Forum

Geleceği görebilmek
 

Geleceği görebilmek

8 Gönderi
4 Üyeler
0 Reactions
2,622 Görüntüleme
(@baco)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Sonuç / Filmin Etkileri

Film çekilip bittiğinde ve gösterimler yapıldığında olumlu olumsuz bütün yorumlar iyice dinlenmelidir. İzleyicinin fikirleri önemlidir. Yorumcuların filmden ne kadar etkilendiği önemlidir. En önemlisi ise seyreden kişinin yönetmeni ve senaryoyu tam olarak anlamasıdır.

Film ödül alabilir. Ama bu haliyle ödül alır. Acaba yönetmen bu halini mi yaratmaya çalışmıştı? Eğer istediklerini tam olarak yapmışsa ve seyirci aynı şeyi anlatıyorsa bu başarıdır. Ama seyirci filmde başka şeyler bulup, jüri bu filme değer biçmişse film yönetmen gözünden başarılımıdır? Yoksa bu bir tesadüf müdür?

Bütün bunların analizi film sonrası sonuçlara bakarak değerlendirilmelidir.

Bir film yapıldığında önemli olan film değil yönetmenin eğitimidir, acemiliğini atmasıdır diye düşünebilirsiniz. Size bir hikaye anlatarak filmin etkilerini anlatmak istiyorum.

400 Yıl Sonrayı Görebilmek.

Bir Mimar Sinan eseri olan Şehzadebaşı Cami'nin 1990'li yıllarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir inşaat mühendisi, caminin restorasyonu sırasında yaşadıkları bir olayı televizyonda şöyle anlatmıştı:

"Cami bahçesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler vardı. Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşaat edildiğini öğrenmiştik fakat tas kemer inşası ile ilgili pratiğimiz yoktu. Kemerleri nasıl restore edeceğimiz konusunda ustalarla toplantı yaptık. Sonuç olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalıp çakacaktık. Daha sonra kemeri yavaş yavaş sokup yapım teknikleri ile ilgili notlar alacaktık ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktık. Kalıbı söktük. Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık. Şişenin içinde durulmuş beyaz bir kâğıt vardı. Şişeyi açıp kâğıda baktık. Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu:

"Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum".

Koca Sinan mektubunda böyle başladıktan sonra o kemeri inşa ettikleri taşları Anadolu'nun neresinden getirttiklerini söyleyerek izahlarına devam ediyor ve ayrıntılı bir bicimde kemerin inşasını anlatıyordu.

Bu mektup bir insanin, yaptığı isin kalıcı olması için gösterebileceği çabanın insanüstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişamı, modern çağın insanlarının bile zorlanacağı taşın ömrünü bilmesi, yapı tekniğinin değişeceğini bilmesi, 400 sene dayanacak kâğıt ve mürekkep kullanması gibi yüksek bilgi seviyesinden gelmektedir. Şüphesiz bu yüksek bilgiler de o koca mimarin erişilmez özelliklerindendir. Ancak erişilmesi gerçekten zor olan bu bilgilerden çok daha muhteşem olan 400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur...

Eğer bir film yapıyorsanız bu ileride başınıza bela olabilir!...
Bir gün iyi bir yönetmen olarak tarihe geçebilirsiniz. Ancak bütün sinema öğrencileri sizi örnek alarak, sizin yaptığınız işleri merak edecek ve yaptığınız iş ortaya çıkacaktır.

Bugün yaptığınız filmden işte bu kadar sorumlusunuz.

Kaynak
Hayri ÇÖLAŞAN
http://www.kameraarkasi.org/yapim/cekimsonrasi/sonuc.html

- baço

 
Gönderildi : 31/08/2008 6:27 am
 iLAN
(@ilan)
Gönderi: 0
 

Bu hikayeyi daha önce de okumuştum. Gerçekten çok etkileyici bi olay, sinemayla bağlantı kurulması çok da doğru değil bence çünkü ben en iyi filmin bile 1 asırı aşabileceğini zannetmiyorum. Yani 2300 yıllarına geldiğimizde The Godfather'ı (Ben büyük filmler arasına koymuyorum ama genel olarak öyle görülüyo.) konuşan kimse olmayacak hatta bilen duyan bile olmaz bence.

