Her ne kadar McKee'nin kitabını okuyup bitirebilme başarısını gösteremesem de hazır İstanbul'a gelmişken kendisinden bir görsel sunum izlemek çok iyi olur diye 3 seminerine de katıldım. Çok memnun kaldım.
Yaşamı sadece senaryo veya sinema olarak düşünmeyen kişiler için bile bence çok yararlı deneyimlerini dinlemek, özel olarak yanına gidip fikirlerini almak çok büyük bir fırsattı diye düşünüyorum. Üstelik yurt dışında 3 seminerinin her birine 500 dolar civarında ödeyenlere göre de burada ücretsiz olması (ücretsiz kahve, çay, kurabiye, öğlen sandviç ve içecek ikramlarına ek olarak) ayrı bir avantajdı.
Seminerle ilgili bulduğum bir yazıyı da eklersem belki de daha bilgilendirici olur:
İstanbul’dan Hollywood’un efsane senaryo gurusu Robert Mckee geçti
Bünyamin Soyupak
Dünyanın en yetkin senaryo hocalarından biri, Amerikalı senaryo gurusu Robert Mckee, 4. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali kapsamında, İstanbul’da seminer verdi.
Bilen bilir, Mckee’nin “Story” yani “Öykü” adlı kitabı, senaryo yazarları için, kutsal kitap niteliğindedir. Öğrencileri arasında, Yüzüklerin Efendisi serisinin yönetmeni Peter Jackson, oyuncu Geoffrey Rush gibi isimlerin yer aldığı efsane hoca, üç gün boyunca, yazarlarla ve yazar adaylarıyla bir araya geldi.
Organizasyona başvurular internet yoluyla yapıldı ve ben de şanslı davetliler arasında yerimi aldım. Gerçekten kendimi şanslı hissettim çünkü; herkes gibi ben de Mckee’nin “Story” adlı kitabının Türkçe çevirisini aramış, sahafların bile altını üstünü getirmiş, ama kitabı bulamamıştım. Kendisini kanlı canlı karşımda görünce, açıkçası çok heyecanlandım ve alabildiğimce bilgiyi hem beynime hem de defterime depoladım. Ne de olsa beyin bedava!
Mckee’yi Türkiye’ye getirten ve bu güzel etkileşimi sağlayan, festival görevlilerini de gerçekten tebrik etmek gerekiyor. Öğle yemeğinden, sınırsız çay kahve servisine, simültane çeviriye kadar her şey dört dörtlüktü. Özetle, yayında ve yapımda emeği geçen herkese teşekkür ediyor, ayrıntılara geçiyoruz.
MCKEE: “N’APTINIZ KARDEŞİM, ÖYLE DİZİ Mİ OLUR?”
Mckee hocamız, bizde dizilerin 32 hafta yayınlandığını öğrenmiş ve bu onu oldukça şaşırtmış. Özetle, senede 8-10 bölüm yayınlanan Amerikan dizilerini baz alan senaryo gurusu, “32 hafta yayınlanan dizilerden bir cacık olmaz, yazarlar klişelerden kurtulamaz” dedi. İki saat dizi mi olur, demedi, oralara hiç girmedi bile, gerisini siz düşünün. Mckee’ye göre, komediler yarım saat, diğer türdeki diziler en fazla bir saat olmalı. Bizim seyircinin dişinin kovuğuna bile gitmez o süre dediğinizi duyar gibiyim. Yaratıcılık da bardaktaki çayı tazeleyene, tabaktaki elmayı soyana kadar bize yeter, fazlasına gerek yok.
Sonuçta bir şey kaçırmayalım, gerisi kolay. Karakterlerimiz, uzun uzun bakışsınlar, güzel güzel süzüşsünler istiyoruz biz. Yan yana yürüsünler, birbirlerini 236. bölüme kadar anlamasınlar istiyoruz. Yani efsane hocanın matematiğinin, bizim dizilerle uzaktan yakından alakası yok. Ama biz yine de başarılı senaryoların olmazsa olmazlarından, bu işin formülünden biraz bahsedelim. Efendim, iyi adam, kötü adam çatışması çok önemliymiş. Seyirci iyiyle özdeşleşmeli, kötüye de nefretini kusmalıymış. Sahnelerin anlamlı bir bütünlük içinde olması lazımmış. Gereksiz hiçbir sahnenin senaryoda yer almaması gerekiyormuş. Bütün iyi senaryoların ortak özellikleri, gerilimin yavaş yavaş tırmanması ve sonuca ulaşmasıymış. Bir bölüm hikayesinde, birden çok yan hikaye olması, seyirciyi işin içine daha da çok katarmış. Efendim, finalde seyirciye kanca atmak, yani onu “önümüzdeki hafta da bekleriz” ayarına getirmek ise ana kuralmış.
DİZİ DEDİĞİN “SOPRANOS, BREAKING BAD” GİBİ OLUR!
Robert Mckee’nin seminer boyunca dilinden düşürmediği üç dizi vardı. Sopranos, Breaking Bad ve Yaprak Dökümü…İzlese kesin hastası olurdu ama Yaprak Dökümü değildi ne yazık ki! İzlenme rekorları kıran başka bir Amerikan dizisi, Law and Order’dı. Ben şahsen, Law and Order dışındaki, diğer ikisine aşinayım. Yukarda saydığımız nedenlerden dolayı bu diziler, oldukça başarılı olmuş ve tüm dünyada ses getirmiş yapımlar. Law and Order 20 sezon boyunca devam etmiş, varın gerisini siz düşünün. Diziye çocukken başlasan, bittiğinde evlenip çoluk çocuğa karışırsın o kadar uzun yani.
Bu dizilerin başarılı olmasının en önemli nedenlerinden biri de Mckee’nin söylediğine göre, derinlikli ve çok boyutlu (yönlü) yazılmış karakterler.
Tony Soprano ekseninde dönen, mafya ailesi hikayesinde, yani Sopranos’ta, James Gandolfini harikalar yaratmıştı. Bu dizi izleyici kadar, eleştirmenlerin de müptelası olduğu bir işti. Breaking Bad ise, son zamanlarda ortalığın tozunu attırmış, sıradışı bir başka yapımdı. Ama sevgili arkadaşlar, gavur bu dizileri yaparken işi şansa bırakmıyor. Size, Tony Soprano (Sopranos) karakterinin, 22 boyutlu, Walter White (Breaking Bad) karakterinin 32 boyutlu olduğunu söylesem ne yaparsınız? Robert Hoca söylediğinde, ben az daha küçük dilimi yutuyordum. Hamlet bile bu kadar boyutlu, yönlü bir karakter değilmiş, tırtmış anlayacağınız. “Derinlikli karakterler yaratmadan, başarılı olamazsınız, seyirci dizinizi izlemez” diyor, senaryo gurusu. Bunun üzerine ben de oturup, Kiralık Aşk’taki Ömer(Barış Arduç) ve Hayat Şarkısı’ndaki Kerim(Birkan Sokullu)in karakterlerini inceleyeyim, boyutlarını sayayım dedim, sonra üşendim, “bana ne ya!” deyip vazgeçtim.
KÖTÜ BİR KEHANET: “TELEVİZYON ÖLECEK”
Vallahi de billahi de “Televizyon ölecek” dedi. Simültane çevirinin yalancısıyım. Aslında tam olarak öyle söylemedi. Meali şöyle; “Amerika’da artık bütün kanallar paralı. Parasını ödemeden bir şey izlemeniz neredeyse imkansız. Dünya da buraya doğru evriliyor. Yakında sizde de tüm kanallar paralı olacaktır, bildiğiniz televizyon ölecek” dediiiiiii! (Burada haber okuyan seslere gönderme yaptım)
Daha sonra da şunları eklediiiii! “Hatta reklamcılık bile ölecek. En azından televizyon için. Kimse reklam izlemiyor, özellikle de gençlerin hiç umurunda değil. Bence televizyondaki reklamlar, tamamıyla dijital dünyaya kayacak” Alın size, Hollywood’un kalbinden gelen, bilge bir hocadan, hiçbir yerde bulamayacağınız saptamalar. Kafaları çok karıştırmayalım bence. Ama herkes gibi, biz de yeni dünya düzenine ayak uydurmak zorundayız. Paraysa para! Ödeyip parasını izlemeliyiz. Yalnız ben yine de, akşam haberlerinden sonra, koltuğa gömülen amcaların, bağdaş kuran teyzelerin, kayınçoların, eniştelerin, para ödeyerek dizi izleyeceğine, kolay kolay inanamıyorum, inanasım gelmiyor. Yani en azından, bunun biraz daha zamanı var diye düşünüyorum. Ama belki de bizim dizi müptelası milletimiz, boğazından kısacak, üstüne başına almayacak, bir şekilde o diziyi izleyecek arkadaş. Neyse, bunun böyle olup olmayacağını zaman nasılsa gösterecek.
