Forum

Korsanın Profili ve...
 

Korsanın Profili ve Perspektif Bozulma

20 Gönderi
6 Üyeler
0 Reactions
4,728 Görüntüleme
(@hegel)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Kopya tablolar, orjinaline biçilen pahayı sabote ettikleri için para etmezler. Hatta taklit, sahte, kopya kimi zaman suç unsurudur. Oysa kopyanın da görünürde orjinalinden hiçbir farkı yoktur. Olaya böyle bakıldığında 35 mm çekilmiş bir filmin makaraları da, çoğaltılıp kopyalanan benzerlerinden üstün olmalıdır. Görünür de üstündür de. Bir filmi orjinalinden seyretmek ile bir kopyasından seyretmek arasında gözle görülür kalite farkı vardır ama bu da istisnai bir durumdur ve o orijinal kaliteyi sadece çok çok az kişi –bu işi kotaranlar- görebilecektir.

Bir şey çoğalmak için ödün vermek, bölünmek zorundadır. Her bölünme de beraberinde kalitesinden, orjinalliğinden bir parça daha kaybederek çoğalmayı sağlar. Düzenli bir artış için, periyodik olarak deforme olmak zorundadır. Kitap için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Yazar sadece yazmakta olduğu kitap için –elindeki orjinal nüsha- emek harcamaktadır. Kitap basılarak her zihinde farklı okumalara yol açar. Bir başkasının elinde başka bir şeye dönüşür. Yazar bu durumdan çıkar sağlama hakkına sahip değildir.

Sonuçta her türlü yeniden üretimde, kopyalamada, basımda eserin sahibinin bir rolü yoktur ve hak iddia edemez. Bu durumda bir ürün haline gelen eserin de korsanı diye bir şey olamaz. Çünkü eser sahibi, orjinali dışında kalan kopyalardan hak iddia etmekten vazgeçmiştir. Tersine, sistem sanatçıyı buna zorlayarak orjinalini de sıradanlaştırmaya, sisteme hizmet eden bir ürüne benzetmeye çalışır. Bu yüzden, sanatçının sisteme muhalif gibi gözükürken, bu üretim sürecinde emeğinin hakkını araması ironiktir. Bu olumlu ve olumsuz eylem birleşerek sanatçıyı etkisiz kılar. (-1+1=0) Bununla da yetinilmemekte, eser sahibi eserini pazarlamak için de zorlanmaktadır. Eserin önemini zedelememek adına ortada gözükmemesi gerekirken, tam tersine her türlü medya organında boy göstererek eseriyle ilgili açıklamalar yapmakta, kendini tümden bitirmektedir. Eserine yabancılaştırılarak bir “korsan” gibi çalıştırılmaktadır. Eser sahibi de bu sistem içinde, maddi olarak hiçbir hak iddia edemez. Eserin ortaya çıkışından sonraki süreçte, eser sahibinin eserle ilgili yapacağı her eylem kendisine ve yaratıcılığına ve sonraki yapacağı eserlerine zarar verir, etkisini azaltır.

Sistemle işbirliği içinde olduğu görülen sanat da reddedilmeli, en azından ürün muamelesi yapılmalıdır. Ya da, reyonlara yeni gelmiş bir deterjanı abartıp, karşısına geçerek dakikalarca alkışlamak şaşılası bir durum olmamalıdır.

Sistemin ürettiği araç-gereçle, sisteme özgü emek-sermaye kurallarıyla, bütünüyle kapitalden destek alınarak çekilen bir filmin muhteşem olduğunu söylemek, sisteme vurulmuş bir tokat olduğunu haykırmak gülünçtür. Kutsanacaksa, sisteme özgü nesnellik içinde kalınmak zorundadır. Bunun dışına çıkmak imkansızdır. Bu imkansızlık, hemen hemen hepimizi teslim olmaya zorlamış ve kendi içimizde dönüştürerek sanatı el üstünde tutan, yapay bir beğeniyle bizleri donatmıştır. Bu yüzden, bu çaresizliğimizi gösteren, kayıt altına alan filmler görmezden gelinmekte, mutlu yaşantılarımız için bir tehdit unsuru olarak görülmektedir. Oysa bu tür filmler de, durumu kabullenmek adına hizmet eden, çözüm sunmayan/sunamayan filmlerdir. Kendi kederlerimizi, başkalarının –olmayan varlıkların- kederleriyle kıyaslayarak suni rahatlamalar sunarlar ve unutulup giderler. Ya da en hayırlısı unutmaya çalışmaktır.

Özet olarak; korsan diye bir şey yoktur. Kayıt dışı kopyalamanın tehdit gibi gösterilmesi, sistemin kendini korumak için, kendi işleyişinin de kopyalanarak kendi varlığına bir tehdit oluşturmaması için uyguladığı bir aldatmacadır. Bu yüzden sistemin oturmadığı bizim gibi ülkelerde, bu mücadele gevşektir ve savsaklanmaktadır.

İnternetten indirilen, izlenen filmler, müzikler, kitaplar vs. kısa devre yaptırılarak seri üretim sürecini ortadan kaldırmakta, bu süreç maliyetinin değer karşılığını –bilmeden de olsa- internete, sanal ortama aktarmaktadır. Yani sanal, illüzyon, simülasyon dediğimiz “gerçeğin yerine geçen şey” kutsanmakta ve değeri her geçen gün artmaktadır. Maddi karşılık beklenmeden açılan bloglardaki yazılar, her türlü site, kısa filmler ve her türlü aksiyon, enformasyon ve eserin akışkan hale getirilerek taşınması. Bunlara bakılarak bile, artık eser sahibinin yaptığı “şey”den bir maddi karşılık beklememesi gerektiği görülmelidir.

Sistem, ikinci aşamada interneti devreye sokarak, ilk aşamadaki klasik üretim sürecindeki karından ve çıkarından bir ölçüde vazgeçmiştir. Bu, insanlığı üçüncü aşamaya hazırlamak için oluşturulan bir geçiş sürecidir. Yani tamamen sanala gömülme öncesi dönem.

Para ortadan kalkmak üzeredir. Borsa tamamen sanal, spekülatif değerler oluşturarak hissenin değerinde ölümcül sapmalar yapmakta sakınca görmemekte, bütün bir yönetim modeli örneği sunmaktadır. Bu esnekliği, özgüveni, cesareti kendilerine model olarak almaya hazırlanan siyaset, politika ve ekonomik sistem, geçmişten gelen her türlü birikimle oluşan değerlerle oynamaya hazırdır. Eskiye özgü her türlü değer aşındırılıp yok edilmektedir. Televizyon, internet, basılı medya, haberin gerçekliğini emerek, kalanını olumlu olumsuz aşırılıklardan arındırarak önümüze fırlatmakta, insanlığı hareketsiz kalacağı bir geleceğe hazırlamaktadır.

Nasıl çalıştığını kavrayamadığımız bir araç gereç kullanmak bize bir eksiklik duygusu verirken, aynı zamanda ona sahip olmaktan aldığımız hazzı da anlamsızlaştırarak, o nesneyle olan ilişkimizi sıradanlaştırır; hatta yabancılaştırabilir. Hayatı anlayamama, kavrayamama da buna benzer sonuçlara yol açar. Kaçış böyle başlar. Denize düşen yılana sarılır. Gerçekten kaçan sanala sarılır.

Her şeyin sanallaştığı son aşamada, insanın maddi varlığı da bir tehdit unsuru olduğundan tamamen ortadan kaldırılacaktır. Belki de bunu bir avuç şirketin üst düzey yönetimi, akıllı bilgisayarlar ve düşünebilen robotlar yapacaktır.

Geriye dönersek, karşılıksızmış gibi elde ettiğimizi sandığımız filmler, müzikler, kitaplar vs. bize buruk bir tat vermekte, tuhaf bir tatminsizlik duygusu yaşatmaktadır. Bizi gelecekte tamamen içine gömüleceğimiz simülasyon evrenine hazırlayan oyunlar öncelikle çocukları baştan çıkarmakta, geleceğin büyükleri olan bu kesimi etkisi altına almaktadır. Sonuçta şu anki süreçte, kopya da olsa, orijinal de olsa bizi eğlendiren, gerçeği unutturan şeyler, birbirinden farksız şeylerdir. Gelecek şekillendirilmiştir ve değiştirilemez gibi gözükmektedir.

Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer

http://kalemoynatanileayoynatannbulutuuyer.blogspot.com.tr

 
Gönderildi : 19/10/2010 5:50 pm
(@hegel)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Forumlar tartışılan, fikirlerin havada uçuştuğu ortamlardır. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlardan olmamak için ansiklopedileri karıştırıyorum, wikipediaya bakıyorum, kilit cümlelerin, kelimelerin peşinden internette oradan oraya savrulduğum oluyor. Propaganda yapmadan, ideolojiye bulaşmadan fikirlerimi yazıyorum. Bu açıklamanın ışığında şunları söyleyebilirim. Korsan konusunda çok tartışmalar yaşanırken, bir taraf diğer tarafından mutlaka bir şekilde eleştirilebilirken bu yazıya neden itiraz edilmedi anlayamadım.

Ya okunmadı, ya okundu ama anlaşılmadı, ya da herkes benimle aynı fikirde. Uzun yazıların kaderini öğrenmek için oylama yapmak istiyorum. Bunu kendimden çok Görkem için istiyorum. Bazılarınızın kısa filmler çekebildiği sürelerde, saatlerce uğraşarak, bir anne gibi karşılık beklemeden, uzun ve aydınlatıcı yazılar yazıyor. Ve ben eminim ki, marjinalleşmeyi düşünmeyen bir yönetmen, senarist vs. başarılı, isim yapmış biri olmak istiyorsa, Görkem'in "olur"unu alması şart. Vasat seyircinin üstünden bakarak filmi çok iyi yorumluyor ve akıbetini kestirebiliyor. Kendi genel beğenisi, piyasa için çok belirleyici bir skala. Kısa filminizi çekerken bile, "acaba bunu Görkem abi beğenir mi?" diye düşünüp filminizle ilgili az çok fikir sahibi olabilirsiniz. Çekinmeyin, filminizi seyretmesini istediğiniz kişilere özel mesaj atın. Bana böyle istekler gelse görev sayarım. Forumun işleyişi ve dinamizmini koruması açısından, böyle değerlerin aşındırılmaması gerekir.

Üstteki yazının bir önemi yok. Oylama, uzun yazıların kaderini belirlemesi bakımından faydalı olacaktır.

a) Okunmadı.
b) Anlaşılmadı
c) Aynı fikirdeyim.
d) Aynı fikirde değilim ama şimdi ne diyeyim, uğraştırma beni.

Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer

http://kalemoynatanileayoynatannbulutuuyer.blogspot.com.tr

 
Gönderildi : 22/10/2010 11:51 am
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

Bir kere bu yazı, bu 4 şık altında tasnif edilebilecek özellikte değil. Daha derin bir yazı olmuş.

Benim tık'ım C'ye aslında. Ama aynı fikirde olmadığım şeyler de mevcut. Bana göre yazının, pratik hususlar üzerine belirttikleri pek tatmin edici değil. (Kopya konusu, üretenin kopya üzerine bir hak iddia edememesi vs.) Ama sanatsal/fikirsel üretimlerin bir karşılık gözetmeden yapılması üzerine söylenenler o kadar derin ve önemli ki üzerine konuşsak günler sürer bu sohbet. Ve bence sen bu yazıyı daha da derinleştirmeli, olmazsa olmaz açılımlarıyla yazmalısın hegel.

Ayrıca, Hegel'in durup dururken benim üzerime "gereksiz" gibi görünebilecek bu fikirleri sunma sebebini tahmin edebiliyorum ama salağa yatıp anlamıyormuş gibi yapmam daha uygun olur sanırım 🙂 Çünkü bunun üzerine konuşmak.... bilmiyorum, en azından benim yapmamam gereken birşey galiba. Benim tek istediğim/beklediğim şey, fikirlerime değer veren birkaç üyenin varlığı bilmek, o kadar.

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 22/10/2010 2:09 pm
 Düd
(@dud)
Gönderi: 0
 

Bu konuda ilginç bir açıklamayı Pierre Bismuth'tan dinlemiştim. Ona göre herkes sanatçıdır, ancak bunu sadece sanatçı bilir. Her bir bireyin, bir sanat eserini yorumlarken ortaya yeni bir eser çıkardığı fikrini savunur. Aynen senin de satır aralarında dediğin gibi, kişi bir sanat eserini yorumlarken onu istediği yere çeker, yaratıcının artık bunun üzerinde bir etkisi olamaz. Sanatçı "Bu böyledir." kadar kesin konuşsa bile "bu" herkesin için başka bir "şu"dur.

Bu fikrini nasıl dışavurabileceğini düşünen Bismuth şöyle bir şey yaptı: Bir sekretere bir filmi izletti ve filmi izlerken gördüğü ve duyduğu her şeyi aynı anda daktilo etmesini söyledi. İlk çalışmasında sadece filmin sesleri üzerine sekreterin yazdıklarını gösteren bir video yaptı. Bunu izlerken kadın ile benim algımın ne kadar değişik olduğunu farkettim. Benim duymadıklarımı duyuyor, duyduklarımı duymuyordu.

Çalışma beğenilince bunu başka bir filmle tekrarladı, bu sefer filmi de görebiliyorduk, olay daha da dramatikleşiyordu, ben yazsam ne kadar fark edeceğini gördüm. Gördüklerimizi inanılmaz alakasız şekillerde tasvir ediyorduk. Bu bariz bir şey olsa da insanın önüne somut örnek gelince ilk kez farkediyormuş gibi oluyor. Hafif bir tokat gibi.

Yani gerçekten de her bir bireyin kafasında, bir eser farklı algılanıyordu. Bunu zaten biliyoruz. Esas tartışmamız gereken, bu farklı algılama süreci, bir yaratım süreci olarak kabul edilebilinir mi? Cevap evetse hegel'in dediği her şey doğru oluyor. Cevap hayırsa, solcu oluyor :).

Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.

 
Gönderildi : 22/10/2010 3:01 pm
(@sickman)
Gönderi: 0
 

Abi geçen gün gördüm bu yazıyı, okuyamadım ama aklımdaydı, çünkü çok sevdiğim konular bunlar. Şimdi okuyordum ama yine kesildi. İlk iki paragrafını okudum, katılmıyorum ama açıklayacağım, sonra. Seni kaybetmemesi lazım bu forumun onu da biliyorum ne desen haklısın.

www.fadeoutstudios.com - www.soberworks.ist - www.budabi.tv

 
Gönderildi : 22/10/2010 5:01 pm
(@hegel)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Bir kere bu yazı, bu 4 şık altında tasnif edilebilecek özellikte değil. Daha derin bir yazı olmuş.

Benim tık'ım C'ye aslında. Ama aynı fikirde olmadığım şeyler de mevcut. Bana göre yazının, pratik hususlar üzerine belirttikleri pek tatmin edici değil. (Kopya konusu, üretenin kopya üzerine bir hak iddia edememesi vs.) Ama sanatsal/fikirsel üretimlerin bir karşılık gözetmeden yapılması üzerine söylenenler o kadar derin ve önemli ki üzerine konuşsak günler sürer bu sohbet. Ve bence sen bu yazıyı daha da derinleştirmeli, olmazsa olmaz açılımlarıyla yazmalısın hegel.

........

Yazının hacmiyle okur sayısı ters orantılıdır biliyorsun. Yazı uzadıkça okuyan azalır. Uzatmamamın bir sebebi bu. Bir sebebi de bu konularda ahkam kesecek kadar yetkin değilim. Buna da karşıyım ayrıca. Ama dışarıda birşeyler oluyor hissediyorum. Bunu anlamlandırmaya çalışıyorum. İnsan aydınlandıkça kafasındaki fikirler değişebiliyor. Her şeye bir yere kadar açık olmak lazım. Yola sıkı marksist olarak başlayıp sonra kendi yolunu bulan çok aydın var. Yine de bazı temel değerlerin asla bozulmaması gerektiğini düşünüyorum. Bizi var eden, ileri taşıyan biraz da çelişkilerimiz. Unutmak zorundayız çünkü. Her an büyük tasalarla yaşayamayız. Her duygu değişimi de bir çelişki aslında. Buna direnebilen, belki de en büyük kafa Althusser bile sonunu getirememişti. Bir cinnet anında karısını boğazlayarak üstündeki bütün yükü attı. Hep aynı yerde saymaktansa, 3 adım ileri gidip 5 adım geri fırlatılmayı tercih ederim. Hayatı anlamlandırma çabası, gerçeği bulmaya çalışmak yapılacak tüm yanlışlara değer.

Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer

http://kalemoynatanileayoynatannbulutuuyer.blogspot.com.tr

 
Gönderildi : 22/10/2010 6:20 pm
(@hegel)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

..........
Yani gerçekten de her bir bireyin kafasında, bir eser farklı algılanıyordu. Bunu zaten biliyoruz. Esas tartışmamız gereken, bu farklı algılama süreci, bir yaratım süreci olarak kabul edilebilinir mi? Cevap evetse hegel'in dediği her şey doğru oluyor. Cevap hayırsa, solcu oluyor :).

Nicelik arttıkça nitelik artmıyorsa, sıradanlaşıp birbirine benziyorsa, kafada oluşan algı bunun bir eser olmadığı yönündedir. Ama bu birbirine o kadar çok benzeyen şey, biraradalarken bakıldığında, bütün olarak bir eser görünümünde olabilir. Sergilerde bu tür tuhaflıklar olabiliyor. Burun kıvırdığımız birçok şey görebiliyoruz. Bunları tartışmak öyle bir şey ki, dili kullanarak kavramların dibine kadar inebilir, onu delip sonsuza açılabilirsiniz. Bu yüzden her şey çok tuhaf ve anlamsız gelebilir kimilerine. Kimilerine de çok düzenli ve kusursuz ve olması gerektiği gibi. Bir şeyin sonlanmaması dramatiktir ve sabahlara kadar sürecek tartışmaları, sohbetleri hayal etmek keyif vericidir çoğu kere. Bu yüzden bu değerli bir araya gelme zamanları çok iyi değerlendirilmeli ve belki de ön hazırlık yapılmalıdır. Sonsuzluğu düşünmek ve hissetmek, hazzı ve dehşeti bir arada yaşatabilen bir olgu. Hiçlikle eşdeğer bile olabilir. Bu yüzden büyük patlama, üsttekinin sarsılarak boşalması anlamına gelebilir.

Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer

http://kalemoynatanileayoynatannbulutuuyer.blogspot.com.tr

 
Gönderildi : 22/10/2010 6:35 pm
(@sickman)
Gönderi: 0
 

Genel olarak sistemin işleyişine olan itirazına bir sözüm yok tabi. Bir şeylerin yanlış gittiği çok açık. Fakat yazıda eksik olan ve görmezden gelinen bir şeyler var bence.

Birincisi "eser" olarak ele aldığın ilk iki paragrafta bütün sanat dallarını birbirine katmışsın. Nasıl olur diye baktım ama öyle olmuş. Şimdi kopyalanınca değerinden kaybeder mi kaybetmez mi esere göre değişir açıkçası. Bir kitap kaybetmez mesela. Yazarın kendi daktilosundan çıkana bile ilk kopya denir misal. Hepsi kopyadır yani. Kopyalandığı yer de asıl olarak yazarın beyni olduğundan her basılı kitap bir kopyadır. Ne kadar kopyalarsan kopyala değer kaybı mümkün değil. Ama Mona Lisa öyle değil. Onu kopyalaman mümkün değil. Çünkü sanatçı orada kendi elinden çıkma darbelerle, kendi karıştırdığı boyalarla, kendi "zamanı" içerisinde yapmıştır eseri. Onun kopyası olmaz. Olsa bile neye yarar, hiç bir şekilde aynı etkiyi vermez.

Eserin kopyasına ya da günümüz tabiriyle korsanına "legal" muamelesi yapmanın nedenini ben şöyle anladım. Bir eser sanatçının elinden çıktıktan sonra sana herkesde farklı yaşanır. Dolayısıyla eser artık yapandan çıkmış, görenin-bakanın-duyanın yorumlamasıyla yeniden varolmuştur diyorsun. Ama mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi. Herkes farklı deneyimler yaşıyor evet ama herkese o farklı yorumları yaptıran şey bir sanat eseri oluyor işte. Onun da değeri bu yüzden var. Bir kola şişesi herkesde farklı yorumlanmaz, ya da bir araba, ya da bir tabak. İşte bunun için biri eser, biri ürün. Kopyalanıp basılıyor olması eseri bir ürün yapmaz. Aksi taktirde Karamazov Kardeşler ile İstanbul 2010 Rehberi aynı muameleyi görmeli kafadan. Ama öyle değil. Karamazov kardeşleri ne kadar basarsan bas, o eserdir. Ve bu açıdan da her yeniden basımında eşşek kadar ismi yazar Dostoyevski'nin. Ha diyorsun ki her okuyanın elinde başka bir şeye dönüşür Karamazov Kardeşler ve yazar bundan çıkar sağlama hakkına sahip değildir. E peki okuyanın Karamazov Kardeşler'den sağladığı çıkar nedir. Eğer okumakla bir çıkar sağlamıyorsa neden okuyor o zaman. Nedir okuyucuyu o kitabı okumaya iten şey. Okuyucunun sağladığı çıkar yazarın hakkı değildir diyebilir miyiz. Bunu sadece parasal bir "hak" olarak görmemeliyiz. Yazarın her türlü hakkı vardır o eserde okuyucu okuduktan sonra. Okunmazsa yazar da hak iddia edemez. Ama eserin sanatsal değerini de düşürmez. Yani hiç basılmamış bile olsa Karamazov Kardeşler Karamazov Kardeşler'dir. Sen okuduğun anda yazarın hakkı devreye girer.

Ha şimdi gelelim korsana. Korsan bugün çok açık bir şekilde inanılmaz kazanç kapısı. Herkes internetin sanatsal ürünlere, en azından sinema, müzik ve edebiyata olan zararlarından bahsediyor. Hayır öyle değil bence. Korsan sanatın yayımını eviriyor o kadar. Ürün aynı, kullanıcı aynı, sadece yayımında bir değişiklik oluyor.

Şimdi paralı üyelik alan torrent siteleri, google ads'ten malı kaldıran emule siteleri, rapidshare linki paylaşan forumlar falan filan ne için, bedava sanat için mi. Para için. İşte benim delirdiğim yer burası. Fak dı sistım falan filan ama o da para için, hem de orjinalinden daha fazla para için bazen. Korsan DVD'nin en prim yaptığı günlerde Tahtakale'deki merkezlerinden alışveriş yapıyordum ben, inanılmaz şeyler anlatıyorlardı korsan filmciler Rusya ve bazı Balkan ülkeleri ile ilgili. Peki yarısını bandrollü yarısını bandrolsüz satan müzik şirketleri ve kitap basımevleri ne olacak. Onlarla da çok yakın diyalogum oldu ve onların anlattıkları daha da efsane.

Ha şimdi hal böyle diye korsan tü kaka değil. İnternet bu işi eviriyor. Çok yakında doğrusu bulunacak, bazı müzik grupları kendi çarelerini aramaya başladı bile, duymuşsunuzdur. İlla ki bir yol bulunacak. Bedava dağıtan bile var, ama korsan başka şey. Korsan bir eserden hiç hakkı olmadığı halde birilerinin para kazanması demek. Buna karşıyım, ama eser sahiplerinden daha fazla kazanan yapımcılara da en az o kadar karşıyım. Ha ama ben müziği yaptım, sen indirdin netten koydun şakkada şukkada oynadın o müzikle eğlendin. Sonra ben artık o eseri kendim yorumluyorum sen hak iddia edemezsin demek aymazlık olur.

Devam edeceğim sonra ikinci kısım ile ilgili, yoruldum.

www.fadeoutstudios.com - www.soberworks.ist - www.budabi.tv

 
Gönderildi : 22/10/2010 8:38 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

Ben de okumak için şöyle bir kafa salimliği bekliyordum.

"Orjinal dışındaki diğerlerinde sanatçının hakkı yoktur" söylemine katılmıyorum Hegel abi. 🙂
Hakkı elbette ki vardır. Ama bu hakkın eserin kendisiyle alakası olmayan bir aracıyla "parayla" ölçülmesi bizim temel derdimiz.
Bir eserin okurun zihninde başka bir şeye dönüşmesi ile hak meselesi başka bir şey.
Üretilen ve daha sonra değişen şey sonuç olarak aynı şey. Sadece onun daha demokratikleşmiş hali.

Baudrillard ile Benjamin işte aynı resme bakıyorlar ama farklı sonuçlar ortaya çıkarıyorlar.
İlki senin dediğin gibi, "hocam hiçbir şey asıl değil artık, asıl ile orjinal arasında ayrım yok simulasyona doğru gidiyoruz" diyor,
Diğeri ise "ne o öyle sanat eserinin 'uniqness'i (biricikliği) falan, ne güzel işte kalmadı öyle şeyler, adam Picasso'nun da resmini duvarına asıyor, Picasso önceden sadece belli elit kesimlere ulaşabilirken şimdi bütün insanlığa ulaşabilme durumuna sahip, ccc reprodüksiyon ccc" diyor. 🙂

Yani ben biliyorsun ikincisinin taraftarıyım. Ama ikincisini savunmak, "telif hakkı"nı savunmak demek değil.
Tüm bu zigzaglı mevzular sistem yüzünden allak bullak aslında.

Mevzu paraya dönüşmese, filmin yapımcısı alacak evine DVD-Writer'ını, bir de "Princo" DVD basacak 20 milyon tane DVD verecek piyasaya. Ya da verecek internete. Halktan gelen halka gidecek yani 🙂
Böyle bir durumda senin dediğin mesele de ortadan kalkar. Orjinal hem orjinal olur, hem kopya. Böyle bir ayrıma gerek kalmaz.

 
Gönderildi : 22/10/2010 11:28 pm
 Düd
(@dud)
Gönderi: 0
 

Herkes farklı deneyimler yaşıyor evet ama herkese o farklı yorumları yaptıran şey bir sanat eseri oluyor işte. Onun da değeri bu yüzden var. Bir kola şişesi herkesde farklı yorumlanmaz, ya da bir araba, ya da bir tabak. İşte bunun için biri eser, biri ürün. Kopyalanıp basılıyor olması eseri bir ürün yapmaz.
Tez elden modern sanat üzerine araştırmalara başlaman lazım sicko.

Şu pisuvarın günümüzdeki değeri birkaç milyon dolar civarında. Keza alttaki tekerleğin de öyle.

Şu ise Marcel Duchamp'ın milyon dolar değerindeki başka bir çalışması:

"The medium is the art" kavramanı kavramak lazım önce. Eğer bu düşünce yapısı kabul edilirse (herkes etmeyebilir, ben ediyorum, sanat galerisindeki cennete çıkan merdiveni gerçek sananlar da ediyor ne yazık ki) "orjinal" kavramı bayağı bir değişiyor. İşin içinden öyle senin dediğin kadar kolayca çıkamıyoruz.

Benim yıllardır kısa filmcilere anlatmaya çalıştığım da bu. %95imiz perdede film oynatamayacağız. Görsel sanatımızı diğer alanlara kaydırmamız lazım, ama bir perde sevdasıdır gidiyor..

Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.

 
Gönderildi : 23/10/2010 1:28 am
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

Bir kere bu yazı, bu 4 şık altında tasnif edilebilecek özellikte değil. Daha derin bir yazı olmuş.

Benim tık'ım C'ye aslında. Ama aynı fikirde olmadığım şeyler de mevcut. Bana göre yazının, pratik hususlar üzerine belirttikleri pek tatmin edici değil. (Kopya konusu, üretenin kopya üzerine bir hak iddia edememesi vs.) Ama sanatsal/fikirsel üretimlerin bir karşılık gözetmeden yapılması üzerine söylenenler o kadar derin ve önemli ki üzerine konuşsak günler sürer bu sohbet. Ve bence sen bu yazıyı daha da derinleştirmeli, olmazsa olmaz açılımlarıyla yazmalısın hegel.

........

Yazının hacmiyle okur sayısı ters orantılıdır biliyorsun. Yazı uzadıkça okuyan azalır. Uzatmamamın bir sebebi bu. Bir sebebi de bu konularda ahkam kesecek kadar yetkin değilim. Buna da karşıyım ayrıca. Ama dışarıda birşeyler oluyor hissediyorum. Bunu anlamlandırmaya çalışıyorum. İnsan aydınlandıkça kafasındaki fikirler değişebiliyor. Her şeye bir yere kadar açık olmak lazım. Yola sıkı marksist olarak başlayıp sonra kendi yolunu bulan çok aydın var. Yine de bazı temel değerlerin asla bozulmaması gerektiğini düşünüyorum. Bizi var eden, ileri taşıyan biraz da çelişkilerimiz. Unutmak zorundayız çünkü. Her an büyük tasalarla yaşayamayız. Her duygu değişimi de bir çelişki aslında. Buna direnebilen, belki de en büyük kafa Althusser bile sonunu getirememişti. Bir cinnet anında karısını boğazlayarak üstündeki bütün yükü attı. Hep aynı yerde saymaktansa, 3 adım ileri gidip 5 adım geri fırlatılmayı tercih ederim. Hayatı anlamlandırma çabası, gerçeği bulmaya çalışmak yapılacak tüm yanlışlara değer.

Bu "kısacık" yazı, ilk mesajdakinden de derin belki.... 🙂 Topyekün cevap vermek hepten olanaksızlaştı. 🙂 En iğrenç yorumla cevap vereyim bari: "Yüreğine sağlık!" 😀

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 23/10/2010 3:52 am
(@sickman)
Gönderi: 0
 

Güzel kardeşim ben tabii ki kabul etmiyorum pisuvara atılan imza ile sanat eseri olduğunu. Sen kabul ediyorsan senin bileceğin iş ama sabaha kadar anlatsan bunu hikaye bana. Ha orada olay başka tabi ama ben sevmiyorum böyle Andy Warholvari olayları. Benim bahsettiğim kola şişesi ya da arabadan da bunları anlamamak lazım çünkü ben orada bir üründen bahsetmeye çalışmıştım bak ne demişim:

"kopyalanıp basılıyor olması bir eseri ürün yapmaz"

Pisuvara atılan imza başka bir konu ama modern sanat dediğin şeyin de komple bir yeteneksizlik hali olduğunu, sadece bir anlayış meselesi olduğunu düşünüyorum. O anlayışa sahip değilsen o senin için sanat olmuyor, o zaman sanat değil zaten, benim için çöp mesela. Hadi bir cümle daha yazayım son olarak, bir eserin üstüne konuşman "gerekiyorsa" bence o sanat değildir, bakacaksın duyacaksın, göreceksin ve olay bitecek. Bitmiyorsa ben ona sanat demiyorum, neyse onu geç.

Ben sanat eserlerinin zaten kopyalandığına inanıyorum, ama sanatçılar tarafından tabi. Yani her sanatçı başka eserlerden besleniyor. Sanatçı sadece üreten değil, aynı zamanda sanatı "sıkı" takip eden kişi oluyor haliyle. Ve bu takip hali sanatçıyı üretime götürüyor. Yani bir filmdeki bir sahneden başka bir film çıkıyor, bir müzik eserinden etkilenen müzisyen yeni bir şarkı yazıyor, bir kitaptaki paragraf onu okuyan yazarda çakan bir kıvılcımla başka bir kitaba dönüşüyor. Dolayısıyla subjektif de olsa kopyalanıyor ya da türetiliyor.

Buradan yürüyerek sanatçı haklarına dair bir çıkarım yapmak kolay değil aslında. Sanatçı hakları sonuçta bir yerde paraya bağlanıyor tabii ama bu işin bir başka bok tarafı. Çünkü sisteme karşı gelip telifin legal olmadığını, korsanın illegal olmadığını savunmak, korsanın neden ortaya çıktığına iyi bakmamak oluyor. Çünkü korsanı ortaya çıkaran şey sistemin ta kendisi alsında. Sanat eserinin ortaya çıkma nedeni para değil en temelde, ama korsanın olmasının nedeni tamamen para. Yani bir eser sanatçı tarafından üretildikten sonra iki türlü dağıtılıyor, biri yapımcılar tarafından, ikincisi korsanlar tarafından. E bu ikiside aynı bok, neden birini diğerine üstün tutayım ki. Neden korsanı kutsallaştırayım ki. Sistemin içinden sisteme yöneltilen eleştiriler hakkındaki paragrafında hegel diyor ki;

"Sistemin ürettiği araç-gereçle, sisteme özgü emek-sermaye kurallarıyla, bütünüyle kapitalden destek alınarak çekilen bir filmin muhteşem olduğunu söylemek, sisteme vurulmuş bir tokat olduğunu haykırmak gülünçtür."

Şimdi bu cümlede bahsedilen sistemin ürettiği araç gereç, sisteme özgü sermaye emek kuralları, kapitalden destek alma, hepsi ama hepsi korsan için de söylenebilir, ben söylüyorum. Korsan tamamı ile sistem tarafından "kapital" için para için üretiliyor. Bunu kutsamak, sanatın gerçek değerini bulması için faydalıdır demek de en az o kadar gülünçtür aslında. Ha bu sistem doğru çalışıyor mu bence de hayır ki daha önce de söyledim. Ama su akıp yolunu bulacak, evriliyor şu anda. Bu sistemin içinde dışında meselesi çok karışık, kolay değil.

www.fadeoutstudios.com - www.soberworks.ist - www.budabi.tv

 
Gönderildi : 23/10/2010 11:49 am
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

Benim yıllardır kısa filmcilere anlatmaya çalıştığım da bu. %95imiz perdede film oynatamayacağız. Görsel sanatımızı diğer alanlara kaydırmamız lazım, ama bir perde sevdasıdır gidiyor..

Cımbızla çektim aldım.
On numara cümle. Katılıyorum, sonuna kadar.
Başka yerde bunu mu tartışsak ne? 🙂

 
Gönderildi : 23/10/2010 12:38 pm
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

Benim yıllardır kısa filmcilere anlatmaya çalıştığım da bu. %95imiz perdede film oynatamayacağız. Görsel sanatımızı diğer alanlara kaydırmamız lazım, ama bir perde sevdasıdır gidiyor..

Cımbızla çektim aldım.
On numara cümle. Katılıyorum, sonuna kadar.
Başka yerde bunu mu tartışsak ne? 🙂
Harika bir tespit, güçlü bir cımbız operasyonu.

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 23/10/2010 3:58 pm
(@hegel)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

.... Sistemin içinden sisteme yöneltilen eleştiriler hakkındaki paragrafında hegel diyor ki;

"Sistemin ürettiği araç-gereçle, sisteme özgü emek-sermaye kurallarıyla, bütünüyle kapitalden destek alınarak çekilen bir filmin muhteşem olduğunu söylemek, sisteme vurulmuş bir tokat olduğunu haykırmak gülünçtür."

Şimdi bu cümlede bahsedilen sistemin ürettiği araç gereç, sisteme özgü sermaye emek kuralları, kapitalden destek alma, hepsi ama hepsi korsan için de söylenebilir, ben söylüyorum. Korsan tamamı ile sistem tarafından "kapital" için para için üretiliyor. Bunu kutsamak, sanatın gerçek değerini bulması için faydalıdır demek de en az o kadar gülünçtür aslında. Ha bu sistem doğru çalışıyor mu bence de hayır ki daha önce de söyledim. Ama su akıp yolunu bulacak, evriliyor şu anda. Bu sistemin içinde dışında meselesi çok karışık, kolay değil.

Yazıyı çok uzatmamak için bu konulara değinmemiştim, haklısın. Kopyanın halkın kendi eliyle oluşturulmasından yanayım. Para kazanmak amacıyla değil elbette. Bu anlamıyla korsan dediğimiz mafyavari yapılanma, geçmişin vandalları gibi, para uğruna herşeyi yakıp yıkmaktan yanalar. Onlar da sistemin boşluklarını değerlendiren, mutasyona uğrayarak güçlenmiş asalaklar aslında.

Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer

http://kalemoynatanileayoynatannbulutuuyer.blogspot.com.tr

 
Gönderildi : 23/10/2010 4:17 pm
Sayfa 1 / 2
Paylaş: