Bugün denk geldiğim bir sitedeki tartışmayı buraya taşımak istedim ve sizlerin yorumlarını da merak ediyorum. Daha önce böyle bir başlık açılmış mı diye baktım ama bulamadım.
Fotoğrafçılık sanat mıdır? Bir duyguyu, düşünceyi fotoğraf aracılığıyla anlatmaya çalışıyoruz ve bunu yaparken de estetik kaygı içerisindeyiz, kendi bakış açımızı kullanıyoruz, yorumumuzu katıyoruz, ışığı ayarlıyoruz, bilinçli bir iş yapıyoruz. Böyle düşününce evet fotoğrafçılık sanattır diyorum fakat bu sefer farklı farklı sorularla fikrimi değiştiriyorum. Mesela her çekilen fotoğraf sanat mıdır? Fotoğraf çekmek mi sanattır yoksa fotoğrafı çekerken anlatmaya çalıştığımız duygu, düşünce mi sanattır?
Bu benim çok sevdiğim, daha önce de çok kez içine girdiğim bir tartışmadır. Geçimini fotoğrafçılık yaparak sağlayan biri olarak cevap veriyorum, bana göre bu sorunun cevabı "fotoğrafçılık bir sanattır ancak sadece sanat değildir." Tıpkı sinemada olduğu gibi. Sinema sanat mıdır? Aynı şey. Yönetmen de tıpkı fotoğrafçı gibi bir şey anlatmaya çalışıyor, estetik kaygı içerisinde ve yaratıcılığını konuşturmaya çalışıyor. Ancak aynı zamanda işin içinde para da var, yani bir meslek tarafı da var işin. Yönetmen için de fotoğrafçı için de bu böyle; yani kısacası sanat olduğu kadar bir zanaat aslında. Çünkü kendini tekrar eden ve süren bir üretim var, maddi beklentiler ya da kaygılar var... Hangi fotoğrafın ya da hangi filmin "sanatsal ya da daha sanatsal" olduğuna eleştirmenler, festivaller, ödüller ve yorumlar karar veriyor. Bir de, filmin ya da fotoğrafın çekiliş amacı karar veriyor. Örneğin, bazı filmler ya da fotoğraflar sadece para kazanmak için çekiliyor; sanatsal kaygı ya da toplumsal mesaj ilk sırada yer almıyor; dolayısıyla evet, fotoğraf ya da film fark etmez, her çekilen şey sanat değildir. Ben vesikalık da çekiyorum, konsept ürün ya da portre de çekiyorum; vesikalık çekmek tamamen bir zanaat, tıpkı bir terzinin bir ceketi tamir etmesi gibi; ama konsept bir çekim biraz daha sanatsal, tıpkı bir terzinin sıfırdan bir ceket dikmesi gibi; ama yine de %100 sanat diyemeyiz. Şimdi haklı olarak şu soruyu sorabilirsin: "İçerisine para girince mi sanat olmuyor?" Hayır, sadece işin içerisine meslek ve para girince "zanaat ve üretim" kısmının az ya da çok, ister istemez oluştuğunu söylemeye çalışıyorum. Örneğin, hobi olarak fotoğraf ya da video çeken birini ele alalım, her çektiği şey sanat mıdır? Tabii ki değildir. Sadece sanatsal kaygılarla çekilen her şey sanat mıdır? Tabii ki değildir. Ucu çok açık, tartışmaya çok açık bir konu. "Fotoğrafın kendisi mi, yoksa duygusu, mesajı mı sanattır" diye sorduğumuzda ise, görsel bir "sanattan" bahsettiğimiz için bunları birbirinden ayıramayız; çünkü fotoğraf olmadan duygusu, mesajı olmaz, o duygu ve mesaj ise fotoğraf görselleşmeden bize geçmez. Dolayısıyla onları bir olarak görürüm ben. Bu tarz kavramsal ve teorik tartışmalar her zaman yoruma açıktır ve asla bir görüş birliği sağlanamaz; bu tartışmaların sonu da yoktur. Çok sevdiğim ve çok tartışılan, buna çok benzer bir konu da "profesyonel kime denir" meselesidir. Aynı çizgide bir tartışma işte. Beyin jimnastiği, beyin fırtınası olsun diye bu örneği verdim. Profesyonel kişi, bir işi "çok iyi yapan, en iyisini yapan ve belli bir kalite standardını tutturmuş" kişi değildir. Profesyonel sıfatının sözlükteki karşılığı "bir işi para kazanmak için yapan, o işten para kazanan kişi" olarak geçer. Sen en iyi üniversitenin sinema bölümünden mezun