Başlık KEzzAP tarafından başka bir başlıktaki mesajlar bölünerek oluşturulmuştur.
Zeki Demirkubuz un sinematografisi genellikle kötü olmuştur.Kamerayı canının istediği yere koyduğunu filan söylediğini de duydum.O da hikaye anlatıyor, önce hikaye anlatıyor.
Sinematografi mühim hatta benim için çok mühim ama asla iyi bir hikayem olmadığına inandığım için yönetmenliğe yeltenmedim.
Hikaye konusu sinematografiden önemlidir ancak tabii ki de inandırıcılığını yitirecek kadar problemli bir iş olursa da kimse dönüp bakmaz tabii.
Yine de sinematografi manyağı biri olarak hikayenin altında olduğunu düşünüyorum.
Bu arada bu yazımı filmden bağımsız yazıyorum henüz izleyemedim.
Zeki Demirkubuz un sinematografisi genellikle kötü olmuştur.Kamerayı canının istediği yere koyduğunu filan söylediğini de duydum.O da hikaye anlatıyor, önce hikaye anlatıyor.
Sinematografi mühim hatta benim için çok mühim ama asla iyi bir hikayem olmadığına inandığım için yönetmenliğe yeltenmedim.
Hikaye konusu sinematografiden önemlidir ancak tabii ki de inandırıcılığını yitirecek kadar problemli bir iş olursa da kimse dönüp bakmaz tabii.
Yine de sinematografi manyağı biri olarak hikayenin altında olduğunu düşünüyorum.
Bu arada bu yazımı filmden bağımsız yazıyorum henüz izleyemedim.
Sinematografinin hikayenin altında olduğu konusunda tamamiyle yanıldığını düşünüyorum.
Yani bununla ilgili tartışabiliriz. Hatta hikaye çoook sonra gelir.
Zeki Demirkubuz'un ilk filmlerini zaten bahsettiğin sebepten ötürü pek fazla sevmem.
Hatta Demirkubuz'un tam olarak sevdiğim tek filmi vardır, o da "Kader".
Kader için aynı şeyi söylemediğini, sinematografik anlatımı dikkate aldığını biliyoruz.
Zaten filmin kendisi de bunu belli ediyor.
Kader öncesi filmlerinde ise, Demirkubuz'un hikayelerini severim ama sinemasını değil.
Zeki Demirkubuz un sinematografisi genellikle kötü olmuştur.Kamerayı canının istediği yere koyduğunu filan söylediğini de duydum.O da hikaye anlatıyor, önce hikaye anlatıyor.
Sinematografi mühim hatta benim için çok mühim ama asla iyi bir hikayem olmadığına inandığım için yönetmenliğe yeltenmedim.
Hikaye konusu sinematografiden önemlidir ancak tabii ki de inandırıcılığını yitirecek kadar problemli bir iş olursa da kimse dönüp bakmaz tabii.
Yine de sinematografi manyağı biri olarak hikayenin altında olduğunu düşünüyorum.
Bu arada bu yazımı filmden bağımsız yazıyorum henüz izleyemedim.
Sinematografinin hikayenin altında olduğu konusunda tamamiyle yanıldığını düşünüyorum.
Yani bununla ilgili tartışabiliriz. Hatta hikaye çoook sonra gelir.
Zeki Demirkubuz'un ilk filmlerini zaten bahsettiğin sebepten ötürü pek fazla sevmem.
Hatta Demirkubuz'un tam olarak sevdiğim tek filmi vardır, o da "Kader".
Kader için aynı şeyi söylemediğini, sinematografik anlatımı dikkate aldığını biliyoruz.
Zaten filmin kendisi de bunu belli ediyor.
Kader öncesi filmlerinde ise, Demirkubuz'un hikayelerini severim ama sinemasını değil.
Bu durumda yeni bir başlık açmak gerekecek sanırım. 🙂
Şimdi ben de işin sinematografi tarafından daha çok zevk alıyorum dediğim gibi.