MCKEE’DEN ALTIN DEĞERİNDE ÖĞÜTLER…
Her sabah 07.00’de kalkıp, telefonun alarmını üç kez erteleyip, yine de o metrobüse binip, Halıcıoğlu durağında inip, Haliç Kongre Merkezi’ne kadar yürüdüm ya, ben demek ki bir şeyi sevince yapıyorum arkadaş. Gerçi dönüşte, direk Sütlüce’den Üsküdar’a geçtim şehir hatları vapuruyla, o açıdan hakkını yemeyeyim ulaşımın. Biz bu konuya nereden geldik, onu da anlamış değilim. Konumuza dönelim. Gerçekten iyi diziler izlemek istiyorsak, iyi senaristlere ve yazarlara ihtiyacımız var. Bu yazı sayesinde, hevesli birkaç yazara ulaşabilirsek ne mutlu bize. Orada olamayanlar için, Mckee hocamız, parayla satın alamayacağınız bir bilgiyi paylaştı, aynen aktarıyorum. “Buradaki herkes” dediiiii, “bir ay boyunca, en sevdiği dört filmi ya da diziyi, yeniden izlesin, nereleri gerçekten iyi, nereleri gerçekten kötü ve ‘ben bunu yeniden yazsam nasıl yazarım?’ diye pratik yapsın, bu sizi gerçekten iyi bir yazar yapacak” dediiiii…ve eklediiiii “Bu pratiği üç ay boyunca devam ettirin”…
Seminerden izlenimler
-Katılım Yüksekti
-Simültane çeviri başarılıydı
-Organizasyon eksiksizdi
-Mckeee geç kalanlara fena fırça kaydı
-Mckee 75 yaşına göre oldukça dinçti
-Mckee’ye sorulan sorular, organizasyona yakışmayan cinstendi
http://www.medyabey.com/istanbuldan-hollywoodun-efsane-senaryo-gurusu-robert-mckee-gecti/
Amerika ve Türkiye karşılaşılması gereksiz bir tartışma zira amerikada 1 saatlik bir bolum drama butceleri bizim dizilerin sezonluk bütçesine denk .
Amerikada bugün bizim örnek aldigimiz diziler paralı network kanalların dizileri bölüm başına kanala sağladıkları reklam ve abone gelirleri çok yüksek.
mckee tabii türkiye'deki durumu pek bilmiyor. burada mevzu iyi yazmak değil maalesef. hiçbir zaman olacağını da sanmıyorum. 32 hafta ya da 3 saat olması elbette zaten yazarı öldürür fakat 45 dakika olsa da nitelikli iş işlemiyor burada. halbuki biraz alan açsalar uyarlama da olsa çalıntı da olsa içinde azıcık derinlik barındıran şeyleri de izliyor seyirci. parayı dibine kadar kazanmak isteyen yapımcının belli komedi, romantik formüllerinden taviz verip ufacık da olsa risk alması gerekiyor. 150 dizide bir tane falan hafiften risk alınmış şeyler çıkıyor şu an. onlar da uyarlama oluyor genelde. ancak türkiyede iyi dizi yazan senarist yok klişesine katılmıyorum. oturup konuştuğunuzda bu insanların bir kısmı gerçekten çok donanımlı, profesyonel ve yazmaları gereken (yazdırılan) şeyin saçmalık olduğunu bilen kişiler oluyor. çok fazla bir kesimin de gerçek manada hiçbir teknik bilgi bilmeksizin senaryo gruplarında yetişmiş olduğunu görüyorum. işte orada 20 dakikalık malzemeyi köpürtün işte bunu deyip verdikleri için farklı bir senaryo geleneği oluşmuş durumda. bunun yanı sıra senariste birkaç istisna hariç alan bırakılmıyor. ortaya konan iş hem yapımcının hem kanalın hem de başrolün malı oluyor. saçma sapan bile olsa size gelip bunu böyle yapalım, şunu şöyle yapalım diyebiliyorlar.