olmuşsundur, bilgi, birikim ve tecrüben vardır, elinde hakim olduğun çok iyi bir makine vardır, post-prodüksiyon programlarını öttürüyorsundur, yaratıcılığın da vardır; bunlar seni "çok iyi bir fotoğrafçı ya da görüntü yönetmeni" yapmaya yeter de artar, ancak seni profesyonel yapmaz. Profesyonel olman için para kazanıyor olman gerekiyor. Ne kadar profesyonel olduğun da, ne kadar para kazandığınla orantılı; ne kadar işinde iyi olduğunla ilgili değil. Diyeceksin ki şimdi "İşinde iyi olmadan nasıl para kazanabilirsin?". Kazanırsın. Ucuza yaparsın, sürüme dökersin, beklentisi düşük bir müşteri portföyün vardır, Güllüoğlu Düğün Salonu'nu ihaleyle almışsındır; hatta böyle 10 tane düğün salonu alırsın, kasetli kameralarla ve şipşak makinelerle alaylı bir ekip kurarsın, para basarsın. Sana insanlar işinde ne kadar iyi ya da kötü olduğunu, seninle ilgili kendi gördükleri ve tecrübe ettikleriyle söyleyebilirler, buna onlar karar verebilir; ancak ne kadar profesyonel olduğuna sadece sen karar verirsin. Çünkü insanlar senin ne kadar para kazandığını, senin maddi hedefini tutturup tutturamadığını bilemezler. Hali hazırda okuyan ya da yeni mezun, adı sanı duyulmamış, ama kapasite olarak bir Nuri Bilge Ceylan, bir Gökhan Tiryaki olan insanlar yok mu? Muhakkak var. KEzzAP'a sinema filmi çektirmek isteseler çekemez mi? Çeker, kralını çeker; belki çekmiştir de bilmiyorum. Çektiyse söylesin. Hayır yani ünlüyse de söylesin. 🙂
Konumuza bir dönüş yapacak olursak, mesela fotoğrafçılar arasında şöyle bir tartışma yaşanır hep: "Sanatçılar RAW çeker, amatörler JPEG çeker."
Hep gülerim mesela buna. RAW çekmek, Photoshop'da fotoğrafın her detayına kendin karar vermek sanat değildir; adam JPEG çeker sana ne? Sen bir sergide bir fotoğraf görüp "Aaa bunu JPEG çekmiş kesin, keskinliği makine kendisi vermiş baksana" der misin? Diyeni gördün mü? Asıl alanı fotoğraf olmayan, atıyorum mesela resim ya da heykel olan, ama fotoğrafçılığa da merak salmış bazı fotoğrafçıların sergilerini gördüm. Ben teknik olarak çok kusurlu olup, çekenin bilgi eksikliğinden kusurlu çektiği, ancak ünlü olduğu için o kusurun görülmediği, kusuru gören insanların da "kasten yapmıştır öyle, çünkü orada bir amacı var kesin bizim anlamadığımız" dediği fotoğraflar biliyorum; bir sergide bu "kasıtlı yapmıştır kesin" cümlesini bizzat kendi kulaklarımla duydum. 🙂
Şeye benziyor bu biraz, hani İstanbul Modern'de tesisatçılar bir klozet getiriyorlar kenara koyuyorlar, bozuk klozeti sökmek için tuvalete giriyorlar, o sırada ziyaretçiler klozeti sanat eseri sanıp fotoğraflarını çekiyorlar ya, bilir misiniz bu olayı, hatırlayan var mıdır? Hayat da sanat da biraz böyle bence.
Bu tartışmalar için işine teknoloji girdiği için, ve bir de sanat kelimesine yüklenen uhrevi anlamı bu teknoloji meselesi kısmen bozduğu için çıkıyor.
Hatta teknoloji daha ulaşılabilir oldukça iyice deliriyor millet. Klozetin sanat olabildiği durumlar varken, fotoğraf elbette sanat. Mühim olan bağlam. Her ne kadar mühim olan bağlam meselesinin ortaya çıkardığı kavramsal sanat meselesini pek sevmesem de durum böyle. Ki fotoğrafta iş bağlamı da asıyor. Fotoğrafta işin zanaat kısmı da bir hayli işin içinde. Kavramsal sanat zanaat meselesini ortadan kaldırabiliyor. Herhangi bir nesne, bir durumda/bağlamda bir sanat eserine dönüşüyor ve herhangi bir bilinçli zanaatsal etkinlik olmuyor arkasında. Fotoğrafta bu fazlasıyla varken, sanat mı tartışması tuhaf. Adam muzu duvara asıyor sanat oluyor, fotoğraf mı olmayacak.
