Arkadaşlar tam olarak sormak istediğim, plan plan çekeceğimiz kısa filmi belirliyoruz. Storyboard hazırlayabiliriz. Örneğin benim çekeceğim kısa filmde kapı önünde anne ile kızının konuşma sahnesi var, yada başka sahnelerimde var. Bir plandan sonraki planı neye göre belirlemeliyim. Ben mesela her sahnede illa genel plan olması gerektiğini düşünmüyorum. Sizce yanlış mı düşünüyorum. İlla belli standartları uygulayarak çekersek, genel, onun yakını, diğerinin yakını, objenin yakını, ikili plan, karşı açıları fln, herkes bunu yaparsa yada buna yakın şeyleri birileri nasıl farklı olup farkını oraya koyabilir ? Sinemada izleyeceğimiz artık buna çekim esnasında kurgumu denmeli bilmiyorum ben anlatım dili dedim bunu nasıl geliştirebiliriz, bu anlamda kitaplar varmı. Nasıl yol izlenmesi gerektiğiyle ilgili sizlerin tavsiyeleri varmı ?
Sinemanın 5 temel öğesi Joseph V. Mascelli. içerisinde hepsinin görsel açıklamalı yanıtı mevcut. Bu temel öğeler olmazsa olmaz en temel öğeler yani 70 yıl öncesinin ve bugünün değişmeyen öğeleri. ister değiştir kendi stilini bul ister aynen kullan. Biraz sabır kitabı yani ağır ama pratikte de ilerle bence.
Bu soruya net bir cevap vermek zor.
Sen şu anda, "yönetmenlik dersi" istiyor durumdasın.
Bir cevap yok mu? Var. Ama bu cevabı burada vermek zor. Alırız elimize kamerayı, alırız iki tane oyuncu, çekeriz seninle bir konuşma sahnesi, anlatılır herşey.
Bir kere, hiçbir şekilde illa şöyle olmalı, böyle olmalı gibi birşey yok. İlla genel plan olmalı, genelde yakına geçilmeli vs. yalan bunlar. Önemli olan, senin, bir yönetmen olarak o sahnede neye önem verdiğin. Neyi öne çıkarmaya çalıştığın.
Örneğin: İki kişi karşılıklı oturmuş. Bir tanesi konuşuyor. Diğerine yaşadığı bir olayı anlatıyor diyelim. Sen bu sahneyi çekerken, konuşanı mı daha çok çekersin dinleyeni mi? Eğer anlatanı çekiyor ise, anlatanın olayı anlatırkenki halini göstermek istiyorsundur. Olayı heyecanla, heyecansız, korkarak, çekinerek, istemeye istemeye anlatışını çekiyorsundur. Eğer yakın plan konuşturursan adamını, onun, o olayla ilgili duygularını göstermek istiyorsundur. Adam o olayı yaşarken duygulanmış, ağlamış, korkmuş, heyecanlanmış vs. Dinleyeni çekiyor isen dinleyenin olayı dinlerkenki durumunu göstermek istiyorsundur. Dinliyor ama nasıl? Heyecanla, sıkılarak, gülümseyerek, korkarak vs. Dinleyeni yakın plan çekersen, dinleyenin, anlatılan olay hakkındaki fikrini ve duygusunu göstermek istiyorsundur. Karşısındakinin anlattığı olay onu orkuttu, hüzünlendirdi, heyecanlandırdı, üzdü vs. Yok, ikisini birlikte genel plan alıyor isen bu soohbet esnasındaki hallerini, birbirleriyle olan ekileşimlerini, tavırlarını göstermek istiyorsundur.
Özetle: Sen bir yönetmen olarak, çekmek istediğin sahnede, neye önem verdiğini belirlemek zorundasın. Bunu netleştiremezsen gösrel tercihlerin de kararsızlaşır, sahnenin görsel dokusu ve duygusu flulaşır.
Çektiğin sahnede, neyi öne çıkarmak istediğini netleştirmeli ve o duyguyu verecek görsel tercihleri keşfetmelisin.
Ama tüm bunlar, çektiğin sahnedeki duyguları "öne çıkarmak" istiyor isen geçerlidir. YOk, bambaşka tercihler de söz konusu olabilir. Adam, hapishanede kendisine tecavüz eidldiğini anlatıyordur, sen, karakterinin böylesi travmatik bir olayı anlatırkenki hâlini göstermek istemezsin. Çünkü karakterini utandırmak istemiyorsundur. Adam karşısındkaine utana sıkıla hatta belki ağlayarak bunu anlatır dışsesle. Sen adam konuşurken odadaki vazoyu, vazodkai çiçeği, duvardkai tabloyu gösterirsin. Çünkü karakterinin utancını yaşamasına yardımcı olmak ister, izleyicinin onun olayı anlatırkenki halini görmesini istemezsin. Ve izleyicin de senin bu yaklaşımına büyük oranda saygı duyacaktır.
Esaretin bedelinde Andy Dufreyns'e tecavüz edilirken kamera ne yapıyordu? Truman Show'da Truman ufka teknesiyle çarpıp ufku yumruklarken Weir Truman'ın yüzünü gösteriyormuydu bize? İşte bahsettiğim "karakterinin utancına ortak olma" dediğim şey bu.
Daha çok fazla örnek ve değişken söz konusu. HAngisini anlatayım ki?
Sana verebileceğim en doğru öneri şudur ki: Ustaların filmlerini çok daha dikkatli izle. Ama deneyselci, çılgın, farklı isimlerinkini değil. Klasik sinemacılarn işlerini izle. Mesela Felliniyi, Lars Von Trieri, Godardı, David Fincher'i falan izleme. Shyamalan izleme. (Yani bu konu üzeirne inceleme yaoma amacıyla izleme diyorum. Normalde izle tabi) Coppola izle. James Cameron izle. Howard Hawks izle. KLasik dramatik yapıyı ve klasik izleyici tavrını önemseyen isimleri izle. Ve tercihlerine dikkat et. Heat'te De Niro Pacino konuşmasını incele. Godfather'daki, Tom HAgen'ın Sonny'nin ölüm haberini Vito'ya verdiği sahneyi izle. Slumdog Millioneire'deki yarışma sahnelerindeki kamera konumlandırmalarına dikkat et. Dark Knight'taqk, JOkerin birileriyle (Batmanla HArvey Dent'le hastahanedeki) konuştuğu sahneleri izle. Bunlar hep sana fikir verir. Ama keyif alarak değil, inceleyerke izle. Sesi kesinlikle kapat. Sese ihtiyacın yok. Kadrajların, açıların, ölçeklerin önemini anlaman için ses düşmanındır. Ne anlatıldığını görsel düzenlemelerle anlamaya çalış. Göreceksin ki ses sinemada gerçekten gereksiz. Çünkü herşeyi anlayacaksın.
Ve bu konuda sana en ama en fazla "ilham" verecek film kesilnikle 12 Kızgın Adam'dır. Bu filmi izle. 2-3-4 kere izle. (Ben en az 10 kez izledim) Görsel dilin ne demek olduğunu çok az film sana bu film kadar gösterecektir. Yönetmenin kamerayı nasıl kullandığına dikkat et. 3 en önemli parametre ile yap bunu: 1- Açı 2- Ölçek 3- Kadraj kompozisyonu.
Bunların ne olduğunu bilmiyorsan bir başlık daha aç, anlatalım. 🙂
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Bence eger bulundugun mekanı yada olayı diyalogdan önce izleyiciye burası neresi? derdirtmeyecek kadar iyi anlattıysan bencede genel plana ihtiyac yok.Artık şunu iyice anladımki çektigimiz herşeyin hikayede bir dayanagı yoksa,iş çöp.
PORTFOLIO: http://xantia.cgsociety.org/gallery/908278/" onclick="window.open(this.href);return false;
Bu soru bu başlıktaki gibi doğrudan olmasa da, sık sık karşımıza çıkıyor bu forumda. Aslında Görkem olabilecek en güzel şekilde özetlemiş diyebilirim. Ama ben bir yazı yazmayı düşünüyorum. Tahminim kapsamlı bir yazı da olacak. Nacizane, kendimce sistematik bir hale getirdiğim bu konudaki bilgilerimi bir araya getirdiğim bir yazı olacak. Vakit bulup bunu yapmayı çok istiyordum, belki bu soru bu alanda bir vesile olur.