Ama yalnızca buna yüklenen bir anlatım fetişin üzerine çıkamıyor.Etkileyici oluyor ama etkisi çoğu bünyede geçici oluyor.Görsel metaforlara yüklenince daha denaysel kalıyor, bu da sinemanın küçük bir bölümünde kalıyor bence.
Yani hikaye basit dahi olsa üstte olmalı bence ve de görüntü yalnızca desteklemeli atmosfer anlamında.
Aslında senin sinematografiyi nasıl ve ne kadar üstte tuttuğunu daha çok merak ettim.
Zeki Demirkubuz un sinematografisi genellikle kötü olmuştur.Kamerayı canının istediği yere koyduğunu filan söylediğini de duydum.O da hikaye anlatıyor, önce hikaye anlatıyor.
Sinematografi mühim hatta benim için çok mühim ama asla iyi bir hikayem olmadığına inandığım için yönetmenliğe yeltenmedim.
Hikaye konusu sinematografiden önemlidir ancak tabii ki de inandırıcılığını yitirecek kadar problemli bir iş olursa da kimse dönüp bakmaz tabii.
Yine de sinematografi manyağı biri olarak hikayenin altında olduğunu düşünüyorum.
Bu arada bu yazımı filmden bağımsız yazıyorum henüz izleyemedim.
Sinematografinin hikayenin altında olduğu konusunda tamamiyle yanıldığını düşünüyorum.
Yani bununla ilgili tartışabiliriz. Hatta hikaye çoook sonra gelir.
Zeki Demirkubuz'un ilk filmlerini zaten bahsettiğin sebepten ötürü pek fazla sevmem.
Hatta Demirkubuz'un tam olarak sevdiğim tek filmi vardır, o da "Kader".
Kader için aynı şeyi söylemediğini, sinematografik anlatımı dikkate aldığını biliyoruz.
Zaten filmin kendisi de bunu belli ediyor.
Kader öncesi filmlerinde ise, Demirkubuz'un hikayelerini severim ama sinemasını değil.
Hmmm... Sinematografinin hikayeden önce geldiği konusuna kesinlikle katılamayacağım. Aslında hikaye de değil de, çünkü o da büyük çoğunlukla mekanik bir olgu, en başta filmin çıkış noktası, derdi, söyleyecek sözü gelir bana göre. Bu konuda kendimi çok da net ifade edemiyorum. Fassbinder’in “Aklı başında yönetmenlerin tümü aslında hep aynı şeyi çeker.” diye bir sözü var, benim de varmaya çalıştığım nokta da aşağı yukarı orası.
Söyleyecek sözü filmin başı olsa, hikayesi de gövdesidir herhalde bence. Hikayeden yoksun film kendini izlettiremez. Yanlış anlaşılmasın; sinematografi, teknik yetkinlik, zaman-mekan kullanımı vs. kesinlikle önemsizdir demiyorum. Kolu, bacağıdır onlar da filmin bana göre. Bu yönleri noksan olan film belki çok zayıf, eksik, iğrenç, kötü oluyor; ama ilk iki aşamada çok kuvvetliyse yine de bir kafa, bir gövde sana konuşabiliyor.
Neyse sevmememe rağmen bir sürü benzetme fln yaptım, tırt gibi oldu yazı biraz. O yüzden en azından bir örnekle devam edeyim. Lafı olmayan, hikayesi gelişmemiş filme tam da popüler bir örnek; “Sweeney Todd”. Tüm biçimsel ve estetik kaygılar olarak 1/10’una dahi erişemeyeceğim ve bu konularda kusursuz olduğunu düşündüğüm bir film, ama yine de nefret ederim. Belki çok kaslı kolları, çok uzun fıstık gibi bacakları var; ama hepsi ayrı yerde, bir amaca hizmet etmiyor, kopuk... Hmmm yine tırt gibi benzetme yaptım:).
Hikaye konusunda ise yanlış anlaşılmasın söylediklerim, öyle gelenekçi fanatik bir tutumum falan yok. Bence Godard’ın hikeyesiz film yapıyorum derken bile, basbayağı güçlü hikayeleri ve fazlasıyla söyleyecek sözü; ya da ne bileyim, “Gerry” gibi son derece hikayesiz gözüken bir filmin bile kendi dramatik yapısı içersinde kusursuz bir hikayesi vardı.
Neyse işte bir yerde biçim mi, içerik mi tartışmasına geldim kendi kendime. Sinema da değil mesele edebiyat, resim, heykel ıvır zıvır ne olursa olsun, biçim-içerik yarı yarıya diyorum. Ama işin temeli kökleri içerik, geriye kalan üste çıkılan 2.kat biçimdir bana göre. İçerik zayıfsa, biçim ne kadar güzel olursa olsun bina yıkılır diye devam etmiyorum, çünkü 3 oldu bu ve kendinden tiksindim resmen...
Bir de, Demirkubuz seçimim “Yazgı”.
Kısaca yazayım şu fikrimi de isteyen olursa genişletirim.
Ontoloji: varlık bilgisi
Her şeyin özüne dair bilgiyi verir ontoloji. Sinemanın ontolojik olarak var olmasının tek kaynağı vardır o da kamera! Kamera olmadan sinemanın özü yok demektir. -ki burada kameradan kastım bir cihazın ötesindedir söylemeye gerek yok sanırım-
Hikaye ise bırakın sinemanın en önemli unsuru olmayı kendisi herhangi bir sanatın da özü değildir. Hikaye anlatma sanatının özünden bahsedebiliriz sadece o da "sestir", "sözdür", "cümledir". Yani hikaye dediğimiz şey herhangi bir sanatın sadece bir yan unsuru olabilir (müzikte, resimde, heykelde de hikaylerden bahsedebiliriz mesela) özü olamaz çünkü onun altında başka bir öze sahiptir. (ses, söz, cümle )
Sinemanın sözü ve de cümlesi ise az önce bahsettiğim gibi kamera yani görüntüdür. Hikaye kurmak için nasıl cümleye ihtiyaç varsa, sinemada cümle kurmak için de yani hikaye anlatmak için de en temel özüne yani görüntüye ihtiyacımız vardır.
Bu arada tartışmanın başından beri sinematografi hep yanlış kullanılıyor. Sinematografinin tek öğesi görüntü değil, aynı zamanda müzik, ses, kurgu vs'dir de bildiğimiz gibi bunu da belirtmek gerekir diye düşüdüm.
Sinematografi, teknik kısmını bırakıp görüntü kısmından devam edelim.
Tanımsal olarak böyle sıkı sıkıya bağlanırsak, trenin gara gelişini gidişini izler dururuz bence.Evet görüntü işin temeli çok doğru ama içerik olmaksızın devamlılığını sürdürmesi düşünülemezdi.
Sinemanın gelişimi hikayeyle olmuş, zira hikaye anlatabileceklerini farketmeden önce
yaratıcıları dahi kameranın kısa sürede çöpe gideceğini öngörmüş.(Melies - lümier bros arasındaki mektuplar)
Ve bugün de insanların sinemaya ilgisi hikayeyle daha kuvvetli bağlar içeriyor.Devamlılığı sağlayan hikaye.Görüntüler ise yeterince güzel olabilerek önem arz ediyor.Bizim burda tartıştığımız detaylar izleyicide en fazla "ya şöyle arkası flu oluyor ya onu nasıl yapıyorsunuz ? " şeklinde yansıyor.
Evet kamerayı çıkartırsak ortada film olmaz yanlış değil, hikaye olmassa da film olur, bu da doğru.Ama bence yanlızca tanımda kalır.
Görüntü hikayeyi doğru desteklediği sürece önem arzeder bence -varolmak dışında-.
İyi hikaye basit de olsa filmi taşıyan unsurdur.
Şimdi tartışmayı öz boyutunda değerlendirirsek sonsuz bir paradoks olur.
Benim baktığım nokta izleyiciye indirgenmiş kısım.
Ercü katılıyorum diyeceğim ama biraz eksik tanımlaman bana göre. Yani evet, günümüzde artık hikâye üzerinde değiliz. Yani özetle şu geyik vardır ya, "anlatılacak hikâye kalmadı" diye. Hakikaten o kadar az anlatılmamış hikâye kaldı ki senede ancak 1 2 adam gibi özgün hikâye görebiliyoruz, onlar da genelde kitap, hikâye, çizgiroman vs. uyarlaması. 2008'de hiçbir şeyin uyarlaması olmayan, daha önce anlatılmamış ve sadece sinema için üretilmiş aklıma gelen tek fikri mülk Charlie Kaufman'ın Synecdoche, New York'u.
O nedenle günümüzde özgün hikâye arayışı sürse de, artık kıtlıktan dolayı olay ne anlattığımıza değil, nasıl anlattığımıza bakıyor.
Bu görsel oyunlarla olabilir (Sin City, The Spirit (bögh), A Scanner Darkly vs.), montaj ve hikâye kurgusundaki zekiliklerle olabilir (The Hulk, Pi, Memento vs.) veya tür kalıplarını kırıp izleyici şaşırtmakla olabilir (In Bruges, The Big Lebowski vs.). Tabii daha farklı yöntemlerle de olabilir de ilk aşamada aklıma gelen bunlar.
Hitchcock baba da demiş, ne anlatıldığı hiç ama hiç umrumda değil, önemli olan seyirciye bir duygu hissettirip hissettirmediği.
Bu noktada sinematografi dahi yetersiz kalıyor. Olay tamamiyle forma giriyor. Sinema formuna yani. Sinemayı nasıl tanımladığımıza ve bizde nasıl hisler uyandırdığına.
Artık özgün hikâyeler bulamıyoruz ama özgün anlatımlar hep olacaktır. Bizim de hedeflememiz gereken bu olmalı sanki.
Katılıyorum deyip komple katılmamış gibi oldum ama dediğim özetle şu, elimizde "iyi" diyebileceğimiz bir film olabilmesi için en azından düzgün bir hikâye ve bu hikâyeyi düzgün şekilde dışavuracak bir atmosfere ihtiyacımız var. Bunlar olmadan, biri eksik biri fazla olunca, veya biri hiç olmayınca falan feslikan, bu işler yürümüyor. "İyi" bir film olmuyor.
Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.
Ben sana tamamen katılıyorum ama.Belki doğru tanımlayamadım belki kendi içimde çelişiyorum ama takıldığım mevzu hikayenin saf dışı kalması.
"Görüntü hikayeyi doğru desteklediği sürece önem arzeder bence -varolmak dışında-.
İyi hikaye basit de olsa filmi taşıyan unsurdur."
demem senin mesajının başlığı olur yani. 🙂
Hikayeyi tanımlama noktasında yanılıyor olabilirim ama görselliğe abanan filmler dahi bir hikaye anlatıyor sonuçta.Ya da durum diyelim.
En ciddi dayanak aslında teknik niteliğe rağmen hüsran olan filmler.Anımsayamadım ama holivutta bolcana var.Sweeney Todd mu demişti biri diğer başlıkta ?
Görüntüyü üst kademeye çıkartınca benim aklıma modern sanat zırvaları geliyor ki bütün çıkışlarım bundan olabilir. 🙂
Evet, kesinlikle çok öznel bir konu ve sinemaya nerden baktığınıza göre değişiyor.
Aslında yeni başlık açılmasına rağmen, yazmayı düşündüklerimle konuyu biraz daha dağıtmaktan korkuyorum, ama fikirlerim beni ister istemez o noktaya götürüyor.
