Forum

sinema duyulara hit...
 

sinema duyulara hitap etmek midir yoksa anlam yaratmak mı

3 Gönderi
3 Üyeler
0 Reactions
1,523 Görüntüleme
 tute
(@tute)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

şimdi çeşitli sinema anlayışları var ve çeşitli anlatım şekillerini kullanmış filmler var. yalnız kastettiğim gişe filmleri ve festival filmleri arasındaki fark değil. örnek vererek anlatayım daha kolay anlatırım sanırım. mesela bir rüya için ağıt ve nuri bilge'nin uzak filmi. (bu arada bilgisayar oyunlarından sanat diye bahsedicem derdimi kolay anlatabilmek için. çünkü sanat eseri sayılabilecek nitelikle oyunlar var bence. ayrıca sanat olmasa da sadece bu mesajda sanatmış gibi yaparsak derdimi kolay anlatırım:) )

aronofsky bir röportajında bria filminde arkadan geçen uçak sesini bilerek koyduğunu söylüyordu. çünkü o uçakla sesiyle seyirciyi farkettirmeden rahatsız etmek istediğini söylüyordu. yani sinemanın tüm olanaklarından faydalanıyor. bu film bana bilgisayar oyunlarına daha çok yakın geliyor. çünkü bilgisayar oyunları oynayan kişiyi o atmosfere sokar. işte iyi grafikler, müzikler hatta zamanla yeni şeyler de ekleyerek oyuncuyu o atmosfere sokmayı amaçlıyorlar.

diğer taraftan nbc'nin filminde duyulara hitap eden pek bir şey yok. hatta güzel bir görüntü yönetimi dışında hiçbir şey yok. onu iyi bir film yapan daha çok göstererek anlatması ve gösterdiği şeyler arasında anlamlar yaratması ve öyle konuşması değil mi? mesela kapıyı kapatması bir şeyi simgeliyor, fareyi öldürüp öldürmemesi başka bir şeyi simgeliyor. uzak filmi de bir bilgisayar oyunundan çok fotoğrafa daha yakın. nasıl bir fotoğraf gösterdiği şeyle bir anlam kazanıyorsa bu film de öyle anlam kazanıyor.

şimdi şu yüzden böyle bir soru sorma gereği hissettim. tamam ikisi de sinema filmi aynı sanat dalında ortaya konulmuş yapıtlar ama bence iki film birbirine bilgisayar ve fotoğraf ne kadar yakınsa o kadar yakın. bana kalırsa uzak ve bir rüya için ağıt bambaşka sanat dalları. çünkü biri çok basit bir hikayeyi, insanı o atmosfeere sokarak ve tüm duyularına hitap ederek anlatmayı seçiyor. diğeri de belki aynı hikayeyi sadece tek duyuya hitap ederek ve sembolik bir anlatım kullanarak anlatmayı seçiyor. bu yüzden bence birbirlerine fotoğraf ve bilgisayar oyunu kadar yakın. peki bunlardan hangisi sinema? tabi sinemayı böyle kalıplandırmak doğru değil ama madem tek bir sanat dalından bahsediyoruz aynı alanda verilen iki yapıtın bu kadar birbirinden farklı amaçlara hizmet etmesi garip değil mi? mesela makale de bir yazıdır, roman da bir yazıdır ama makale edebi bir eser değildir. makale de edebi bir eser olarak kabul edilseydi onda da sorabilirdim bu soruyu. mesela bir yazarın iyi edebiyatçı olması demek iyi edebi yazılar yazması demek. mesela divan edebiyatıdankiler ağır da olsa edebi olarak iyi eserlerdir. ama sinemada bu kıstas nedir? anlam yaratması mı yoksa izleyicinin duyularına hitap edip onu o atmosfere mi sokması?

 
Gönderildi : 24/12/2011 11:46 pm
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

aynı alanda verilen iki yapıtın bu kadar birbirinden farklı amaçlara hizmet etmesi garip değil mi?

Mesajına cevap vermek için odaklanılması gereken temel nokta bu... Sinema, farklı sanatları, tarzları içerebilen bir sanat ve mecradır. Aynı alanda, yani sinemada birbirinden çok farklı amaçlara hizmet eden ürünlerin bir arada anılması ve bulunması gayet normaldir. O nedenle ortaklıkları sadece kamerayla çekilmiş
olmaları olan iki film de bir sinema örneği olabilir.

Bu nedenle mesajına verilecek cevap, senin sunduğun iki seçenekle sınırlı değil. Bir filmin anlam yaratması ya da duygulara hitap ederek kişiyi bir atmosfere sokması iki ayrı seçenek de değildir, bir arada da var olabilirler.

Bu nedenle sinemayla kimin ne yapacağını, kimin izleyicisini nasıl etkileyeceğini bilmek, yorumlamak, tasnif etmek ve özetlemek zor.

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 25/12/2011 4:50 am
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

Benim çok sevdiğim sulara girmişsin tute hehe 🙂
Bence yerinde sorular soruyorsun önce bunu bir belirmek isterim.
Bunlara verilecek çok net cevaplar genellikle "kişisellik-öznellik" süzgecinden geçer.
O nedenle buna verilecek net bir cevap yoktur, sadece herhangi "birinin net bir cevabı"ndan bahsedebiliriz.
Benim sorduğun soruların bir kısmına net cevaplarım var, ama bunlara girmeyeceğim. Belki ileride.

Öncelikle daha önce yazdığım ve benzer sularda sorular soran bir yazım var, onu paylaşmak isterim:

http://esekcinneti.wordpress.com/2011/03/04/bir-filmi-nerenizle-izlersiniz/ " onclick="window.open(this.href);return false;

Bu yazı üzerinden gitmeyeceğim... Bu yazıda akıl yazan yere sen "anlam yaratma" koyabilirsin, çünkü anlam yaratma çabası çoğunlukla akılcı bir süreç.

Önemli olan burada akıl ve duygu meselesini biribirinden çok ayırdetmemek.

Şimdi Aranfosky örneğinden gidersek, bahsettiğin durumda Aranofsky duygu yaratabilmek için aklını kullanmış.
NBC'nin yaratısında da bir akıl faaliyeti görüyoruz ama bunu basitçe bir anlam yaratma, yani sadece aklın devrede olduğu duygulara hitap etmeyen bir şey olarak sunarsak bu yanıltıcı olur. Yani aslında her filmin içinde benzer akılsal ve duyusal faaliyetler var.

Burada iki önemli nokta ortaya çıkıyor işte:

1) Bunu yapan bir hissi, bir anlamı nasıl kodluyor?
2) Kodlanan anlam izleyici tarafından nasıl çözümleniyor?

Senin söylediğin bunların ikisi de ayrı sinema dalları sözü en doğru cevap.
Bunların hangisi sinema sorusunun cevabı da genel olarak verilemez: ikisi de sinema, ikisi de sanat...
Bir kişi gelip de diğeri sanat değil derse bu kişiseldir kaçınılmaz olarak.

Yukarıdaki iki maddeye geri dönecek olursam birisi sana şunu rahatlıkla söyleyebilir:

NBC aslında duygulara da hitap eder, ama sen bunu çözümleyememişsin.

Haksız değildir. Ama burada önemli nokta "çözümleyememişsin" cümlesindeki anlamdır.
Birçok kişi bu çözümleyememe meselesine egosal bir anlam yüklerler.
Bu çözümleyememe hali kazanılacak bir yetenek, bir bilgi gibi bahsedilir.
Neden böyle bahsedilir? Önce buna bir cevap vermek gerekiyor:

Bundan böyle bahsedilir, çünkü filmi yapan kişi yani filmi kodlayan, bunu çözümlemek için çok uğraşılması gereken bir faaliyet olarak kodlamıştır. Çözümleme eylemi de benzer bir faaliyet ister onlara göre, çözümleme eylemine katılan bu "çetrefilli" durumun kendisi, daha emek isteyen bir faaliyet gibi gözüken bir şey olduğu için üst bir anlam kazanır. Daha yüce bir mana barındırır. Bu yüce mana o kadar büyür ki savunucularına tek sanatın bu tip bir sanat olması gerektiğini aşılar.

Durum elbette ki böyle değil...
Şimdi bu işin içinde "akıl", senin "anlam yaratma faaliyeti" dediğin mesele, önemli bir noktada duruyor.
Yukarıda saydığım durum daha çok "akılla" yürütülen bir faaliyet. İçinde bir kere bilinç var. Zaten böyle olmasaydı bu denli ego-merkezli olmazdı. x yönetmenin akıl (ama tabii sadece akıl değil, sadece ağırlıklı olarak akıl ile) bezediği duyguları, düşünceleri, anlamları ÇÖZÜMLEYEBİLEN y kişisi... x ve y kişisi arasında yaratılan "kapalı" bir ilişki.

Tam tersine gelelim. Burada bir şey iddia edeceğim ki bu uzunca yazının anafikri de bu olacak.
Bir kişi... Biraz sinema biliyor. Yukarıda bahsedilen yönetmen kadar yaptığı işin üzerinde bilinçsel bir hakimiyeti yok... Basit duygusal hareket noktalarından çıkıyor. İzleyen gülsün... Ağlasın... Korksun vs. gibi... Dolayısıyla bu "basit" gözüken bir şey. Yukarıdaki yönetmenin bir sahne üzerinde düşünüp üzerinde günlerce haftalarca mesai harcadığı bir şeyi anında geçiverebilir bir sahnesi üzerinde bu denli mesai harcamaz bu kişi. İzleyen, yani izlediğini çözümleyen kişi için de benzer bir faaliyet var gibidir, güler geçer... Ağlar geçer... Dolayısıyla özellikle yukarıda bahsettiğim gibi bir faaliyetle bu faaliyeti kıyasladığınızda yukarıdaki kişilerin, x ve y kişilerinin biraz da kendi faaliyetlerinin önemini vurgulamak için, bunları BASİT ÇÖZÜMLENEBİLEN filmler olarak sunarlar... Şu ana kadar ki tabloda haklıdırlar da.

