniz (filminize gerçek değeri vermesi muhtemel kitle) yemez.
Herhangi birimiz Haneke ya da Nuri Bilge olmadığımıza göre, şöyle bir yol izleyerek bu bahsettiklerimi kullanabiliriz: Bir gizli anlam aramalı ve filminize enjekte etmelisiniz.
Diyelim ki bir kısa projemiz var. Atıyorum, yatakta uyanan adam camdan dışarı bakar. Sokağa çıkar, birinin onu izlediğini hisseder. Eve döner. Hala biri onu izliyor sanar. Uykusunda bile biri onu izlemektedir. Kakasını yaparken falan kolzetin içinden biri ona bakıyor gibidir. Meğersem adam ölüdür, kakası yoktur, peşinde de onu cehenneme götürmek üzere dolanan bir zebani vardır. Şimdi…. Büyüdüğünde gayet iyi işler çekecek gibi görünen 16 yaşındaki (benim gibi bunaklara göre gayet “salak” olan ama aslında sadece genç ve naif olan ve o bunağın yaşına geldiğinde ondan çok daha gelişkin olacak gibi görünen) bir kısacının çekmesine uygun bu hikayeyi küçücük bir hamle ile bambaşka yapabiliriz. (Bu arada, hikayedeki çok küçük değişikliklerle de bambaşka bir yere gidebilecek bir hikaye olduğunu sezdim şu an ama konumuz bu değil. Neyse….)
Normal şartlarda köşe bucak kaçan, arkasına baka baka tedirgince gezinen, her an paronayakça davranan bir tip olur bu. Film de gerilim filmi gibi çekilir. Yok siz bu filmi, sabit genel planlar, estetik renk tercihleri, geniş açılı lenslerle manzara çekimleri ile biçimlendirirseniz, karakteri de Yusuf yusuf davranan bir tipten çıkarıp azcık tedirgin olsa da manzaranın, çevrenin, havanın suyun toprağın tadını çıkarmaya çalışıyormuş gibi davranan bir tipe döndürürseniz ne olur? Ne olacak? Cehenneme gitmek üzere zebani tarafından kovalanan bir adamın dünyanın tadını son kez çıkarışını resmediyor olursunuz. Hikaye tamamen aynı. Ama görsel tercihler değişince her şey değişti. Azıcık da oyunculuk değişti tabi. Nuri Bilge’nin yaptığı biraz budur işte. Önde bir hikaye var. Ama siz bu hikayenin majörüne takılmıyorsunuz. İçine bir minör enjekte ediyorsunuz, millet adamı izleyen zebani rolündeki elemana en fazla “şu kim lan orada, ne yapıyo?” diyor. Gerilmiyor. Azcık merak ediyor ve azcık huzursuz oluyor. Ama siz izleyici bunu düşünürken aslında henüz ölmüş bir insanın dünyayı son kez algılayışını resmediyorsunuz. İşte görsel olarak gayet verimli bir iş. (Yemin ediyorum tamamen doğaçtır, hiç düşünerek yazmadım, yazarken çıktı) Bu motivasyonla salak salak rüzgarda sallanan ağaçlara, kaldırımda hızlı hızlı yürüyen insanların ayaklarına, vapurun dumanına, simit yiyen bir çocuğun salyasına, döner kesen bir adamın şapkasına, ne bilim olabilecek en salak saçma şeylere odaklanıyorsunuz. İzleyici de salak salak sizi izliyor. Ama sonunda anlaşılıyor ki (evet, sürpriz son) tüm bu salaklıklar bir şeye hizmet ediyor. Eğer böyle bir projede bir şeyleri doğru resmetmeyi başarırsanız (eh bir zahmet…. Amatör de olsa sinemacısınız) filminiz gayet farklı, üzerine düşünülesi, çekici bir film olabilir. Sonunda o merak uyandıran zebani adama yaklaşır. Bankta yanına oturur. Adam bir an bakar. Yanına oturan gizemli adama “gidiyor muyuz?” der. Adam da “evet” der. Birlikte kalkar yürür giderler. Son çekimde bir mezarlığa gelirler. Yanlarında doldurulmak üzere hazırlanmış boş bir mezar vardır. Adam zebaninin elini sıkar. “son bir tur atmama izin verdiğin için tşk ederim” der. Zebani de başını sallar, döner gider. Zebaniyi çekeriz, adam kadrajdan çıkar. Zebani dönüp arkasını baktığında az önce açık ve boş olan mezarın kapandığını ve başına bir mezar taşı dikilmiş olduğunu görürüz.
Çok az şey değişti gerçekten. Zebaniden g.tün g.tün kaçan adam hikayesini başka şekilde çektik sadece. Ona göre de bir final yazdık işte. Atla deve değil. Ama her şey değişti.
Zaten emin olun arkadaşlar, aklımıza gelen ilk hikaye çoğu zaman basittir, klişedir ve evet, kötüdür. Hikayeyi değiştirmeye, zenginleştirmeye uğraşmak kadar, başka bir şeye hizmet eder hale getirmeye çalışmak çok daha zengin çıktılar verebilir bize.
Son bir not: Ben gayet klişe bir hikayeden başka bir sonuca varmaya çalıştım. Hemen her hikaye için bu tip bir çalışma yapılabilir. Mafya üzerine bir hikaye yazarsınız ama başı belada olan gencin ölümü kabul ediş sürecini anlatabilirsiniz. Başlarda yusuf yusuf atan çocuk sonlarda ölümü kabullenmiş bir yetişkine dönüşebilir. Ya da ne bilim, klişe bi hikaye söyleyin…. (Bu kadar da yazılarak düşünülmez yaa. Aynen konuşuyorum yani. Hadi söylesenize. : ) ) Aklıma gelmedi. Ama hemen her hikaye bambaşka bir şeylere hizmet edebilir.
Elimizdeki malzemeye nasıl baktığımız konusuyla ilgili bir şey bu biraz. Tek taraflı bakmamalıyız masamızdakilere. İçinde neler gizli olduğu cuppadanak görülmez. Malzememizin zenginliğini keşfetmek bile ayrı bir film malzemesidir. Keyif verici bir süreçtir. Bunu mutlaka yapmak gerekir. Elimizde bir başyapıt vardır ama kendini gizliyordur. Onu görmeye çalışmak lazım.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Bu arada.... Bu yazıda değinmeye çalıştıklarım, farklı birşeyler anlatmaya çalışmanın yollarından biri. Bir tür kapı açma. Daha çok ama çok çeşitli motivasyon ve etkilerle farklılık sunulabilir. Derledikçe buraya aktarmaya çalışacağım.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
bak bu gerçekten iyiydi:) tesekkurler.
İzlediğimiz kısa filmlerde en önemli eksik aha Görkem'in dediği "minör". Bir filmin sonunda eee? dememizin, temel sebebi minör eksikliği. Zaten minörü olmayan kişinin film çekme motivasyonuna ben pek inanmıyorum. Derdi olmayan kişinin filmi de olmamalı. O nedenle iyi bir sinemacı film çekmeden önce hayata dair dertler edinendir.
hayata dair dert dediğimizde toplumsal mesaj zorunlulugu sanılabilir ama bu. herhangi bir kavramın arkada kalan yüzünü merak etmek yeterli diye düşünüyorum. veya illa çektiğimiz şey derdimiz olmak zorunda mıdır, bunu da hep düşünürüm.
Mesaj zorunluluğu değil. Toplumsal olsun ya da olmasın... (Merak etme onu toplumsallaştıracaklar bulunur. Sen istemesen de toplumsaldır çünkü.)
Basur da bir derttir mesela. Basur ile ilgili bir film de yapabilirsin. Mesele basurla ilgili kendinden ne katacağındır.
Aklıma geldi, yazılması en uygun başlık bu.
Geçenlerde bir arkadaş bana bir proje danıştı. Ve proje tamamen kabızlık çeken, kakasını yapamayan bir adam üzerine. Yemin ediyorum, bahsettiği gibi çekebilirse harika bir film olur. Bİldiğiniz kabızlık ve b.k üzerine bir film yaa. Arkadaş anlatırken resmen heyecanlandım. Çünkü filmin minör anlamı o kadar güçlü ve majör anlamı o kadar komik ve bu ikisinin bir arada oluşu da öylesine ironik ki hoşlanmamak elde değil.
Minör anlam! Neyi ne amaçla kullanacağınız sinema dışında nadir mecrada bu kadar özgürlük, özgünlük sunar. Bundan faydalanmak laızm...
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Aklıma geldi, yazılması en uygun başlık bu.
Geçenlerde bir arkadaş bana bir proje danıştı. Ve proje tamamen kabızlık çeken, kakasını yapamayan bir adam üzerine. Yemin ediyorum, bahsettiği gibi çekebilirse harika bir film olur. Bİldiğiniz kabızlık ve b.k üzerine bir film yaa. Arkadaş anlatırken resmen heyecanlandım. Çünkü filmin minör anlamı o kadar güçlü ve majör anlamı o kadar komik ve bu ikisinin bir arada oluşu da öylesine ironik ki hoşlanmamak elde değil.
Minör anlam! Neyi ne amaçla kullanacağınız sinema dışında nadir mecrada bu kadar özgürlük, özgünlük sunar. Bundan faydalanmak laızm...
çoğu kişinin ilk duyduğunda tuhaf tepkiler verdiği bu senaryo için senden bu kadar güzel şeyler duymak çok hoş, teşekkür ederim Görkem 🙂
Bir film çektiğimde ilk göndereceğim kişilerdensin :))
İlk göndereceğin kişi olmam pek önemli değil. Çekmen önemli.
Çekemezsen böyle bir fkir bulmuş ve onu donatmış olman hiçbirşeye yaramamış olacak.
Bu durumda böyle bir fikri bulmanın da hiç ama hiçbir önemi kalmayacak.
Ben, bu filmi çekmiş olduğunu varsayarak övüyorum. "Çekilirse harika olur" diyorum.
Çekilemezse hiçbir anlamı yok...
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
İlk göndereceğin kişi olmam pek önemli değil. Çekmen önemli.
Çekemezsen böyle bir fkir bulmuş ve onu donatmış olman hiçbirşeye yaramamış olacak.
Bu durumda böyle bir fikri bulmanın da hiç ama hiçbir önemi kalmayacak.
Ben, bu filmi çekmiş olduğunu varsayarak övüyorum. "Çekilirse harika olur" diyorum.
Çekilemezse hiçbir anlamı yok...
öyle tabiki, çok haklısın.
Majör minör ne arkadaş, müzik mi yapıyoruz?
Metin, alt-metin asırlardır kullanılıyor, yeni adlar icat etmeye ne gerek var şimdi :).
Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.
Majör minör ne arkadaş, müzik mi yapıyoruz?
Metin, alt-metin asırlardır kullanılıyor, yeni adlar icat etmeye ne gerek var şimdi :).
Haklısın da düd senin dediğin sadece sinema çin kullanılan bir yakıştırma. BEn bunu herşeye genişletmeyi denedim. Yoksa tamamen haklısın. Sinemadaki majör minör, metin-alt metin olayıyla denk oluyor.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
.
Fikir, en büyük sermayedir.
Çoook iyiydin Görkem 🙂
major ile minor arasına bir katman daha girebilirmiyiz?