Bizi bir arada tutan şey nedir, ortak beğenilerimiz mi? Ortak beğenilerimizi belirleyen şeyler nelerdir, sinema ve onu oluşturan parçalara olan tutkularımız mı? Peki bunları bizler pratiğe dökerken, bizleri ayrıştıran şeyler nelerdir? Yeteneklerimiz, seçimlerimiz, dünyaya bakış şeklimiz, istekliliğimiz, taklit edebilme becerimiz, imkanlarımız vs. mi?
Bizler kısa film çekerken ortaya genellikle kötü filmlerin çıkmasının sebebi nedir? İyi bir sonuca ulaşmak için neler yapılması gerektiği bolca yazıldı. Buna rağmen değişen pek bir şeyin olmamasının altında yatan şeyler olmalı.
Bence en temel sebep, maalesef yeteneksizlik. Konuyla ilgili her şeyi çok iyi biliyor olabilirsiniz ama yetenekleriniz sınırlıysa yapabileceğiniz fazla bir şey yok. Ama bizim piyasaya bakıldığında bolca vasat yönetmen film çekerken ve yine bolca kötü yönetmen dizi çekerken umudunuzu yitirmeyin derim.
İkinci sıradaki önemli sebep kötü ve sıradan senaryolar. Fark edemediğimiz şu ki, parıl parıl parlayan bazı senaryolar sıradan beyinlere yeterli ipuçları vermekte isteksiz olduklarından görülmüyorlar. Bu çok büyük bir kayıp. Sizin beğenmediğiniz bir senaryo çekim aşamasında öyle harika bir hal alabilir ki, gördüklerinize inanamazsınız. Tam tersi de geçerli. Kağıt üstünde çok iyi görünen bir senaryo hayata geçirilme aşamasında hiç bir ışık vermez olabilir. Hatta bazen bunu filmi seyredene kadar bile anlamayabilirsiniz.
Başka bir sebep de kötü oyuncular ve çok iyi bir oyuncunun eksikliği. Elinizde iyi bir oyuncu olması çok büyük bir avantaj. Filmi tek başına sürükleyebilir. Bütün eksikliklerin üstünü örtebilir. Elinizdeki oyuncular yetersizse bu filmi çekmekten kesinlikle vazgeçin. En azından iyi bir oyuncu bulana dek.
İlişkiler de önemli. Bir ekip kurabilme yeteneğinin aslında bir yönetmene yüklenmesi haksızlık olur ama durum bu. Kısa filmde iyi bir yapımcı düşünmek komik olmamalı.
Yönetmen ileriyi görebilen, buna göre planlarını yapabilen biri olmalı. Herşeyiyle ekibini motive edebilecek donanımda olmalı. Filmine çok güvendiğini oyunculara ve ekibe gösterebilmeli. Dinamo gücünün yetenek olduğu unutulmamalı.
Görkem'in filmini bekletmesinin, Eylem'in (dude) ve henüz hiç film çekme girişiminde bulunmamış taktir ettiğimiz üyelerin henüz bir girişimde bulunmamasının sebepleri olmalı. Tıpkı kötü filmler çekerek bizi şaşırtmayan üyelerimizin olması gibi. Teknik anlamda sızlanma durumumuz gerilerde kaldı gibi görülüyor. Artık teknik işçilik, post prodüksiyon daha kolaylaşmış durumda. Yine de bir yönetmenin jimmy jib kullanmasının bir açıklaması olmalı. Tercihlerinin mantıklı bir açıklamasını yapabilmeli. Filminin her anını anlamlandırabilmeli.
Sadece görsellikle bizi kandıramazsınız. Bunun farkında olmalısınız. İyi oyuncular da bazen yeterli olmayabilir. Bizi daha girişte tavlamanız gerekir; bunu unutmayın. Yetenekli gördüğümüz kişilerin, kıskançlık yapmadan önünü açmak şart. Yetenekleri harcama yönünden çok yetenekli bir ortamda yaşıyor olmamız, bunun hep böyle devam edeceği anlamına gelmemeli.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
ne kadar özetlemiş sitenin ve dolayısıyla piyasanın halini.. tebrik ederim.
Ben sorunların sadece teknik bir takım kategorilerde incelenmesini yeterli bulmuyorum şahsen. Daha doğrusu sosyal bir takım problemler olduğunu düşünüyorum.
Türkiye'de gençler (15-30 yaş arası tabirim) ciddi bir kimlik bunalımı içerisinde. Yıllar önce büyük şehirlere göç eden ailelerimizin aksine bu ailelerin çocukları olarak bizlerin, ailelerimize oranla daha çok batı kültürü etkisinde büyüdüğümüzü söylemek yanlış olmaz.
Sinemaya Türk gençleri, Türk filmlerini izleyerek heves duymuyor malesef. İdeallerini, hayallerini şekillendiren hep batı filmleri oluyor. Müzikle iç içe olan gençler çoğunlukla batı müziklerini dinleyerek bu işe heves duymaya başlıyor. Diğer sanat dallarında da bunları sayabiliriz.
Bunun yanı sıra büyük şehirler dışında, Anadolu malesef cumhuriyet devriminin sosyal ve kültürel kazançlarından git gide soyutlanıyor. Bir zamanlar uygarlığın beşiği olan, dünyanın hatrı sayılır coğrafyalarından biri olmuş, içinde kültür mozaikleri saklı olan bu topraklar Cumhuriyet devriminden sonra artan sosyal-kültürel ivmeyi ne yazık ki son 30 yılda (kesin bir çıkarım, araştırma gerektirir, kişisel olarak benim fikrim) kaybetmiş ve hatta gerilemeye başlamış durumda.
Ancak ben bu gerilemenin sorumlusunun halk olduğuna değil aksine kimlik bunalımı geçiren gençler olduğuna inanıyorum. Zira kimlik bunalımı yaşayan gençler olarak, hayallerimizi şekillendiren batı sinemasına duyduğumuz hevesle, asıl bizi izleyecek olan Anadolu insanından uzaklaşıyor dolayısıyla bir başarısızlığa kendimizi itiyoruz.
Kısaca, yüzümüzü Doğu'ya dönemiyoruz. Kısaca geldiğimiz yerin neresi olduğuna dair fikirlerimiz yok.
Kuşkusuz yüzümüzü Doğu'ya dönmek cümlesinden aklınıza islamiyet ile alakalı öyküler veya en basitinden yoksulluk, cahillik öyküleri oda olmadı halk kültürü gelecektir.
Hayır, kesinlike bundan bahsetmiyorum. Örneklemek gerekirse Türk dizi sektörü, son zamanlarında kazandığı ivmeyi en çok arap ülkelerine gerçekleştirdiği ihracattan dolayı sağlamış değil midir? Ciddi anlamda çevremize dizi ihracatı yapmış bir ülke haline geldik.
Başka bir örnek; Fatih Akın. Almancıların 60'larda oraya götürdüğü kimliği halen yaşatmak istediklerini bu yüzden biraz kapalı olduklarını çok iyi biliyorum. Almancıların bu kültürlerini kaybetme korkusu, onların halen 60'larda kalmasını sağlamıştır misal. Reklamlarıyla, müzikleriyle bizlerden oldukça geridedirler. Sanki 90'larda kalmış gibidirler. Buna rağmen, bu kültürlerini koruyabilmeleri sayesinde örnek vermek gerekirse Fatih Akın gibi bir yönetmen çıkmıştır oradan. Duvara Karşı ile uluslararası bir başarı ve ivme yakalayan Fatih Akın, bunu kuşkusuz filmin içinde barındırdığı kültürel öğelere de borçludur. Ferzan Özpetek'de bu örneğe dahil edilebilir.
Yurtdışında başarılı olmak isteyen bir Türk Yönetmen nasıl başarılı olacaktır? Adamların kendi filmlerini kopyalayarak mı? Yabancı izleyicinin bizden istediği bu mudur? Hiç sanmıyorum. Onların ilgisi, onların ilgi duyacağı farklı kültürlerin onlara yansıtılmasıyla sağlanmalıdır bana kalırsa.
Bu konu tam emin değilim ama sanırım yerellik kavramıyla tabir edilebilir.
Malesef bu yerellik mevzularında o kadar yabancılaşmışız ki, yerellikten artık tek anladığımız "olm küfür koyalım da senaryoya bizden gözüksün" olmuş.
Neticede sinema yapmak istiyorsak, sinemamızı izleyenlerin kim olduklarını da iyi tahlil etmeliyiz.
Hegel'in yazdıklarına baştan sona katılıyorum.
Konuyla ilgili olarak, bir süre önce paylaştığım facebook iletimi aynen buraya kopyalıyorum.
Birçok şeyi özetleyeceğini düşünüyorum:
"İnsanoğlunun yazdığı en iyi senaryoyu ver, yapımcılığını yap, yanına bir oskar, kucağına da bir hatun ver, ı-ıh! Her "genç kısa filmci" kendi senaryosunu çeker bu ülkede. Çünkü mesele kendini izletmek, iyi bir film değil.... Egoyu sertleştirmektir kısa filmin varlık nedeni.... Çünkü bazı kişiler için bazı şeyler, sadece bazı şeyleri sertleştirmek için vardır!"
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Bu iş kişinin kendini tanımasıyla alakalı bir şey. Ya da tanıma süreci.
Kişi kendini dinleyecek. Ben nasıl biriyim, nerden gelir nereye giderim, bu dünyada yerim nedir sorularının cevabını arayan kişinin kısa film kariyerinin de bu çerçevede ilerlemesi gerektiğini düşünüyorum.
*Öncelikle iyi bir izleyici olmak gerek. Çok izlemek gerek. Sonra hangi filmlerin hoşuna gittiğinin incelemesini yapmak gerek. x,y,z filmleri hoşuma gidiyor, yahu bunların ortak özelliği ne, ben bunda kendimden ne buluyorum demek. Bir takım sonuçlara ulaştıktan sonra, hayata o gözlüklerle bakmaya çalışmak. (Benim için bu genel olarak Yeşilçam filmleri oldu mesela. Favori filmlerim olmasa da en hazettiğim şeyin oradaki sıcaklık olduğunu hissettim. Ne bileyim ya da Hollywood'un "zeka"sı çok hoşuma gider. Inception filmindeki karakterler daha canlı, daha yaşamdan, daha yerel tipler olsa. Klasik Hollywood kahramanları olmasalar. Ne bileyim Coen'lerin kahramanları gibi olsa mesela, en iyi filmlerden biri olur benim için.)
*Dertler edinmek gerek. Sorunlar görmek gerek. Bu, mahallenizdeki çöplere kafayı takmak demek. Mahallem neden bu kadar pis demek... Ya da ne bileyim, üst kattaki kadını kocası terk etti, kadın tek başına çocukla başbaşa kaldı, muhafazakr bu toplumda ne yapacak bu kadın demek... Tüm bu süreçler içinden en çok canınızı sıkan şey belli edecektir kendini. Yahu ne işimiz var 15 yaşındaki çocuk olarak mafyayla, gerçekten "mafya" görse altına sıçacak çocuğun mafyayla işi ne? Yok mu sevgilisi, kıl olduğu bir hocası, eğitim sistemiyle ilgili sıkıntısı. Bize bunların hikayesini anlatsın.
*İlk maddede söylediğim ile ikinci maddede söylediğim arasında bir birleşme işlemi gerçekleşecek. Eğitim sorunlarıyla kafasını bozmuş bir Christopher Nolan hayranının sınav sorularını hocasının zihninden okuyabilen bir öğrenciyle ilgili film yapmasını beklemek gibi bir şey çıkıyor ortaya bu birleşme sonucunda.
*Tüm bunları yapabiliyor olmanıza rağmen, kendizi tanıma sürecine girdiğinizde "yahu ben yönetmen değilim, buna kişiliğim uygun değil" diyebilirsiniz. Ben bu dördüncü aşamada takılıp kaldım hala. Yönetmen miyim acaba diyorum. Evet çektiğim filmlerin yöneteniyim belki ama bir yönetmen olmaya yeteneğim olmayabilir. Çünkü bu birçok beceriyi içinde barındıran bir şey. O zaman yapılacak şey, yahu ben ne konuda yetenekliyim sorusunu sormak olacak. Benim kendimi en yetkin gördüğüm şey "görüntü okuma"dır mesela. Bir görüntünün hissini, düşüncesini, politik duruşunu iyi okuyabildiğimi düşünürüm, ama o kadar. Bu benim yönetmen olmam için yetmez. Bırakın bunu görüntü yönetmeni olmam için bile yetmez. Sinema eleştirmeni olmam için de yetmez.
En iyi özelliğim bile yetmiyorsa, en kötü özelliğimle birlikte düşününce, ohooooo daha çooook yolum var diyorum. Ama belki de o yolun yarısında bir yönetmende mutlaka olması gereken bir özelliğimin olmadığını keşfedeceğim. O zaman bir daha denemeyeceğim.
Bu dört madde es geçiliyor... Bu dört madde es geçildiği anda kısa filmler kötü oluyor. Bu dördüyle ilgili soruyu sorduktan sonra ve dördüncü maddede "ne olduğunuza karar verdikten sonra" artık film alanına el atabileceğinizi düşünüyorum. Yönetmen olarak mı illa ki? Tamam. Gayet güzel bir istek, ama o zaman o ilk üç maddeye dikkat etmek lazım. Bundan sonrası da sabır.
Sabır... Ekip oluşturmak... Her işi kendin yapmamak... Sonra da teknik olarak donanımlı hale gelmek, bilgi sahibi olmak ve bu yukarıdaki maddelerin hepsinin sürekli devam eden bir süreç olduğunu pekiştirilmesi gerektiğini bilmek...