Benim "Ben" dediğim bedenim mi, yoksa ben mi?

 
Gönderildi : 31/08/2008 8:11 am
(@aygunb)
Gönderi: 0
 

Vallahi simdi Hayri Colasan'a yalanci demek de istemiyorum ama bu Mimar Sinan ile cikan haberlerin asli astari yok benim bildigim kadari ile. Ozellikle Agustos depreminden sonra Temel fikrasi gibi turedi Sinan efsaneleri 🙂 Japonlu olanlari bile cikti yanlis hatirlamiyorsam. Almanlisi falan bile var galiba. Guzel Turkiye'mde bu hayal gucu oldukca zaten efsanelerden kafamizi kaldiramiyoruz. Birisini putlastirmazsak olmuyor zaten anasini satayim. Araplardan kalma bir huy mudur nedir? Yani Mimar Sinan isini severek ve bilerek yapan bir adamcagizdi. Ama Turkler icin yetmiyor bu. Illa olganustu olmasi lazim. Tabii canim, bizim toplumumuzda "gorevini severek" yapan bir adam bulmak imkansiz zaten. Nufus dairesindeki memure paydosa 15 dakika kala cikar gider daireden, vukuatli nufus sureti alamazsin; universitedeki hoca derse girmez piyasada is kovalar... Neyse pardon konu sapti...

Baco'nun anlatmak istedigi olaya katiliyorum tabii belli olculerde... Kamera bu, sakaya gelmez. Carpilirsin 🙂 Bin kere dusunup bir kere cekmek lazim, degil mi? Ama iLAN da dogru diyor yani, kalsaydi geriye Lumiere kardeslerin ilk gosterdikleri film kalirdi ("trenin gara girişi"). Onu bile izlemis olan kac kisi aramizda. Kasmaya gerek yok o yuzden 🙂

"It seemed the world was divided into good and bad people. The good ones slept better... while the bad ones seemed to enjoy the waking hours much more" - Woody Allen

Bayram Aygun

http://www.bayramaygun.com/" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 31/08/2008 11:52 am
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

Abi neler diyorsunuz bu nasıl bir anlayıştır. Bu kadar basit mi her şey?

Godfather'ı 2300 senesinde kimse hatırlamayacak demişsiniz. Lumiere Kardeşleri kaç kişi izledi demişsiniz. Doğrudur muhtemeldir. Fakat bir film, ya da bir eser hatırlandığı ölçüde mi değer kazanır? Kusura bakmayın ama böyle büyük eserler izlemeyenin ya da hatırlamayanın sorunudur. Eserin kendisi ya da sahibiyle hiçbir alakası yoktur. Ama istediğiniz kadar hatırlayın unutun, izlemeyin, onların sinemaya yaptığı katkıyı silemezsiniz.

Kurosawa'nın filmlerini kaç kişi izledi? Kaç kişi biliyor böyle bir yönetmenin varlığını hatta! Bugün bile unutulmuş bir efsanedir kendisi. Onu bilmeyenler onun filmlerini kaale almayanlar Star Wars'a taparlar mesela. Acaba Star Wars hangi filmden esinlenmiştir? Tabi ki Kurosawa'nın Hidden Fortress filminden. Tarantino bir film çeker. Kill Bill'dir ismi. "Vaş be sahnelere bak, dövüş sahnelerindeki özgünlüğe bak" deriz. 50 sene önce Kurosawa çekti aynılarını merak etmeyelim. Tarantino sadece arkasına Rock'n Roll parçaları koydu, biraz daha teknoloji kullandı o kadar.

Godfahter! İyilik ve kötülük kavramlarıyla ilgili izlediğim en iyi filmlerden biri. En kıytırık mafya filmi bile onun açtığı yoldan ilerliyor. Godfather'ı oturup sahne sahne inceleye inceleye bir izleyelim. Ondan sonra en kıytırık mafya filmini açalım. -Kurtlar Vadisi mesela- Emin olun ki Godfather'ın yarattığı anlatım ve teknikten (acemice de olsa) yararlanan onlarca sahne gösterirsin. Ben bile çektiğim bu son filmde -ki kimse bilmez burada açıklıyorum- bir sahnede direkt Godfather'a gönderme yaptım. Filmi yakında izleyeceksiniz. Soru şu: Godfather nasıl başlar? Özgür'ün sahnesi nasıl başlıyor?

Şaryo diye bir şey olmayacaktık hani o Lumiere kardeşler olmasa! Adamlar o zaman düşünüyorlar bunu. El arabası kullanıyorlar! Tramvay kullanıyorlar. Hayatımda izlediğim en iyi sahnelerden biri Lumiere kardeşlerin Afrika'da elinde bir ekmekle çıplak ayakla dolaşan bir çocuğu el arabasıyla çektikleri sahne. Çocuk şaşkın gözlerle el arabasını takip eder. Çok etkileyicidir. Boşveeeer! Hadi biz iki boru alıp şaryo yapalım. Lumiere kardeşler de kim? Kimse onların filmlerini izlememiştir bile?
Trenin gara girişindeki contrast'ı, prespektifi yakalayalım bakalım sıkarsa! After Effects'te
brightness&contrast atarak, 3D kullanarak olmuyor bu işler.
Bu insanlar 500 sene sonra kamera kullanacak adama kamerayı nereye koyacağını öğreten adamlardır.

Kubrick Space Odysey'i çekmeseydi Star Wars olacak mıydı? Spartacus'ü çekmeseydi Gladyatör olacak mıydı?

Kimsenin izledmediği yüz çevirdiği sıkıcı filmlerin sahibi Tarkovski! O bu kadar mükemmel göresllikler yakalamasaydı, nikon'un bilmem canon'un çıkardığı fotoğraf makinaları hakkında konuşacak mıydık acaba. Bunlar sadece ışığın gücüyle görselliğin ufkunu açan adamlardır!

Bir sürü şey sayarım daha böyle. İzlemeyin, unutun ne fark eder. Kameranızın record tuşunu, tripotunuzun ayaklarını, dur şu kaç para acaba dediğiniz her türlü ekipmanları bu adamlara borçlusunuz. Unutun, hatırlamayın. O yüzden kasmaya gerek de yok.

 
Gönderildi : 31/08/2008 2:47 pm
(@baco)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Bir dakka yahu konu nereye geldi amma tuhaf. Kezzap bence senin saydıkların tam olarak sinemanın mimar sinan'ları. Ben de aslında bunları demek istemiştim.

1 asırı aşan film var mı bilmiyorum ama sinemanın geçmişi zaten ne kadar ki. Mesela charlie chaplin'in sessiz filmleri bile değerlerini sonuna kadar korumaktadır bence. Sinemanın değerini box office ile hatta ve hatta oscar ile bile ölçüyorsak yanlış yaparız zaten. İnsana birşeyler katması yeter de artar. Kendini ifadenin görsel yolu...

Yalnız gönderdiğim yazı nasıl bu noktaya geldi de ucu after effects'e dayandı hiç anlamadım 🙂 Tam tersi bir yazıydı oysa (bence). Yaptığımız işler insana dair oldukça her zaman değerini korur.

aygunb: TV'de anlatmış adam öyle diyor. Sonuçta 1. ağızdan okuyoruz bunu inanmaya da biliriz elbette ama neden uydursun Hayri Çölaşan bunu...

Son olarak: Film yapan kişiye filminde yüklendiği sorumluluğu hissettirmek amacıyla yazılmış bu yazı diye düşünüyorum. Sonuçta biz kısa filmciler olarak imkanları zorlayan insanlarız. Bana sadece azim verdi bu yazı.

- baço

 
Gönderildi : 31/08/2008 5:13 pm
 iLAN
(@ilan)
Gönderi: 0
 

Yeni teknikler geliştirmek başka, filmin kalıcılığı başka bişey. O filmde kullanılan teknikler ilerde de hala kullanılan teknikler olacaktır illaki. Edison ampulü buldu, hala günümüzde ampül kullanılıyor, daha sonra floresanlar çıktı ama kimse hala edisonun ilk bulduğu ampülü kullanmıyor hatta kimse o ilk ampülün nasıl bişey olduğunu, ne kadar ışık verdiğini bilmiyor (araştırarak ulaşılmayacak bişey değil tabiki), kimse uğraşmıyor yani onu öğrenmek için. Kimsenin onu bilmemesi tabiki edisonun hatasından veya ileri görüşlü olmamasından kaynaklanmıyor. Edison amacına ulaştı sonuçta onu araştırmamak insanların vurdumduymazlığı belki ama sonuç böyle. İlk icat edilen bilgisayar da oda büyüklüğündeymiş mesala, şimi kimse oda büyüklüğünde bir bilgisayar kullanıyor mu? Herkes bilgisayar kullanıyor ama artık o ilk icat edilen bilgisayar tarihe karıştı. Anlatmak istediğim bu.

Benim "Ben" dediğim bedenim mi, yoksa ben mi?

 
Gönderildi : 31/08/2008 7:46 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

Yeni teknikler geliştirmek başka, filmin kalıcılığı başka bişey. O filmde kullanılan teknikler ilerde de hala kullanılan teknikler olacaktır illaki. Edison ampulü buldu, hala günümüzde ampül kullanılıyor, daha sonra floresanlar çıktı ama kimse hala edisonun ilk bulduğu ampülü kullanmıyor hatta kimse o ilk ampülün nasıl bişey olduğunu, ne kadar ışık verdiğini bilmiyor (araştırarak ulaşılmayacak bişey değil tabiki), kimse uğraşmıyor yani onu öğrenmek için. Kimsenin onu bilmemesi tabiki edisonun hatasından veya ileri görüşlü olmamasından kaynaklanmıyor. Edison amacına ulaştı sonuçta onu araştırmamak insanların vurdumduymazlığı belki ama sonuç böyle. İlk icat edilen bilgisayar da oda büyüklüğündeymiş mesala, şimi kimse oda büyüklüğünde bir bilgisayar kullanıyor mu? Herkes bilgisayar kullanıyor ama artık o ilk icat edilen bilgisayar tarihe karıştı. Anlatmak istediğim bu.
Yukarıda yazdıklarımda o yönetmenlerin sadece "teknik" geliştirdiklerini iddia etmedim. Hatta böyle bir şeyi hiç iddia etmedim. Bu insanlara sinemanın felsefesini borçlu olduğumuzu söyledim. Yani elbette Lumiere kardeşler gibi şaryo kullanmıyoruz, ama şaryo bir cihaz olmanın da ötesindedir. Bir teknik terimden öte sinematografik bir terimdir. İçinde bir anlam vardır. O nedenle teknik ne kadar gelişirse gelişsin dünyanın en süpersonik şaryosunu da yapsan, steadycam'ini de yapsan bunların hizmet ettiği felsefe üzerine bir teknik geliştirmişsin demektir. Yani felsefeleri baki kalır. Üzerinden 500 sene de geçse 1000 sene de geçse hala sinematografik anlamlara tabi olacağız. Dolayısıyla farklı bir alana evriltecek olursak konuyu, istediğin teknolojiyi kullanarak bir cami inşaa et herbir taşında Mimar Sinan'ın emeği vardır!

After Effects mevzusuna gelince, ben elbettki After Effects'e ya da teknik gelişimlere karşı değilim. Söylemeye çalıştığım şey, After Effects'de efekt kullanarak yaratmaya çalıştığımız etkileri bundan çook önce yaşayan ustalara borçluyuz. Bilincinde olmamız gereken bu.

 
Gönderildi : 31/08/2008 8:39 pm
 iLAN
(@ilan)
Gönderi: 0
 

Farklı şeyler söylemiyoruz aslında. Bugünki felsefeyi, sinematografiyi o insanlara borçlu olabiliriz ama geliştirmediğimiz zaman, daha iyileri olmadığı zaman o insanların emeği boşa gitmiş olur. Ben de diyorumki, en iyi anlıktır, daha iyileri mutlaka olacaktır ve onlar tarihte birer sayfa olarak kalacaklardır. Aradan geçen zaman o insanların verdiği emeği, kurdukları felsefeyi değiştirmez ama o felsefeyi oluşturmak için çektikleri filmler unutulabilir, çünkü daha iyileri olacaktır, o felsefeyi daha iyi temsil eden filmler çıkacaktır.

Benim "Ben" dediğim bedenim mi, yoksa ben mi?

 
Gönderildi : 31/08/2008 9:06 pm
Paylaş: