Bir süredir festivallerde ön elemeyi geçen ve ödül alan filmlere bakıyorum. Özellikle son 5 6 yıl içinde şöyle bir gelenek oluşmuş durumda, köyde, taşrada, doğuda geçen bir filmin varsa ve kürtçe bir film yapıyorsan tamam. Birinci oldun demektir. Festival jürilerinin kürtlük, kürtçe konularına dürüst bakmadığını düşünüyorum bu yüzden. Kaldı ki, bu filmlerde kürtlerin yaşadığı bir sorunu anlatman da beklenmiyor, herkesin yaşayabileceği bir sorunu sadece yönetmen kürtçe çekmeyi tercih etmiş diye birinci oluyorlar..
Ön elemeleri geçen filmleri izleyemiyoruz pek fakat hepsi fragmanlardan göründüğü kadarıyla teknik açıdan sorunsuz filmler. Bunların içinde senaryo olarak iyiler de kötüler de vardır elbet ama yıllardır hiç mi kentli, türkçe bir film birinci olacak kadar iyi olmadı? İçinden köy kasaba geçmeyen filmde anlatacak hiçbir şey yok mu? Bir tek buralarda mı sorun var?
Bu filmleri çekmenin de dürüst olmadığını düşünüyorum. Sırf fotoğraf yakalamak ve sırf festivaller buna prim veriyor diye taşrada geçen filmler, sırf kabul görüyor diye kürtçe olan filmlerin gelenekselleştiği bir festival ortamı var.
Madem öyle iki kategori yapsınlar mesela, kürtçe filmler ve türkçe filmler diye.
Sizler bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz?
Kısıtlı imkanlarla çekilebilecek, insanları etkileyecek, ilgisini çekebilecek bir kısa film nasıl olmalı sorusunun cevabı önemli. Ortam olarak şehirde geçen bir kısa filmi düşünürsek, iyi bir hikaye için mekan, dekor, kostüm, ışık vb. konularda masrafa girmek kaçınılmazdır. Hikaye çok iyi olursa yine bir nebze görsel unsurlar belki göz ardı edilebilir. Taşrada çekilen filmlerde ise doğal mekanlar, dekorlar, kostümler vb. sinematografik açıdan yönetmenin hareket kabiliyetini artıran doğallıklar var. Hikaye çok iyi olmasa bile, hatta bazen vasat bir hikaye bile olsa, etkileyiciliği sağlayabilecek türden görüntü ve seslerle insanların ilgisi ve beğenisi kazanılabilinir.
Farklı olanı sunduğunuz zaman bir karşılık alabilirsiniz. Kürtçe olayı da bence bununla alakalı.
“The first draft of anything is shit.” Ernest Hemingway
ben kürtlerin türklerden daha fazla film çekmesini istiyorum. bu ülkede yıllardır çözülmeyen büyük bir sorun var ve sinema iki halkın birbirini anlama konusunda fazlasıyla aracı olabilir.
filmlerini çok beğendiğim 1-2 kürt kısa filmci var. aralarında sabırsızlıkla yeni film çekmesini beklediklerim bile var. ama çoğu bence de dürüst değil. en basit olarak sinema dilleri bile aynı. sanki bütün filmleri aynı yönetmen çekmiş gibi. bu uzun metrajda da böyle. festivalde 10 film varsa bunun 7 tanesi minimalist olur mu? yurtdışındaki festivallere bakıyorsun çeşit çeşit filmler var. ama türkiye'de herkes minimalist. herkesin en sevdiği yönetmen tarkovsky. ayrıca minimalizmi de tam anlamıyla yapamıyorlar bence. yani taşrada geçen, uzun planların olduğu her film minimalist değildir. mesela kış uykusu'nu o uzunluğuna, olağanca duranlığına rağmen gözümü kırpmadan izledim. bi 3.5 saat olsa da izlerdim. ama geçende ülkenin önemli bir film festivalinde en iyi film ödülünü almış bir filmi izlemeye çalıştım. dayanamadım afakanlar bastı ki filmi hızlandırmayı bile denedim. mesela filmin ilk planında bi kadın otobüsten iniyor. kadrajdan çıkana kadar yürüyor. başka bir uzak plana geçiyor yine kadrajdan çıkana kadar yürüyor. filmin ilk 3-4 dakikası kadının uzak planlarda yürüyerek evine gitmesine ayrılmış. bence bu minimalist sinema falan değil. bildiğin sulandırılmış sinema.
ülkedeki kısa filmler de haliyle bu üslupta oluyor. dediğim gibi kürtlerin kendi sorunlarını anlatan filmler çekmesini gerçekten istiyorum ama bu minimal sinema takıntısını anlamıyorum. gerçi bu türkçe film çeken arkadaşlarda da var ama kürt filmcilerde daha ağır basıyor. yani bence sorun minimal sinema anlayışıyla ilgili daha çok. ondan sonra insanlar ödüllü filmeri izlemiyor oluyor. minimalist olcam diye de insanlara işkence etmemek gerek. sadece niteliksiz aşk ve komedi filmlerine giden büyük bir kitle olsa da iyi bir filmi insanlar izliyor. ama iyi film=minimalist film değildir. malesef festivaller böyle düşünmüyor sanırım.