Biraz fazla, belki konu dışına çıkacak ölçüde kişiselleşerek, sinemayı amaç değil de, araç olarak gördüğümü söylemeliyim. Yani benim kendi çapımdaki sinema ilgim, aslında romana, resme vs. karşı sahip olduğumdan çok da farklı değil.
Yani bir yer de, çok şahsi olarak, benim Bergman'la Kafka'yı birbirlerinin üstünde tutamamam, benim, nasıl anlattıklarından önce, neyi anlattıklarından etkilenmemden kaynaklanıyor.
Aslında hiçbir türde, bir eserin başarılı olmasında içeriğin payı biçimden fazladır demiyorum. Sadece eserin temelinin içerik ve herhangibir türün(sinema, resim vs.) de bu ifadenin aracı olduğunu düşünüyorum.
İşte bu noktada da, her şey çok öznel. Çünkü bir kesim benim gibi düşünürken; diğer bir kesim tamamiyle sinemanın görüntüsünün, sesisin, gücünden etkilenmesiyle, sinema düşkünlüğüyle bu işle alakadar olabilir. O yüzden de, bu konuda bence fikir ayrılığından daha doğal bir şey olamaz.
İyi hikaye basit de olsa filmi taşıyan unsurdur.
demem senin mesajının başlığı olur yani. 🙂
Basit de olsa ortalama bir hikâye dersek cuk olacak :).
En ciddi dayanak aslında teknik niteliğe rağmen hüsran olan filmler.Anımsayamadım ama holivutta bolcana var.Sweeney Todd mu demişti biri diğer başlıkta ?
Güzel örnek ama yine tam sayılmaz bence. Çünkü güzel bir konusu vardı aslında filmin de müzikal yapılarak ve felaket sesli insanlara şarkı söyletilerek o inanılmazlığın doruklarındaki görsellik ve teknik becerinin içine muhteşem bir şekilde etmişlerdi.. Gördüğüm en güzel görünen boklardan biriydi, öyle diyeyim.
Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.
Bugün tezim için yeni bir kitaba başladım ki girizgah bu mevzuyla açıldı.
Her ne kadar benim gibi ortadan gitse de görüntüye biraz daha paye çıkartmış yazar.Uç noktaların pek de işleyen bir şey olmadığını algıladım.Biçim ve içerik noktasında.
Gerçi çok başındayım tabi.Bir de şöyle bir alıntı var "iyi film kötü görüntü ya da kötü film iyi görüntü olmaz.ikisi de aynı şeydir "
Kitap;A. Şedik Güngör ün Sinemada Görüntü Yönetmeni.
bu arada aklıma çok alakasız bir soru geldi.Şimdi görsel anlatım açısından başarılı olduğumuzu varsayalım.Kültür bakanlığı vb fonlardan destek almak için kriter ise senaryodan geçiyor.Bu durumda sivirilmeyen belki okunduğunda dikkat çekmeyecek bir hikayeyle öne çıkmamız nasıl gerçekleşebilir ?
Bunu bir ispat olarak söylemiyorum, aslında ciddi bir problem bu anlamda.
Aslında hiçbir türde, bir eserin başarılı olmasında içeriğin payı biçimden fazladır demiyorum. Sadece eserin temelinin içerik ve herhangibir türün(sinema, resim vs.) de bu ifadenin aracı olduğunu düşünüyorum.
İşte bu noktada da, her şey çok öznel. Çünkü bir kesim benim gibi düşünürken; diğer bir kesim tamamiyle sinemanın görüntüsünün, sesisin, gücünden etkilenmesiyle, sinema düşkünlüğüyle bu işle alakadar olabilir. O yüzden de, bu konuda bence fikir ayrılığından daha doğal bir şey olamaz.
Forumdan bazı arkadaşlar Aristo ve Plato'dan beri tartışılan "Sanat Nedir?" sorusuna pat diye cevap verebilecek kapasitede görseler de kendini, Sanat Nedir? sorusuna 2 bin yıldır cevap bulunamadı. Olay şu ki cevabı da zaten yoktur. Öznel olmasının yanı sıra yoktur da. Sanat nedir?'i cevaplamadan önce, estetik nedir ve güzel nedir soruları geliyor, sonra sanat güzel olmalı mıdır vs.. Üstelik bundan 700 yıl önce sanat olarak kabul görmeyen resim önce sanat kabul edilir, heykelde ve resimde gerçekçilik akımı gelir, mükemmelleştirilir, sonra fotoğraf diye bir şey çıkar, Dadaizm ve sürrealizm gibi akımlar gelişir (bunlar birbiriyle alakalı olaylardır demiyorum, sadece böyle akımlar doğuyor). Sonra Duchamp ve Warhol gibi adamlar çıkar. Context (bağlam ve çevre) kavramını ortaya atarlar. Duchamp bir pisvuarı sanat eseri olarak sunar, Warhol'u ise artık hepimiz biliyoruz. Yani 20. yüzyıla girerken, sanat yeniden tekrar tanımlanır.
Yani diyorum ki sanatın bir tanımı yoktur. Collingwood'a göre sanat fiziksel bir şey değildir, sanatçının kafasındadır. Sanatçı kafasındaki eseri fiziksel forma dönüştürür ki kafasındakini diğer insanlara anlatabilsin. Ama ürettiği formun bir temsilidir, sanat eseri değil, fiziksel bir obje. Ama Tolstoy der ki sanat insanı doğru ahlaka yöneltendir, sanat empatidir, insanda duygu uyandırandır.
Başkası çıkar der ki sanat doğanın taklidir, diğeri ideaların formudur vs. vs..
Yani öznel fikirlerin olması çok doğal, bu "şey" yüzyıllardır tanımlanamamış zaten, en güzel tarafı da o değil mi? Ben Slumdog Millionare'i izleyip de burun kıvırırken, Baco'nun çıkıp " bir filmde aradığım her şey bu filmde var" diyebilmesidir. Ben ise The Big Lebowski deyince bir hoş oluyorum..
Neyse yeni kalktım uykudan, anca bu kadar.. Şimdi gidip Sanat Felsefesi finalime girebilirim :).
Ercü senin dediğin olayı da şöyle yaparsın, 1 2 senaryosuz film çekip isim yaparsın, isim yaptıktan sonra zaten en üstten alıyorsun desteği. Birebir örnek NBC ve 3 Maymun.
Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.
Eylem bana mı söylüyorsun bilmiyorum ama sanki bana söylüyormuşcasına cevap vereyim, ben şu ana kadar "sanat nedir" sorusuna cevap vermedim hiçbir zaman.
Hatta zamanında açtığım bir başlığa bakarsak gayet iyi anlarız bunu:
http://kkymn.com/forum/viewtopic.php?t=4457
Orada da dediğim gibi sanatın metresi yok. Zaten tartıştığımız nokta da o nedenle kim neyi beğenir kim neyi beğenmez noktası da değil. Elbette ki beğeniye hiçbir zaman lafım olmaz, insan bu denli değişebilen duygulara sahipken, bir kere beğenmediği şeyi diğer izleyişinde beğeniyorken, gidip de net bir beğeni kıstası ortaya koymak yanlış.
Başından beri aslında herkesin farklı akımları temsil ettiği bir tartışmanın içindeyiz. Kimi akımlar elbetteki içeriği ön planda tutar kimisi de biçimi. Bu yüzyılların tartışması. Burada yaptığımız tartışmaların hepsi sinemada akım meselesinin oturmamış bir durum olmasından kaynaklanıyor. (yani bu genel olarak oturmamış bir şey. bu konuyla ilgili bir yazı yazacağım bir ara.) Ben hikayeyi geri plana atarken doğruluğuna inandığım bir ontolojik açıklama yaptım, ama zaten ontolojiyi başından reddedip farklı noktalara da varabilirsiniz. Benim söylediğim şey sinemaya dair mutlak doğruluğu değil, savunduğum fikirdeki mutlak doğruluğu işaret ediyordu.
Sen sanattan bahsetmemişsin ki, ben senden bahsetsem adını söylerim zaten.
Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.
Aslında hiçbir türde, bir eserin başarılı olmasında içeriğin payı biçimden fazladır demiyorum. Sadece eserin temelinin içerik ve herhangibir türün(sinema, resim vs.) de bu ifadenin aracı olduğunu düşünüyorum.
İşte bu noktada da, her şey çok öznel. Çünkü bir kesim benim gibi düşünürken; diğer bir kesim tamamiyle sinemanın görüntüsünün, sesisin, gücünden etkilenmesiyle, sinema düşkünlüğüyle bu işle alakadar olabilir. O yüzden de, bu konuda bence fikir ayrılığından daha doğal bir şey olamaz.
Forumdan bazı arkadaşlar Aristo ve Plato'dan beri tartışılan "Sanat Nedir?" sorusuna pat diye cevap verebilecek kapasitede görseler de kendini, Sanat Nedir? sorusuna 2 bin yıldır cevap bulunamadı. Olay şu ki cevabı da zaten yoktur. Öznel olmasının yanı sıra yoktur da. Sanat nedir?'i cevaplamadan önce, estetik nedir ve güzel nedir soruları geliyor, sonra sanat güzel olmalı mıdır vs.. Üstelik bundan 700 yıl önce sanat olarak kabul görmeyen resim önce sanat kabul edilir, heykelde ve resimde gerçekçilik akımı gelir, mükemmelleştirilir, sonra fotoğraf diye bir şey çıkar, Dadaizm ve sürrealizm gibi akımlar gelişir (bunlar birbiriyle alakalı olaylardır demiyorum, sadece böyle akımlar doğuyor). Sonra Duchamp ve Warhol gibi adamlar çıkar. Context (bağlam ve çevre) kavramını ortaya atarlar. Duchamp bir pisvuarı sanat eseri olarak sunar, Warhol'u ise artık hepimiz biliyoruz. Yani 20. yüzyıla girerken, sanat yeniden tekrar tanımlanır.
Yani diyorum ki sanatın bir tanımı yoktur. Collingwood'a göre sanat fiziksel bir şey değildir, sanatçının kafasındadır. Sanatçı kafasındaki eseri fiziksel forma dönüştürür ki kafasındakini diğer insanlara anlatabilsin. Ama ürettiği formun bir temsilidir, sanat eseri değil, fiziksel bir obje. Ama Tolstoy der ki sanat insanı doğru ahlaka yöneltendir, sanat empatidir, insanda duygu uyandırandır.
Başkası çıkar der ki sanat doğanın taklidir, diğeri ideaların formudur vs. vs..
Yani öznel fikirlerin olması çok doğal, bu "şey" yüzyıllardır tanımlanamamış zaten, en güzel tarafı da o değil mi? Ben Slumdog Millionare'i izleyip de burun kıvırırken, Baco'nun çıkıp " bir filmde aradığım her şey bu filmde var" diyebilmesidir. Ben ise The Big Lebowski deyince bir hoş oluyorum..
Neyse yeni kalktım uykudan, anca bu kadar.. Şimdi gidip Sanat Felsefesi finalime girebilirim :).
Ercü senin dediğin olayı da şöyle yaparsın, 1 2 senaryosuz film çekip isim yaparsın, isim yaptıktan sonra zaten en üstten alıyorsun desteği. Birebir örnek NBC ve 3 Maymun.
Çok güzel açıklaşmışsın gerçekten sanatın ne kadar belirsiz ve tanımlanamaz olduğunu...
Ama sanırım ben de biraz yanlış anlaşıldım veya yanlış ifade ettim kendimi. Sanat kavramını açıklığa kavuşturmak gibi bir cürretim yok asla. Hatta beni o kadar zorlayan bir kavram ki; özellikle "sanat" kelimesini kullanmaktan kaçınıp, tür mür gibi gibi kelimeler geveledip durdum.