Güzel ve istifadeli oldu yazın görkem, 12 kızgın adamı izleyeceğim. Kezzap yazını bekliyoruz o halde. Sinemanın 5 temem öğesi herhalde, müzik, ses vs onlarıda işliyor, ben sadece işin çekim anındaki kurgusunu araştırmak istedim. Hakikatende tam anlamıyla işin yönetmenlik denen kısmı herhalde bu. Bu konu üzerinde bende araştırmaya okuyarak sorgulayarak devam edeceğim. Bu tarz nasıl belirleniyor, neye göre yol izleniyor, bu şekilde birbirinden nasıl ayrılıyor yönetmenler vs vs
Sana verebileceğim en doğru öneri şudur ki: Ustaların filmlerini çok daha dikkatli izle. Ama deneyselci, çılgın, farklı isimlerinkini değil. Klasik sinemacılarn işlerini izle. Mesela Felliniyi, Lars Von Trieri, Godardı, David Fincher'i falan izleme. Shyamalan izleme. (Yani bu konu üzeirne inceleme yaoma amacıyla izleme diyorum. Normalde izle tabi) Coppola izle. James Cameron izle. Howard Hawks izle. KLasik dramatik yapıyı ve klasik izleyici tavrını önemseyen isimleri izle. Ve tercihlerine dikkat et. Heat'te De Niro Pacino konuşmasını incele. Godfather'daki, Tom HAgen'ın Sonny'nin ölüm haberini Vito'ya verdiği sahneyi izle. Slumdog Millioneire'deki yarışma sahnelerindeki kamera konumlandırmalarına dikkat et. Dark Knight'taqk, JOkerin birileriyle (Batmanla HArvey Dent'le hastahanedeki) konuştuğu sahneleri izle. Bunlar hep sana fikir verir. Ama keyif alarak değil, inceleyerke izle. Sesi kesinlikle kapat. Sese ihtiyacın yok. Kadrajların, açıların, ölçeklerin önemini anlaman için ses düşmanındır. Ne anlatıldığını görsel düzenlemelerle anlamaya çalış. Göreceksin ki ses sinemada gerçekten gereksiz. Çünkü herşeyi anlayacaksın.
Dediğin yönetmenleri inceleyeceğim. Demek istediğini anladım. Peki bu klasik tarzdaki yönetmenlerin neden bu anlamda bize katkısı olmaz. Yani onlar işin psikolojik yönüne, bi anlatım dili oluşturma yönüne çok gitmemişlermidir ? Birde benim mesela sevdiğim yönetmenler coen kardeşler, tarantino, dagur kari, inarritu yu bu anlamda nasıl sınıflandırırdın. Bunlar içinde aynı şekilde klasik olmayan yönetmenlere katabilirmiyiz ? Bunları izlemiş olduğum için soruyorum
Peki bu klasik tarzdaki yönetmenlerin neden bu anlamda bize katkısı olmaz. Yani onlar işin psikolojik yönüne, bi anlatım dili oluşturma yönüne çok gitmemişlermidir ?
BUrada bir yanlış anlaşılma var. Ben tam aksini söylemeye çalıştım. Esas klaisk tarza yakın yönetmenlerin bize bu açıdan katkısı büyük olur.
Onlar bir konuşma sahnesini çekerken, tam olarak karakterlerin, hikayenini, o anki duygunun, o anki odağın duygusunu öne çıkarma amacı ile görselliklerini oluştururlar. Yani kamerayı koydukları yer, ortamın ışığı, kadrajların kompozisyonu, renk tercihleri..... Hep sahneledikleri ânın odağındaki duyguyu destekler.
Hemen örnekleyelim: Bahsettiğim, godfatherdkai sahne. Bu sahnede iki karakter de üzgündür. Ortada çok üzücü bir kayıp vardır. Tom Hagen Vito Carleone'ye, oğlunun öldüğünü söyleyecektir. Bu sahnedeki, sorgulamanı önereceğim şeyler: (İzlemediysen mutlaka izle, öyle oku bunları. İnan bana, bu sahne sinema dersi gibidir)
1- Karakterler neden ışığa/pencereye sırtları dönük oturuyorlar?
2- Neden karakterler konuştukları her çekimde kadrajda yanlızlar?
3- Neden ortamda az ışık var?
4- Neden sahne odanın içindeki düşünceli Tom Hagen'ı dışarıdan göstererek ve içeriye yavaş yavaş ilerleyerek gidiyor?
5- Neden Vito odaya kameradan (yani bizden) önce giriyor?
BUradaki tüm bu sorgulanacak tercihler, sahnenin duygusal odağına destek olsun diye biçimlenmiştir. Coppola klasik sinemaya yakın bir sinemacıdır. Ve bunu en iyi uygulayan isimlerdendir. Bu şartlar altında ondna beklenen de budur. Çünkü klaisk sinema, bildiğimiz dramatik yapıya uygun, hikayeye hizmet eden görselliğin peşinde koşan bir tercihtir.
Dagur KAri'yi bilmiyorum, hiç izlemedim. Diğer 3 yönetmenin herbirinin izlemediğim ve incelemediğim filmi neredeyse yok. Ve bu isimler klasik sinema utası olarak anılabilecek isimler değillerdir. Ha, bu durjm onların çektikleri konuşma sahnelerini izlemene engel değil ama onlar görselliklerini her zaman beklenen, klasik dramatik yapıya uygun motivasyonlarla çekmezler.
Örneğin Coen'ler. Coen'ler, izleyicinin duygusal olarak bütünleşeceği karakterler yaratmazlar bir kere en başta. Onların duygularına ortak olamayız. Onları bir gözlemci gibi izleriz. Bu nedenle, bun da gayet iyi bilen Coen'ler karakterlerinin duygularını değil daha çok durumlarını bize sunan görselliği benimserler. Çoğu filmlerinde komedi, absürt vardır ve absürdü görsellemenin yolu, izleyiciyi karakterin duygularına ortak etmek değil, salaklığına şahit etmektir.
Tarantinoda da benzer durum vardır. Tarantino karakterlerinin neredeyse hiçbiri bizim kendimizi yerlerine koyacağımız karakterler değillerdir. (Ha diyebilirsin ki ben kendimi Vito Carleonenin yerine de hissedemem. Ama Coppola, Vito'nun tüm duygusal durumunu, halini, kişisel özelliklerini özenle sunar. Onu anlamakta zorluk çekmeyiz yani) Bu nedenle Tarantino da karakterlerini, daha çok gözlemci olarak izlememizi ister. Ve onun karakterleri her zaman karikatürdür bir anlamda. Birini öldürmeye giden iki gansgterin oraya giderkenki konuşmaları, ayak masajı üzeirne yaptıkları sohbet aslında kimin umrunda? Ama farklı, benzersiz ve belki de ilginç? O kadar. Kendimizi Uma Thurman'a ayak masajı yaparken hayal etmemize gerek yok. Tarantinonun da istediği bu değil zaten. Neden Ucuz Romanda Travoltayla Samuel birini öldürmeye giderlerken konuşmalarında tek bir karede bile biri yanlız değil? Neden konuşmaların birçoğunda kamera ikisini birdne çekiyor? Çünkü onlardan birinin duygularına, anlattıklarına odaklanmamız, ortak olmamız gerekli değil. Onların sohbetlerine, etkileşmlerine ortak olmamız önemli. Ama Coppola'nın istediği şey, Vito'nun duygularına ortak olmamız.
İnarritu ayrı bir mesele. O da karakterlerini anlamamızı, onlara ortak olmamızı ister ama bir farkla: Onlara hak vermemizi, haklı ya d ahaksız görmemizi önemsemeden. Vito da bu da yok. Vito ağlıyor, üzgün ve bu normal. O ne derse o doğrudur, nokta. Ama İnarritu da hak vermek, haklı görmek, normal karşılamak gibi gereklilikler yok. Sadece anlamak ve "evet, hayat böyle işte" demek var. İnarritu, karakterlerinin çok duygulu, çok dramatik olaylaırn ortasına koyar ve bizi, karakterin bizzat kendisine değil, onun içinde yaşadığı dünyaya ortak eder. Bu fikri bana söyleten nedir? Al sana sihirbazın yöntemini açıklaması: "Filmlerinin en duygulu anlarında kamera karakterin yakınında değil, uzağındadır" Hikaye duyguludur, olay karakter duyguludur, herşey paso gözyaşı içindedir. Ama kamera uzaktadır. Bu şu demektir: "İşte karakterimin yaşadığı dünya böyle biryer" 21 gramda seanla naomi sevişmişler, ikisi de çırılçıplak yatakta takılıyorlar. Olay yok, olan biten yok. Hİkaye ilerlemiyor. Eee? Ne bçk yemeye İnarritu o sahneyi yazmış çekmiş? Çünkü karakterlerin içinde bulundukları hal ve durum çok garip. Kocan ölmüş, onun kalbini başka bir herife takmışlar. Ve sen o adamla kocanı öldürenherifi öldürmek üzere biryerlere gitmişsin. Kaldığınız otelde kocanın kalbini taşıyan herifle sevişmişsin. Hangi adet gören yaratık kendini Naominin yerine koyabiilir ki? O nedenle İnarritu kamerasını odanın uzak köşesine koyar, Naominin memelerini gizlemesine izin vermeden (mahremi örtmemek. Çünkü karakterlerinin en mahrem anlarına şahit olmamızı istiyor) o ortamı bize gösteriyor. Yerine geçme yok, şahit olma var. Anlamak var ama desteklemek yok.
Yönetmenlerin benimsedikleri görsel tercihlerinden süzülenleri, kabaca, birer cümleye indirgeyecek olursak:
Coppola: "Bakın.... Vito gibi baba adam bile ne kadar da üzgün, yıkılmış! Allah kimseye evlat acısı vermesi kanka di mi ya?! Bi yudum viski versene...."
Coenler: "Şu salaklara bakın, ne kadar sevimliler değil mi?"
Tarantino: "Yıllarca izlediğiniz gangster filmlerinde gördüklerinizi s.ktiredin. Bakın perde arkası böyle"
İnarritu: "Hayat insanları ne kadar derin acılar ortasında bırakıyor değil mi?"
İşte hepimiz, amatör sinemacılar olarak, kamerayı koyduğumuz yerle, ışığımızla, kadrajlarımızla, kompozisyonlarımızla bu şekilde özetlenebilecek duygu ve fikirler oluşturabilmeliyiz. Bunu beceremeyen ne yazık ki sinemacı olamıyor.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Bir adlandırma hatası yapmışım sadece, klasikler derken senin kimleri kastettiğini anlamıştım halbuki ben şunu sormak istemiştim sana, eski sinemacıların bize faydası olmazmı, normalde hep eskilerin izlenmesi bilinmesi tavsiye edilir ya, felliniler, tarkovskiler,ingmar bergmanlar vs. Bunları bi sinema dersi gibi sunarlar bize. Ama sen klasikçileri öne sürdün. Neden sürdüğünü anladım, son yazında çok güzel ve istifadeli. Ama bu sorumu yinede sormak istedim, kesinlikle tezat oluşturma adına sormuyorum ama, bende dediklerine katılıyor ve işin bi farklı yanı hakkındaki görüşünü almak istiyorum sadece.
Ben yine sorunu anlayamadım yaa. 🙂 Konumuz bağlamında kimi izleyip izlememen gerektiğini soruyorsun?
Aslında herkesi izle. Benim klasikçiler dediğim, klasik dramatik yapıyı, katharsisi falan aynen uygulayan isimler. Onlar sinemanın belkemiğidir. Ama her klasikçi değerli olmayabilir, her klasikçi olmayan da değersizdir diye birşey yok. Yani ustalık başka klasik sinema ustası olmak başka. Felli, bergman tarkovsky gibi isimlerin hiçbiri klasik sinema ustası değillerdir. Klasik sinema gramerini kullanmazlar. İzle tabi ama görsel bir tarz belirlemek için onların neyi neden yaptığını anlamaya çalışmak seni yorabilir şu seviyede. Önce klasik sinemanın ne olduğunu öğrenmeni, sonra kendi görsel tarzını oluşturabilmiş isimleri incelemeni öneririm. Sadece, çok uçuk isimleri izleyip biryere varmaya çalışırsan kafan karışabilir şu seviyede. Dediğim gibi en azından bier görsel tarz oluşturma aşamasında.
Tarkovsky'nin devasa uzunluktaki kesintisiz çekimleri, Fellininin bitmez tükenmez genel planları hep kendi tarzlarının eseridir, klasik sinema grameri sayılmaz onlar. Bergman biraz daha klaisk dramatik yapıya yatkındır ama o da bir atmosfer sinemacısı olarak kurgudan çok kadraj, ışık, kadraj kompozisyonları ile anlam yaratmayı sever.
Şöyle bir örnek vereyim: Coppola'nın bir sahnesindeki kurgu gayet yavaşken başka bir sahnesindkei kurgu bayağı daha hızlı olabilir. Çünkü sahnenin içeriğinin gerektirdiği budur. Ama bir Bergman filminde sahnenin gerektirdiğini hissetsek bile bir sahne hızlıca kurgulanmaz. Yani ben hiç öyle bir tercih hatırlamıyorum, varsa da nadirdir diyelim. Çünkü Bergman sevmez öyle hızlı kurguyu falan. Yavaş yavaş anlatır hikayesini/sahnesinde olup bitenleri. KArakterlerini bir olayın peşinde sürüklemez, olayın ortasında bırakıp resmeder.
Dediğim gibi, kendi anlatım dilini oluşturmuş isimlerden çok, en azından şu aşamada, genel sinema diline, belirttiğim gibi klaisk sinema gramerine yatkın isimlerle ilgilenmen daha faydalıdır.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;