Güzel tartışma, her iki yaklaşımın mantıklı izahları olsa da, sanırım ben Ara Güler'in tavrını daha gerçekçi buluyorum. O fotoğraf çekenin sanatçı olmadığını sadece fotoğrafçı olduğunu söylüyordu. Kendisi için de fotoğraf sanatçısı ifadesine hep karşı çıktı. Esasında bu geleneksel sanat tanımına duyulan bir bağlılık ifadesi. Sanatsal birikimi ve geleneksel sanatı post modern etkilerden koruma çabasını da içeriyor. Gelişen teknoloji ve yarattığı yeni araçların -ki fotoğraf ve video makineleri de bunlardan- geleneksel sanatların yerini almasına hatta onların varlığını tehdit etmesine karşı duyulan korumacı bir yaklaşım.
Bu arada 'sanatçı RAW çeker' nedir ya? Hangi şuursuz söylüyor, ilk defa duydum 🙂 İlla böyle bir ayrım yapılacaksa asıl RAW çekim amatör olmalı. Zira ham görüntü çekmekteki amaç bir takım dijital işlemler ile çektiğin görüntüyü manipüle ederek geliştirmek veya düzeltmek. Yani JPG veya TIFF olarak iyi çektiğini düşünsen asla kullanmayacağın bir hile. Tam da bu sebepten dünyada elit fotoğrafçılar arasında yeni akım mümkün olduğunca RAW çekmemek. Fotoğrafı deklanşöre bastığın anda bitirmek. Şahsen çok saygı değer ve iddialı buluyorum. Ha bizim gibi 'amatörler' için iyi ki RAW, Photoshop, CaptureOne vb var o da ayrı.
Güzel tartışma, her iki yaklaşımın mantıklı izahları olsa da, sanırım ben Ara Güler'in tavrını daha gerçekçi buluyorum. O fotoğraf çekenin sanatçı olmadığını sadece fotoğrafçı olduğunu söylüyordu. Kendisi için de fotoğraf sanatçısı ifadesine hep karşı çıktı. Esasında bu geleneksel sanat tanımına duyulan bir bağlılık ifadesi. Sanatsal birikimi ve geleneksel sanatı post modern etkilerden koruma çabasını da içeriyor. Gelişen teknoloji ve yarattığı yeni araçların -ki fotoğraf ve video makineleri de bunlardan- geleneksel sanatların yerini almasına hatta onların varlığını tehdit etmesine karşı duyulan korumacı bir yaklaşım.
Bu arada 'sanatçı RAW çeker' nedir ya? Hangi şuursuz söylüyor, ilk defa duydum 🙂 İlla böyle bir ayrım yapılacaksa asıl RAW çekim amatör olmalı. Zira ham görüntü çekmekteki amaç bir takım dijital işlemler ile çektiğin görüntüyü manipüle ederek geliştirmek veya düzeltmek. Yani JPG veya TIFF olarak iyi çektiğini düşünsen asla kullanmayacağın bir hile. Tam da bu sebepten dünyada elit fotoğrafçılar arasında yeni akım mümkün olduğunca RAW çekmemek. Fotoğrafı deklanşöre bastığın anda bitirmek. Şahsen çok saygı değer ve iddialı buluyorum. Ha bizim gibi 'amatörler' için iyi ki RAW, Photoshop, CaptureOne vb var o da ayrı.
Söylediklerine katılıyorum, ancak modern görsel sanatlar olarak fotoğraf ve videonun belki 80-100 sene önce ressamlığı öldürebileceği düşünülmüş olabilir ancak bugün böyle bir risk ya da tehdit söz konusu değil. Tam tersine herkesin fotoğrafçı olduğu, çok daha az insanın ressam olduğu bir dünyadayız; resim daha değerli baktığında. Kaç tane fotoğrafçı tanıdığımı sor, "herkes" derim, kaç tane grafik tasarımcı tanıdığımı sor, en az bir düzine sayarım; kaç tane ressam ya da çizer tanıdığımı sor, bir tane tanıyorum.
RAW konusundaki fikirlerine de tabii ki katılıyorum, maalesef piyasada dönen bir geyik. Bu arada dediğin akımı bilmiyordum ama mantıklı; fotoğrafçılık sektöründe son 2-3 senedir "ben işimi çekimde bitiririm, Photoshop kullanmam" diyen elit arkadaşlar da çıktı ortaya, saygı duyuyorum.
Aslında şeyi de konuşmak, tartışmak lazım, bir eserin sanat olup olmadığına karar veren otoriteleri sorgulamak mesela. Mesela herhangi bir fotoğraf düşünelim, çekeni belli değil, nerede çekildiği belli değil, çekildiği yıl belli değil, tanınan bilinen bir fotoğraf değil, herhangi bir ödül almamış... Öte yandan ben bunu mesela bir sahafta ya da antikacıda gördüm ve içimde inanılmaz bir duygu hareketlendirdi, çok beğendim, çok sanatsal buldum; aldım evime çerçevelettim. Misafirliğe gelen insanların da çoğu benimle aynı hissiyatı paylaştı diyelim. Ancak ben o fotoğrafı bir sergiye, dergiye, yarışmaya göndersem kabul bile edilmez belki. Şimdi bu fotoğraf bir sanat eseri midir değil midir? Hani sanat eseri olmak, bir mevki, bir makam ise (çünkü tanımını belirlemek çok zor, bir rütbe olarak kabul ediyorum), bu değere ve statüye sahip olup olmadığını söylemek kime düşer? Ara Güler karar verebilir mi buna? Ya da bir film çektim, Atilla Dorsay karar verebilir mi? Ya da falanca festivalın filanca jürisi ve herhangi bir ödülü? Şöyle diyelim, ben bir kısa film çektim, hasbelkader uluslararası bir ölçekte viral oldu, Jim Jarmusch ya da Lars von Trier segmentinde bir yönetmen de film hakkında "Allah belanı versin, bu ne iğrenç film, hiç sanatsal değil, inşallah geberirsin" diye tweet attı. Beni çok meşhur etmeleri ve reklamımı yapmaları dışında sizce ne olur? Bence şu olur, tweet atan yönetmenin işlerini sanatsal bulmayan kitle benim filmimi sanatsal bulur. Yani acaba bir sanatçının eserlerini değil de, sanatçısını yüceltiyor ve sanatsal buluyor olamaz mıyız farkında olmadan, sırf meşhur ve kabul görmüş birisi diye?
acaba bir sanatçının eserlerini değil de, sanatçısını yüceltiyor ve sanatsal buluyor olamaz mıyız farkında olmadan, sırf meşhur ve kabul görmüş birisi diye?
Bu, bir eserin üzerimizde uyandırdığı etkiyi etkileyen en güçlü faktörlerden biri olarak düşünülebilir.
Bir belgeselde izlemiştim. Denekleri bir kütphanede topluyorlar ve bir kalem verip sırayla incelemelerini istiyorlar. Herkes kabaca bakıp bir sonrakine veriyor ve daha sonra açıklıyorlar, "bu Albert Einstein'ın kullandığı son kalemdi" diye. Deneklerde bir pişmanlık başlıyor; keşke daha uzun tutsaydım, önceden bilseydim ona göre incelerdim gibi şeyler söylüyorlar. Daha sonra farklı bir eşya veriliyor yine aynı şekilde elden ele inceleniyor ama bu kez daha uzun süre tutuluyor. Yine eskilerden olduğu belli bir eşya ve finalde deniyor ki "bu da Adolf Hitler'e aitti." Denekler tekrar pişman.
Yapılanın ne olduğuyla beraber kimin yaptığı da ona bir değer katıyor tabii ancak yapan bunu sağlayan, o kişinin geçmişi. Ben öksürüğümü kaydedip internette paylaşsam, neredeyse hiç reaksiyon almam ama Tarkan aynı şeyi yapsa, övgü dolu sözler yazılır, belki parayla bile satılır. Önceden yaptığınız sanatsal/değerli işler varsa, sonraki eserlere de bu aktarılıyor. İsim yapmak, bir ismin olması böyle bir şey. Kişinin tarihi, ürettiği eserin de geçmişi oluyor, o yüzden sahibine göre ekstra değer vermek ve yüceltmek, normal bir durum.
Bu konuları podcast'te konuştuk ayrıca. Sanat ve otorite meselesini yani.
3. ve 4. bölüm
Dileyen bakabilir belki bir bakış açısı sunarız.
Çok ilginç bir örnek. Aklıma şey geldi, hani bazen anonim eski resimler keşfediliyor, ölmüş falanca ünlü ressama ait olabileceği üzerine bir teori atılıyor ortaya, uzmanlar hemen toplanıyor, inanılmaz araştırmalar, karşılaştırmalar, resmin üzerinde bulunan kirpiğe dna testine kadar çılgın bir kapsama ulaşıyor olay; sonunda "yok Picasso değilmiş bu, bir milyon dolar etmez, 100 dolar eder" diyorlar ya; o hesap.
Çok ilginç bir örnek. Aklıma şey geldi, hani bazen anonim eski resimler keşfediliyor, ölmüş falanca ünlü ressama ait olabileceği üzerine bir teori atılıyor ortaya, uzmanlar hemen toplanıyor, inanılmaz araştırmalar, karşılaştırmalar, resmin üzerinde bulunan kirpiğe dna testine kadar çılgın bir kapsama ulaşıyor olay; sonunda "yok Picasso değilmiş bu, bir milyon dolar etmez, 100 dolar eder" diyorlar ya; o hesap.
https://www.imdb.com/title/tt3212568/?ref_=nv_sr_srsg_0
Herkese tavsiye ederim.