Ben hiç yararlı bulmadım. Seyirci ve para odaklı yapılan işin kurallarından bahsetmiş. Sinemanın üretim kısmıyla ilgilenmeye başladığım zamanlarda heyecanla senaryo kitapları almıştım. Birkaç taneyi de dostlarım hediye etmişti. Hiçbirinin ilk üç beş sayfasından sonrasını okuyamadım. Her şey kalıp halinde anlatılıyor ve her şey seyirci için yapılıyor. Bu adamın anlattıkları da aynen öyle. İyi kötü çatışması olmalı, birkaç bilmem ne noktası olmalı, senaryonun sonunda düğüm çözülmeli. "İyi" senaryo/film nasıl oluyormuş biri anlatsın bana. "İyi"yi açıklasın biri. Hep Recep İvedik örneği veriliyor. Şimdi bu adamın dediklerine göre Recep İvedik iyi bir film. Ama Recep İvedik için kötü film diyenler de bu tür yazıları faydalı bulabiliyor. Filmin/senaryonun iyisi kötüsü, kuralı olmaz. Ya beğenirsin ya da beğenmezsin. Bunları kimseyi kastederk yazmadım, muhabbet olsun diye yazdım.
Olaya iki açıdan bakmak lazım sanat ve Ticaret .
Sanatsal olarak Nuri Bilge Ceylan en somut örnek karakter derinliği ,senaryo , ortam , estetik hepsi mevcut fakat gişede batmaya mahkum çünkü Türk izleyicisi profil olarak sinemaya sanat için değil eğlence için gidiyor.
Ticari olaya gelirsek burda sanatsal kaygılar islemiyor ama kalite belki one çıkabilir misal recep ivedik , senaryo ve sanatsal derinlik yok fakat izleyici profili eğleniyor buda gişe getiriyor.
Her ülkenin kültürel altyapısı ekonomik durumu farklı ,bugün türkiyede 1 sinema bileti 15 tl asıl sorun bu parayı harciyacak kişi ne izlemek için bu parayı harcar ? Eğlenmek mi sanat mi ? Bizde cevap eglence oluyor.
Tvye gelince olay tamamen maddi .
Prime time yani 20-23 saatleri en çok izleyici olan dolayısıyla en pahalı reklam alınan saatler.
Büyük bir kanalın günlük prime time reklam geliri maksimum ortalama 1 m dolar.
Bu yüzden kanallar bu tavan rakam üzerinden yatırım yapar . Diziler en net reyting getiren şey . Kanallar bu yüzden yapimcilara prime time dolduracak dizi süreleri talep ediyor buda bölüm başı 2 saat . Eğer 1 saatlik amerikan formatı uygulasalar gecede 2 dizi girmek zorundalar buda 2 katı maliyet demek .
Buda dizi sektöründe sorun yaratıyor yapımcılar her hafta 2 saatlik, normal bir filmden daha uzun dizi çekmek zorunda .reytinglerde gecenin 1.cisi çıkan bir dizi piyasada 500 bin dolara kadar çıkabiliyor.
Bu reyting alan belli başlı oyuncuların sivrilmesine sebep oluyor bunlarda bölüm başı 100 150 bin tl gibi fiyatlar talep ediyor .
Bu işte senaryo ,akıcı ve istikrarlı yazan senaristlere ihtiyaç duyuluyor. Onlarda maksimum 15 20 bin tl alabiliyor.
Ama rekabet çok fazla oyleki ana hikaye dışında o hafta reyting raporları dakika dakika incelenip hangi karakterin izleyici tarafından seviliyorsa onun rolü azaltilip cogaltiliyor .
Böyle olunca bizde izlerken bu dizideki bu karakter nasıl 5 bölümde bu kadar sapitti diyebiliyoruz.
Nuri Bilge Ceylan'ın yönetmenliğini yaptığı filmler gişede batabilir ama bu para kazanmadığı anlamına gelmiyor. Filmlerin hakları devrediliyor, dağıtımdan para kazanılıyor. "Bir Zamanlar Anadolu'da Kurgu Günlüğü" nde, dağıtımcının, "Bir Zamanlar Anadolu'da" nın Benelux (Belçika,Hollanda,Lüksemburg) haklarını, "Üç Maymun" un iki katına, hem de senaryoyu dahi görmeden, film bitmeden aldığından bahsediliyor. Filmin hangi ülkelerde gösterime girdiğine http://www.imdb.com/title/tt1827487/releaseinfo?ref_=tt_dt_dt adresinden bakabilirsiniz. Ayrıca festival gösterimlerinden ve ödüllerinden para kazanıyor. Adaylıklara ve ödüllere de http://www.imdb.com/title/tt1827487/awards?ref_=tt_awd adresinden bakabilirsiniz. Sonraki filmlerinden, daha fazla kazandığını sanıyorum. Nuri Bilge Ceylan'ı tanımam, filmlerini yaratırken önem verdiği ne bilmem ama yönetmenliğini yaptığı filmlere, tanıdığım herkes sanat filmi diyor. Yani ticari kaygıdan yoksun olduğu iddia ediliyor. Demek ki, sanat filmleri denilen filmler de para kazandırıyor. Sanat filmleri denilen filmlerin de festivalden para kazanma kaygısıyla yaratılıp yaratılmadığını bilemiyoruz. Dizilerin ticari boyutuyla ilgili söylediklerinizin çoğuna katılıyorum. Bu konunun sosyolojik boyutu düşünülmeli.
Evet mevzu bahis ticaret, para ve güç dengesi diyebiliriz ama iş sanata geldiğinde o parayla olmuyor kardeşim. gişe beklentisiyle film çekecekseniz elbette klişeleri verimli kullanıp düşük bütçeli, bol getirili işler yapacaksınız ama; ne yazık ki arkanızda, önünüzde ya da elinizde loca, isim veyahut adres yok ise o paracıkları unutacaksınız. Kimileri için değer oldukça farklı bir kavram. Ee her şeyin olduğu gibi buranın istisnaları var.
"Senaristlik, yönetmenlik ve yazarlığı iş kolu olarak görmek budalalık gibime geliyor. Kısacası ticaret dengesi milletin akli dengesine göre şekilleniyor; bizim teyze, amcalara dayarsın 120 dakikalık hikaye zilzilesini, reytingten götürürsün parayı. Formatmış, hikayeymiş, sanatmış hiç kimsenin umurunda olmaz. Ama artistliktende geri kalmazlar. Kafa atası geliyor insanın. Bu yüzden youtube gibi video servis sağlayacılarından yürüsem mi diye uzun uzun düşünüyorum.
(Kendime not)
Şimdi o bu değilde mevzu paraysa, gün gelir bulursun. Ama mevzu paranın ötesindeyse bırak çok kazanma, kimsenin uşağı olmayacak kadar kafi. Birde Porshe'ye binme abi, ölüncen mi yani?
Bazen.
Evet mevzu bahis ticaret, para ve güç dengesi diyebiliriz ama iş sanata geldiğinde o parayla olmuyor kardeşim. gişe beklentisiyle film çekecekseniz elbette klişeleri verimli kullanıp düşük bütçeli, bol getirili işler yapacaksınız ama; ne yazık ki arkanızda, önünüzde ya da elinizde loca, isim veyahut adres yok ise o paracıkları unutacaksınız. Kimileri için değer oldukça farklı bir kavram. Ee her şeyin olduğu gibi buranın istisnaları var.
Bu kısmı benim mesajıma cevap olarak mı yazdınız? Bir mesaja cevap olarak mı yazdığınızı, yoksa konuyla ilgili genel olarak fikrinizi mi belirttiğinizi anlamakta zorlanıyorum. Ayrıca, yazınızın bu kısmı ve devamı da pek anlaşılır değil.
Theo ;
Nuri Bilge Ceylan tabiki para kazanıyor ben kazanmiyor demedim ama bu göreceli bir kavram.
Şöyle söyleyim recep ivedik 4 ü türkiyede 6 milyon kişi izledi.
Filmin maliyeti 500 bin dolar . Şahan bu filmden 12 milyon dolardan fazla para kazandı . hiçbir festivale filmini satmadi 🙂
Nuri Bilge Ceylan 500 bin tl ye film çekip hadi abarttim 1 milyon dolar kazandı .
Zarar etmedi para da kazandı ama oran ortada , sanat filmi gişede batar dediğim buydu .
Ona bakarsan hasan Karacadağ adam 6 tane Dabbe filmi çekti sorsan oda para kazanıyor 🙂
Bu "sanat" filmi çektiğini iddia edenlerin mağdur edebiyatı yapması canımı çok sıkıyor artık. Zaten ben bu işten az kazanıyorum diye ortalıkta ağlayanların ticari kaygısı ortaya çıkıyor. Evet, sinema dışında bir şeyle ilgilenmek istemiyorum, bu durumda sinemadan para kazanmam gerekiyor denebilir ama ticari kaygılarla yaratılan filmleri ve zihniyeti aşağılayıp, ben de milyonlar kazanmak istiyorum demek ikiyüzlülük. Konuyu açan kişi kusura bakmasın, konu benim mesajlarımla farklı bir yere geldi.
Senaryo gurusu Steven Zailian'dır bana göre. Adam makine gibi, önden romanı veriyorsun arkadan senaryo olarak alıyorsun. Her şeyi sinema kompozisyonuna uyarlayabileceğini düşünüyorum. Öykülemedense senaryolaştırma, sadece betim ve replikle anlatım daha zor, bilindiği üzere.