Şimdi işin içine biraz psikoloji katmak lazım. Bunu katarak aslında basit gözüken ikinci örnekteki kodlama ve çözümleme işleminin aslında o kadar da basit olmadığını anlatmak istiyorum. Ve eğer bir yeti karşılaştırmasıysa bu, aslında birinci gruptaki kişilerin de bir alanda ikinci gruptaki kişilere göre yeteneklerinin az olduğunu, bir şeyi "beceremedikleri", ve aslında "basite" kaçtıklarını anlatacağım.

Bilinçaltı çok karmaşık bir süreç. Biz yalnızca bir kişinin bilinçaltından bahsederiz ama aslında çok daha derinde bir şeyler daha vardır. Bu toplumsal bilinçaltıdır. Toplumsal bilinçaltı bireysel bilinçaltından çok ayrıştırılabilen bir şey değil. A kişisinin B kişisiyle girdiği ilişkiden bir A ve B'nin bilinçaltlarını ayrı ayrı etkileyecek sonuç çıkar bir de kendi aralarındaki ilişkiye dair bilinçlaltlarını etkileyecek bir şey. Çok basit bir örnek: Toplu taşıma araçlarında kız arkadaşınızın sizi öpmesi sizi rahatsız ediyorsa, bilinmeyen bir utanç dugusu içinizi kaplarsa, siz ne kadar açık fikirli biri olursanız olun, toplumsal bilinçaltının devreye girmesi söz konusudur.
Çok kaotik karmaşık bir "farkında olmadığımız şeyler" den bahsediyoruz burada:

1) Kendimize dair farkında olmadıklarımız
2) Toplumla ilişkimize dair farkında olmadıklarımız
3) Ve aslında üçüncü bir kategori olarak 1 ve 2'nin nerede nasıl devrede olduklarının farkında olmayışımız...

Bilinçaltını maskeleyen, onu bastıran şeylerden birinin de bilinç olduğunu biliyoruz. İşte iddiam burada başlıyor. Bilinci kullanan filmlerin, yani akıl, bilgi vs. gibi birçok faaliyeti kullanan kişiler "farkında olmadıklarımızı" bastırırlar. Daha bilinci aklı vs. daha az devreye sokan filmler ise, aslında insanlarla ve kendileriyle bilinçaltına yönelik bir ilişkiye giriyorlardır. Burada farkında olmadığımız bir yeti vardır. Bir kişiyi güldüren herhangi biri, öncelikle kendi bilinçaltından farkında olmadan bir şey çıkarmış, başkasıyla girdiği ilişkiden toplumsal bir bilinçaltına dair farkında olmadan bir şey yakalamış ve onu çözümleyen b kişisi de farkında olmadığı bir bilinçaltı noktasıyla ona gülmüştür. İlk kategoride bahsettiğim bilinci kullanan filmler bu sürecin hiçbirini yaşatmaz demiyorum, ama temel işlevi içinde bilinçsel bir faaliyet yattığından temel olarak bilinçaltını bastırmaya yöneliktir. Aynı şekilde ikinci grup da bilinçaltını bastırmaya yönelik bir şeyleri filmin içine koymuştur elbette, bir bilinci devreye sokar, ama ağırlıklı olan bilinçaltının bastırılmayışıdır.
Yani aslında ikinci kategorideki bir yönetmen kişisinin de çok mühim bir yeteneğinden bahsedebiliriz ve bunu ciddi uzunca ve emek isteyen süreçlerle kazanmıştır. Bu da önemli bir yetenektir. İşin içinde bilinçli bir faaliyetin olmaması o işin değerini düşürmez.

Bence aksine arttırır...

İşte burada kişisel noktaya geliyorum.

Bence ikincisi daha değerli. Çünkü ikincisinde o bilinçaltına nüfuz etme olayıyla dehşetengiz etkilerin olabiliyor. Çünkü diğeriyle kıyasladığında bir yönetmen toplumsal bilinçaltını kullandığından filmi izlemeyen kişilerle bile iletişime girebilir.

Kemal Sunal filmlerini izlemeyen bir kişinin kafasında bile bir Kemal Sunal imajı oluşması ve izleyen biriyle ortak noktalar barındırması o filmde yapılan, yapılacak bir espriyi önceden tahmin ettiğimiz halde ona gülümseyebilmemiz, bir yerlerden tanıdık gelmesi, işte bu "açık" ilişkinin sonucudur. Kemal Sunal çünkü sadece filmlerinde yaşamaz. Uzak'taki karakterleri unutabiliriz. Ama Hababam Sınıfı'ndaki karakterler unutulmaz. Çünkü onlar toplumsal bilinçaltından çıkmış ve tekrar oraya geri dönmüşlerdir. Farkında olmadan aramızda yaşıyorlardır. Dolayısıyla etkileri daha fazla ve anlamlıdır. Kişisel görüşüm bu yönde...

Ohh... Bitti...

 
Gönderildi : 25/12/2011 6:08 pm
Paylaş: