Forum

Sinema Aşkı ya da S...
 

Sinema Aşkı ya da Sanal'a Bodoslama Dalma

4 Gönderi
2 Üyeler
0 Reactions
1,819 Görüntüleme
(@hegel)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

İmparatorluğun hizmetindeki haritacıların çizdikleri harita sonunda imparatorluğun topraklarına birebir eşit boyutlara sahip bir belgeye dönüşmektedir (ancak çökmeye başlayan imparatorlukla birlikte lime lime olmuş bu harita parçalarıyla çölde karşılaşan insanlar vardır -sonuçta bu harap olmuş soyut metafizik güzelliğin, imparatorluğun şanına yakışan bir görünüme sahip olduğu ve eskidikçe gerçeğiyle birbirine karıştırılan sahtesi gibi İmparatorluğun da bir leş gibi çürüdükçe özüne yani toprağa dönüştüğü görülmektedir). Borges masalı'ndan

Alıntının karmaşıklığı özü gizlemeye çalışsa da, durumun şaşkınlığını örtecek kadar ileri gidemeyecektir. Çünkü aslıyla zıtlaşmış olur. Borges, anlatmak istediğini kurgularken gerçekliği yakıp yıkar. Bundan tuhaf bir haz alması yaratıcılığını körükler. Bu, gerçeğe hapsedilmiş olanın öç alma isteğidir. Gerçekte gerçekleşmiyor olsa da, kağıtta kalacak olsa da, algıda zar iltihabına yol açıp kendine bir delik açabilir. Reyonlarda tüketicilerin aldığı ürünlerden doğan boşlukları/delikleri büyük bir çabayla kapatan/yerine yenisine koyan görevlilerin hünerli elleri evrenin düzenini sağlamaya devam etmektedirler.

Sanalın karmaşıklığını sadeleştirme ve bir düzene koyma çabası ne kadar anlamsızsa, bir filmde bir düzen, bir etki, heyecan, gerilim, korku, haz, neşe vs. aramak da o derece anlamsız olabilir kimileri için. Sinema da gerçek olandan kaçışı en etkili şekilde gerçekleştiren araçtır şimdilik. Kapanan kapılar, karartılan ışık, sessizlik ve o bekleyiş bizi gerçek olmayana hazırlar. Ya da biz çocukça bir neşeyle bunu kendimiz için gerçekleştiririz. Bu çaba az da olsa atmosferi zedeler. Sinema perdesi, bir bıçak gibi seyirciyi ve filmi yapanları ayırır. Ardını göstermeyen bir ayna gibidir. İki taraf da birbirini görmez ama hisseder. Bu his de zedelenmeyi arttırır. Efektler, kesmeler, kamera oyunları arttığı ölçüde, gerçek dışı, seyirciyi daha karmaşık ve tehlikeli bir dipsiz kuyuya doğru ittirir. Filmin içinde kaybolma isteğiniz ve yeteneğiniz arttığı ölçüde savunmasız olmanızdan doğan tehlikeler büyür. Artık gördüğünüz her şeyi içeri davet etmekten büyük haz alırsınız. Çünkü bilinçaltınızın harmanlanma vakti gelmiştir. Filmin hiç bitmemesini, içinde kaybolmayı, bilmeden de olsa o an aklınızı kurban etmeyi, sadık bir izleyici olarak her görüntüyü emmeyi, içinde erimeyi istersiniz.

"Gerçek gerçekliğini yitirdiği gün nostalji denilen şey gerçek anlamına kavuşmuştur. Çünkü dünyanın oluşum sürecini anlatan efsane ve gerçekliğe ait göstergelerin sayısı inanılmaz derecede artmıştır. İkinci sınıf hakikat, nesnellik ve doğruların sayısı aşırı derecede artmıştır. Nesne ve tözün ortadan kaybolduğu bir yerde gerçek, yaşanmış ve figürün dirilmesi tırmanışa geçmiştir. Maddi üretim çılgınlığına paralel hatta ondan daha ileri bir çılgınlık düzeyine ulaşan gerçek ve gönderen sistemleri üretilmektedir. Bizi ilgilendiren aşamaya özgü simülasyon bu türden bir şeydir – her yerde bir caydırma stratejisiyle örtüşen gerçek, neogerçek ve hipergerçeği kapsayan bir stratejiyle karşılaşıyoruz."
Jean Baudrillard

Akrabasının başına gelenden hüzünlü bir zevk alan birinin karışık duygularıyla, kahramanı röntgenlemeye devam ederiz. Kendimizden geçtiğimiz ölçüde bedenimize yabancılaşır, onu reddeder ve nefret ederiz. Ruhumuz kahramanla özdeşleşirken, bedenimiz de karşı tarafla özdeşleşerek bir denge kurar. Bu bize bencilce bir rahatlık vererek, o an perdede gerçekleşmekte olanın etkisiyle vicdanımızı devre dışı bırakır. Olan biten her şey olağandır ve olması gerektiği gibidir. Başka türlü olmasının mümkün olmadığını derinden duyumsayarak ona iyice bağlanırız. Bu derin özümseme beraberinde büyük bir yabancılaşmayı da peşi sıra sunmaya hazırdır. Film bitip ışıklar yandığında acımasızca devreye girer. Ölmediğimiz için kendimizden nefret ederiz. Kimse kimsenin yüzüne bakmak istemez.

Orada Olmayan

Sinemaya filmin ortasında girdiğinde karanlıktan anlayamadı önce hiç kimse olmadığını. Cumartesi öğleden sonrası, sıcak bir yaz günü, kendisi hariç herkesin yapacağı çok daha önemli işleri vardı. Kendine çok uzak yerlerde zevkle geçirecekleri zamanlar için ona ihtiyaçları yoktu. Tek başına filmi sonuna kadar seyretti.

Jenerikleri sonuna kadar seyretti. Sonraki seyirci için çıkması gerekiyordu. Araya çıktı, kimse yoktu. Koşarak merdivenleri çıkıp gişeye kadar koştu; yine kimse yoktu. Büyük siyah dış kapı kilitliydi. Öfkeyle ve haykırışlarla yumruklamaya başladı kapıyı. Oysa bir sinema koltuğuna gömülüp, yerinden kalkmadan binlerce film seyrederek yaşlanmayı, hatta ölmeyi düşlemiş, bunun için dua ettiği bile olmuştu.

Zemine düşen toprak sesi duydu birden. Yukarıda bir yerlerden üstüne toprak atılıyordu. Duası kabul olmuştu. Bu duruma alışması uzun sürecek olsa da, durumu bir süre sonra kabullenecek ve yumuşacık koltuğuna gömülüp kendini makinistin seçtiği birbirinden güzel filmlerin büyülü dünyasına bırakacaktı...

Orada olmayan, var olduğu halde olmadığını düşleyen ve bunu bir sürpriz olarak tasarlayarak, düş içinde düş, düş içinde düşü sonsuza kadar tekrarlamayı isteyerek, dipsiz bir tünelin içinden geçmeyi isteyen biridir. Bunun ölüm olabileceğini de kestirir. Sonsuza kadar sürecek olan bu film seyretme eyleminin bir süre sonra işkenceye dönüşme ihtimali nedir? İhtimaller, işkenceler, kaygılar, tercihler sonsuzluğun içinde erir ve geriye bir şey kalmaz. Tabi yanında neşeyi, sevinci, mutluluğu, coşkuyu da alarak.

NOT: Tamamıyla kişiseldir, gerçek olan ile yakından uzaktan alakası olmayan, deli saçması bir karalamadır.

Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer

http://kalemoynatanileayoynatannbulutuuyer.blogspot.com.tr

 
Gönderildi : 02/09/2010 6:01 pm
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

"Deli saçması bir karalama" olduğunu baştan söylesene hegel yahu.... Ona göre okurduk. Yarım saattir cebelleşiyorum burada. 🙂

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 12/10/2010 12:12 pm
(@hegel)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

"Deli saçması bir karalama" olduğunu baştan söylesene hegel yahu.... Ona göre okurduk. Yarım saattir cebelleşiyorum burada. 🙂

Birbirimizi anladığımızı düşünüyorum. Senin de böyle düşündüğünü düşündüğüm için böyle söylüyorum. Yani kendimi doğrulamış oluyorum. Ama bunu tek taraflı yapamayacağıma göre -ilk cümleyi doğru varsaydığımız sürece- senin de böyle düşünmen gerekir. Kendimi doğrulamış olmak sana bencilce geliyorsa, bu iki taraflı anlayışlılık ilkesini çiğnediğimi düşünüyorsan ve ben bunu anlayamıyorsam, kestiremiyorsam boşuna çabalıyorum demektir. İlk cümle çökmüştür. Bunu da ben, doğrulamaya çabalarken istemeden yapmış oluyorum. Ama beni anlıyorsan herşeyi düzeltebilirsin. İlk cümlenin doğruluğu senin anlayışına bağlı artık 🙂

Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer

http://kalemoynatanileayoynatannbulutuuyer.blogspot.com.tr

 
Gönderildi : 13/10/2010 12:26 pm
(@hegel)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Saçmalamaya devam edersek.......

İmgenin kendini var eden şeylerle olan ilişkisi

Altbaşlık: Yazıyı dile, dili görsele, görseli sinemaya çevirme çabası

Gerekli olan obje: Sihirli Değnek. (Sihirli değneği bulabilmek için daha kısa saplı bir sihirli değneğe sahip olunması gerektiği için ilk amaç, bu kısa saplı sihirli değneği bulma olmalı. Bu da bize kısa filmden uzun metraja giden yolu anımsatan bir metafor olabilir)

Somut, organik bir düzenekten “olmayan” şeyler damıtmak, -imgeler üretmek- gerçeğin yerine geçen illüzyonu (yanılsama) besleyerek, gerçeğin putuna son darbelerini indirmek anlamına gelir. Bu, elle tutulur, gözle görülür 35 mm filmin perdeye yansıyan büyüsünü de alaşağı eden, dijital devrimin sunduğu sentetik imge ile de desteklenir. Aslında kamera da, (her anlamda alıcı) buharlaşmış gerçeğin boşluğunu dolduran illüzyonu tüm büyüleyiciliğiyle kaydederek varlığını ispatlamaya çalışır. Yani gözle görüleni, ekran aracılığıyla tekrar göstererek illüzyonun çarpanını bize sunar. Görülenin gerçek olduğunu ispatlamak için çırpınır. Ama artık bunlar asla bir delil olarak bize sunulamaz. Çünkü gerçeği örten illüzyona değil, gerçeğin yokluğunu gizleyen –illüzyonu koruyan- üst tabakaya çarparak dağılır ve yok olur. Gerçeğin üstünü bu şekilde örtmek, çölde görünen bir serapa ölümüne bağlanmakla eşdeğerdir. Bu yüzden katlanılmaz olan gerçek/çöl, illüzyon/serap ile takas edilir. Gerçekliğin bu şekilde reddedilip bir ütopyaya dönüştürülmesi, insana özgü tüm devinimlerin de reddedilip, asla gerçekleşmeyeceklerine ölümüne inanmak anlamına gelir.

Gerçeğin çarpıklığını, kusurlu görünümünü düzeltmek mümkün olmadığından, yerine konulan illüzyon da tüm çabalara rağmen, kendini bu çarpıklığın dışında var edemeyecektir. En iyi ihtimalle içinden uzaklaştırıp, çevresini sarmasına izin verebilir; ancak buna katlanabilir.

Yıkılan gerçeğin altında kalan illüzyon/parçalanan imge, ölümcül hatalarını bile “simetrik sapmalar” ile ifade ederek, kendine sahte bir kusursuzluk bahşeder. Yok edilmiş gerçeğe dönme arzusu, kendini bu yokluğun üzerine inşa etmiş olma bencilliği, bu sanala gömülmüş toplumların da sonu olacaktır. Çekilen, çekilecek olan her film etkisi oranında bu sürece etki eden aktörlerdendir. Bu yüzden, isteyerek canına kıyan insan, istemeyerek canına kıyan toplumun gözünde dışlanan olarak kalacaktır. Can vererek, gerçeği parçalayarak dışına çıkma arzusu, bir sis tabakası gibi gerçeğin üstüne çöken illüzyonu dağıtmayı başarabilir ancak. Filmler de, düşmana aynı silahla karşılık vererek -karşı illüzyonlar oluşturup, zehre karşı panzehir sunarak- bu sisi dağıtabilir. Yani "Matrix" filmindeki düzeneğin bir benzeri içinde yaşadığımızı söylemek istiyorum. Bu yeterince anlaşılır cümlenin altını karmaşık ve anlaşılması zor cümlelerle doldurmak ve onu anlaşılır hale getirmeye uğraşmak zorunda kalmak da, aslında sistemin nasıl güçlü şekilde korunduğunu ve anlaşılmak istenmediğini bize göstermiş olur.

Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer

http://kalemoynatanileayoynatannbulutuuyer.blogspot.com.tr

 
Gönderildi : 15/10/2010 9:11 pm
Paylaş: