şimdi bazı sanat filmi olduğu söylenen filmlerde böyle sembolist, imgesel şeyler var. sizce bunlar ne kadar sanat? çünkü öyle filmler var ki tamamen imgelerden ibaret. yönetmen öyle bir film çekiyor ki o filmi anlamanız için belirli bilgilere sahip olmanız gerek. bir bakıma yönetmen izleyicilerle şifreli konuşuyor ve şifreyi bilmeyen bir şey anlamıyor. hatta bazı yönetmenler öyle bir film çekiyor ki filmi izleyen herkesin farklı bir şey çıkarmasını bekliyorlar. iyi de madem herkes farklı bir anlam çıkarıcak bu filmden sen ne işe yarıyorsun? çünkü bu filmlerde tam olarak anlatılan bir şey yok. eğer bunlar senaryoysa o ağzı açık izlediğimiz filmlerdeki senaryolar ne? bunlara senaryo demek lost senaristlerine, stephen king'e hakaret olmaz mı?
Bu biraz yanlış bir bakış açısı. Şahsen bahsettiğin türde filmlere, senaryolara ben de çok iyi gözle bakmıyorum ama bunlarla Lost'u, Stephen King'i veya başka herhangi bir filmi, yönetmeni vs. karşılaştırmamız doğru olmaz. Günümüz sinema izleyicisi (Buna bizlerde dahiliz) sinemanın tarzlarını konularının tarzları olarak kabul ediyoruz yani film bilim kurguysa bu bir bilim kurgu filmidir diyoruz ve kısmen doğru da olsa çok basit bir bakış açısıdır bu. Sinemanın asıl tarzı çekimde biter, bilim-kurgu,drama, komedi bunların hepsi aslında senaryonun tarzlarıdır yani edebi tarzlardır. Sinemanın tarzları daha çok gerçekçi, yeni gerçekçi, dışavurumcu vb. tarzlardır. Bunlar filmin senaryosundan tutun da çekimine kadar her şeyi ele alan başlıklardır. Biz izleyiciler olarak genelde Hollywood'un gerçekçi sinemasına alışmışız ve bunun dışındaki filmler bize yapay, sıkıcı ve yorucu geliyor. Oysa ki diğer tarzlarda en bu tarz kadar doğrudur aslında hiçbir tarz bir diğerinden daha doğru ve yanlış da değildir. Sonuçta bahsettiğin filmlerde kendi tarzlarında çok iyi örnekler olabilir, örneğin ben şahsen Lars von Trier filmlerini çok sevmem ama bu adam Sinemayı,sembolleri ve dolayısıyla göstergebilimi çok ama çok iyi kullanan bir abidir. Filmleri her seferinde görünenin dışında 10'larca alt metin içerir.
Bu tarzdan hoşlanan da bir kesim var, ben de her ne kadar sevmem desem de yavaş yavaş sevmeye başlıyorum diyebilirim. Çünkü bu abinin filmleri aslında birer bulmaca gibi ve sinemanın Da Vinci'si gibi bir şey. Sana şifreler sunuyor ve çözmeni istiyor adeta. Ama benim kendime idol olarak gördüğüm tarz ise "The Matrix" filminin tarzıdır. Bu film Hollywood'un gerçekçi yapısını benimsemekle birlikte 100'lerce alt metin, gönderme ve semboller içermektedir. Ve bence bir filmi efsane yapanda budur aslında, filmin en üst katmanından, en alt katmanına kadar bu kaliteyi içermesi. Ama benim düşüncem bu diye diğer tarzlara da bok atmam, onlardaki farklılıkları, iyi noktaları ve yenilikleri görüp örnek almayı tercih ederim.
Herkesin farklı bir anlam çıkarması kısmına gelirsek, tarihte gerçekten bu düşünceyle bir eser veren bence 10 tane bile sanatçı yoktur. Genelde bu terim "sanatçı" taklidi yapan entellerin ("entelektüel" değil sadece "entel") uydurduğu bir kılıf. Bunu yaratan da Andy Warhol'dür, Pop-Art kavramıyla ortaya çıkmıştır ama düşüncelerinin bugün bu şekilde kullanıldığını görse mezarında ters dönerdi bence. Ne kadar gerizekalı varsa Andy Warhol'ün Pop-Art'ını ve Post-Modernizmini "Yaptım oldu"culuk için kullanmaya başladılar. Halbuki Warhol "Domates Salçası Kutusu"nu yaparken Marcel Duschamp ise "Pisuar"ı yaparken niyetleri ve düşünceleri o kadar başkaydı ki. Bu adamlar aslında tasarımın başlı başına bir sanat olduğunu ve sanatın düşündüğümüzden çok daha fazla bizi çevrelediğini vurgulamak niyetindeydiler. Ve bize sanat unsuru gibi gelmeyen öğeler üzerinde oynama yapmadan sadece bakış açımızı değiştirerek bu objeleri sanat objesi gibi görmemizi sağladılar. Tabi bu adamlarla arasında 80 IQ puanı olan gerizekalılar sürüsü ise bu akımı kendi çıkarları doğrultusunda eğip büktüler ve bugün ortaya hiç bir halta benzemeyen "Post-Modernist" sanat olgusu ortaya çıktı yani "Yaptım oldu"culuk.
aslında haklısın belki de diğer tarzdaki filmlere alıştığımız için yorucu geliyor. ama bir yandan da bazı şeyleri bir bakıma şifreyle anlatmanın sanatla bi alakası olmadığını düşünüyorum. ne bileyim beste yapmak bi yetenektir ama böyle sembollerle anlatmak yetenek midir? bence değil. eğer sanat güzeli yakalamaksa bu sinema çok farklı bir şey bence. ha derseniz sen kimsin de bunları beğenmiyosun bişey diyemem tabi 🙂
matrix örneğin gerçekten güzel. matrix gibi filmler hem alt metine sahip olup hem de hemen hemen tüm kesime hitap edince diğerleri kolaya kaçıyormuş gibi geliyor.
Sanat %90 kodlamadır. Yani Da Vinci Şifresi tamamen uydurma değildir bilakis %99 gerçektir denebilir. Da Vinci'nin zamanında Rafael, Michelangelo gibi daha yetenekli sanatçılar varken Da Vinci'nin geçen bin yılın insanı ilan edilmesinin altını bir incelemek gerekir.
Bir şey ne kadar sanat, ne kadar değil diye sormayalım artık. Sanat gerçekten çok geniş bir kavram tanımını nasıl yaparsan öyle şekilleniyor doğası gereği.
Senin başlığında da belirttiğin şey yani "sembolizm" bir sanat akımı.
O bir başka akıma cevap olarak doğuyor.
Sembolizme cevap olarak daha farklı gerçekçiler çıkıyor vs.
Böyle bir karşılıklı mücadele söz konusu.
İkisi de sanat. Burası kesin. Ama birini benimsersin birini benimsemezsin.
Ama en büyük hatan "bu sanat mı?" demek olacak.
O zaman elinde hiçbir kozun kalmaz.
Önerim şudur; bir sanat akımını beğenmiyorum, bana hitap etmiyor diyerek bir kenara koyabilirsin.
O dakikadan sonra, "bu ne arkadaş, böyle film mi olur" demen karşı tarafın elini güçlendirecek bir şey.
Çünkü sen böyle cümleler kurdukça "neden filmlerin böyle olması gerektiğini" açıklayacak zemin bulacaklar.
İkincisi ise, kendini daha ileri aşamalarda geliştirmekse derdin, sevmediğin sinemanın anti-tezi olan sinemanın ana yapısını araştırmak, incelemek,
ona katkı sunmak yapacağın şey olmalı.