Tute söyledikerine katılıyorum. Ekol gibi görünen ama çarpık bir durum olarak özetliyorum ben bu konuyu. Bahsettiğin minimalizm bir damgaya indirgenmiş durumda Türkiye'de ve özellikle kısa filmde. bu yönetmenler yalnızca bir şablon kullanıyorlar ve ben senin aksine bunların, bunlar türk ya da kürt yönetmen de olabilir, kürtlerin yaşadığı sorunları aktarmada da dürüst olmadıklarına inanıyorum çünkü bir hassasiyet kazanmış olan bu tema da şablonun bir parçası. Bu durum nasıl ortaya çıktı, sorusunun cevabını da festivallerin tamamen ticari faaliyetler olmalarına ve arthouse denilen sinemaya sahip çıkıyormuş gibi görünmesine rağmen bizzat bu kurum ve faaliyetlerin de başka bir ticari sinema yarattığını düşünüyorum. Jüri kadrolarına çok dikkat ediyorum ve bazen inanamadığım kadrolar görüyorum. Özellikle kısa film jürileri bir filmin diğerinden daha iyi olduğuna karar verecek donanıma sahip olmayan insanlardan oluşuyor. Bu kişiler de şöyle bir mantık izleğinden geçiyoarla, burası bir film festivali, burada ödül alan filmler nasıl filmler, elbette minimalist filmler, elbette kürt sorununu, taşra yaşantısını anlatan filmler, bakalım burada taşrada geçen, kürtçe olan, ağır sekanslara sahip filmler var mı, var evet bu en iyi film.
Hal böyle olunca böyle film çekmek gerekiyor. Minimalizm de anlaşılamamış bir kavram Türkiye sinemasında.
minimalist filmler büyük olayların olmadığı ama her an yaşamakta olduğumuz acınası hayatlarımıza bir değer katan filmlerdir diye düşünüyorum. iyi bir minimalist filmi izledikten sonra yaşadığım hayatı biraz daha kucaklıyor, biraz daha seviyorum. herkesin benim gibi olduğu duygusu içimde güçleniyor. yani minimalist filmler muhteşem bence ve dediğiniz gibi adamın yürüyüşünü çekmek değildir ama yürüyen biri bir anlamda dürüst biridir yani bir nevi trans hali. yani duygularını göstermek için iyi bir fırsattır yürüyen birini çekmek
örneğin şurada bunu düşünerek yürüttüm arkadaşımızı (çekmekte olduğum kısa filmden bir parça) :
(araba süren birini çekmek de öyledir mesela, çok güzel bir iran filmi vardı hatta, araba kullanırken çekilen boşanmış bir anne vardı filmde, arabaya birileri binip iniyor onlarla konuşuyordu...)
not: mesajı yazdıktan sonra denk geldi, bu duyguyu gösterme işini traffout bisiklet sürdürerek yapmış mesela, çok da güzel yapmış 😀 :
bunu aynanın karşısında yaptıranlar da var ya da tuvalette vs.. sanırım burada amaç kişiyi yalnız bırakmak. çünkü karşısında biri olsa duygusunu gizleme eğilimine girecek insan...
Bu arada kız 2,5 dakika bisiklet sürüyor ancak sahne hiç sıkıcı değil çünkü onun karakterini duygusunu tanıyoruz bu süreçte. çok iyi inşa ediliyor...
Tabii ki eleştirilen nokta minimalist sinema değil. Birini istediğiniz kadar yürütebilirsiniz, sizin neyi nasl anlattığınıza bağlı. Tarkovski bomboş evde 5 dakka dolaştırabiliyor bizi, bela tarr dakikalarca yürütüyor iki insanı. Konu da minimalizm değildi aslında. Hissettiğim bir sahtelik hakkında açmıştım başlığı ama şimdi düşününce niye açmışım ki dedim. Zaten ne gerçek ki bu konu da gerçek olsun:)
Bugün bu konunun tartışmasını bir bayan arkadaşla yaptım. Ve bu başlığı da şu an okuyabiliyorum. Festivallerde ödül alan filmlerin kürtçe olması konusunda "barış süreci ve sonrasına bizleri hazırlama" gibi bir sebep sundu arkadaşım. İlgincime gitti tabi.Ben bu konuda fikir beyan edecek olursam -tamamen siyasetin dışında ve sevmeyen birisi olarak- kürtçe filmlerin insani şeyleri izlemek adına desteklenmesi gerektiği kanısındayım.Misal; Hakkari'de "çocuk gelin" temasını eleştiren bir kısa film, ordaki halktan insanları oynatarak çekiliyorsa ben filmin yapımında emeği olan herkesin alnından öperim.Bu bir özeleştiridir ve kendi dilinde yapılması daha da olumludur. Ben 9 yaşından sonra batı illerinde büyümüş biri olarak, uzun yıllar boyunca tv'lerde karadeniz ve güneydoğu insanı hakkında genel anlamda hep olumsuz şeyler izledim. Güneydoğu insanı; Silah, adam vurma, berdel,töre cinayeti,uyuşurucu gibi şeylerle birlikte gösterilip tekkaş ve kirli gür sakallı olarak karikatürize edildi dışarıdan ve üstten bakan bir gözle. Karadeniz insanı ise; şive komikli, aklı üç kağıda çalışan,nataşalarla haşır neşir,ya da aklı çok çalışmayan; uzun burunlu, sarışın ve renkli gözlü insanlar. Kürtçe filmler konusunda; sıradan her insanın yaşadığını anlatan filmler dahi olsa ödül alması, bence değerlendiren jürinin "kardeşim" dediği insanların hayatına dair insani şeyleri yeni yeni öğreniyor olmasından kaynaklanıyor. Üstelik;onların kendi dillerinden, oyunculuklarından ve yönetmelerinden. Ben, ülkedeki her kesimin kendi en basit değerlerini dahi daha çok kendi oyuncularından,dillerinden,yönetmenlerinden vs izlemek isterim açıkçası.Çünkü; herkes kendi sokağını daha iyi bilir. Bu durum çok uzun sürmeyecek kanımca. Farklılıklar artık bilinir olmaya başladığı noktada da "kürtçe,taşra= ödül" durumu ortadan kalkacak ve daha çekişmeli festivaller izlenecektir.