Bir andan tiksindim kendimden aslında.... 🙂
Sanki böyle Atilla Dorsay ya da Uygar Şirin gibi devasa bir "filmler üzerine yazma" kariyerine sahipmişim de artık bu işin felsefesini, hissiyatını incelemeye hakkım olmuş hatta bunlar üzerine ahkam kesmem normalmiş gibi bir tablo çıktı ortaya. Ama aslında tabii ki alakası bile yok, sadece üzerine birşeyler karalamaya ihtiyaç duyduğum bu konu gerçekten filmler üzerine yazmanın en zor tarafını teşkil ediyor benim için. Ve bu durumun, birer sinemasever olarak da hepimizi etkilediği kanısındayım. Hatta zamanında bu konuşulmuştu bile forum sayfalarında.
Esas konuya geçmeden önce biraz yolunu yapayım izninizle:
Gerçek bir sinemaseversen (kimine göre de bir "sinefil"sen) hemen her türlü filme, akıma, türe/alttüre ilgi duyarsın. Favorilerin olabilir, eğilimlerin olabilir ama neticede sinema kendi başına bir sanattır ve sinemanın diliyle iletişim kurmak sinemacı kadar sinemaseverin de ihtiyaç duyduğu birşeydir. Biri iki saat laf anlatsa onu dinlemeyiz biz sinemaseverler belki. Ama hayatımızda sayısız 2 saatlik film izlemişizdir.
Hele hele bir sinema yazarı tarafınız var ise.... Sitemiz üyelerinin birçoğu zaman zaman gayet bir sinema yazarı olduklarını gösteren metinlere imza atıyorlar burada, rahatça görüyoruz. Ben de, amatörce de olsa birşeyler karalıyorum sürekli. Bu da hastalık. arkadaşlardan biri gayet bayağı "abi manyak mısın sen? Kısacık bir kısaya bu kadar yazmaya ne gerek var?" gibi birşeyler söylemişti. Bu açıklanır birşey değil ki. Yazıyorum işte.
Peki bir sinema yazarı olarak tür/alttür, akım, eğilim, üslup vs. ayırma lüksümüz var mı? "Ben sadece formalist sinemadan anlarım, onun üzerine yazarım!" Var mı böyle birşey? Yok. "Ben minimalizme hastayım. Geri kalan sinema beni ırgalamaz!" Var mı böyle bir lüks? Yok. Sinema yazarı mısın? Çok afedersin eşek gibi bileceksin tüm akım, eğilim, üslup, dönem vs'yi. Sevme, tiksin istersen. Bileceksin. Belki kişi kendine tek bir opsiyon sunabilir fikri de yanlış olmayabilir. (Ben bunu hakkımı "şiddet ve pornografisi" üzerine kullanıyorum. Pasolini izlemedim hiç, izlemeyeceğim de örneğin. Şiddeti işleyen, resmeden, masaya yatırırken hoyrat olan hiçbir görsel malzeme benim menzilimde değil) Bir istisna olaraktan. Ama sevmek gerekmiyor, ilgi duymak gerekmiyor. Romentik komedilere delice ilgi duyup başka hiçbir türe ilgi duymayan kişi bir sinemasever olarak isimlendirilemeyecek ise belirli bir akımı, dönemi, tarzı iyi bilen de sinema yazarı olarak anılamaz.
Buradan hareketle her sinema yazarı, her türlü film üzerine inceleme, eleştiri yazabilir. Yazabilmelidir. Gelelim başlığımızın kast ettiği şeye: Ya sinema yazarının izlediği film, hiç ama hiçbir açıdan "onu ilgilendiren birşey anlatmıyor ise?"
Aslında bu, içinde çelişki barındıran bir söylem. Sinema yazarı için hiçbir sinema ürününün kendisi ya da içerdikleri, sinema yazarının menzili dışında olamaz. Ama bu da ayrı bir sorun. Çünkü sinema, insanların dünyaya baktığı bir pencere ise, pencerenin camının, çerçeversinin şekliyle, biçimiyle, kalitesiyle istediğin kadar ilgilen o pencere biryere açılmaktadır. Ve o açılan yerle muhatapsındır. Pencere tasarımcısı, çerçeve imalatçısı, pencere fabrikası kalite kontrol departmanı şefi olman, pencerenin açıldığı yerde olanlarla muhattap olmaman lüksünü sağlamaz sana. Aksiyon görselliği ile porno izlersen heyecan yapmaz tahrik olursun. KOrku görselliğiyle komedi izlersen korkmaz gülersin. Kapkaranlık bir aşk filmi izlersen de en fazla "bu neden karanlık yahu?" der anlam veremezsin görsel dokuya. İçini karamsarlık sarmaz, konu yine aşktır. Karanlık Se7en'da yerindedir. Heyecan Face Off'ta. Tahrik edicilik Emmanuelle'de.
Her sinema ilgilenicisi, sinema penceresinden biryere bakıyordur. Yağmur yapıyorsa, soğuk geliyorse pencereyi kapatıp izlemeye devam etmek ister. Bahar havası geliyor ise açıp. Gelen havaya göre pencereyi kullanmak ister. O pencere kendine hizmet etmiyor, sizin dışarıyı güvenli ve konforlu biçimde izlemenize olanak veriyordur.
Türkçesi: İstediğiniz kadar sinema yazarı eleştirmen olun aynı zamanda bir sinemaseversiniz. Ve dramatik sanatlara ilgi duyan bir günümüz insanısınız. (İstediğiniz kadar entel dantel olun, o entelliğiniz bir yanınızdakinin sizin kadar birikimli olmaması ile ilgili. Sizin filmle bağınızla ilgili değil) Duygularınız, kişiliğiniz, anlıarınız, fikirleriniz var. Ve bunların inşa ettği bir bireysiniz. Ve bir insan olarak zerre umrunuzda olmayan birşey anlatan film de bir sinemasever ya da sinema yazarı olarak umrunuzda olmuyor. Ama bu sefer de gönül koyduğunuz bir şeye ihanet.... demesek de...... "sırt dönmüş" gibi oluyorsunuz. Beceremese de, "görüntüyle birşeyler anlatmak isteyen herkes" sizin menzilinizde. Eğer öyle değilse "sinema yazarıyım" demeyeceksin. (Birikim ve ulaşılan mertebe olarak değil, amaç ve niyet olarak) Senin sevdiğini anlatanı ya da seninle dilayog kurabileni izleyip aksi durumdakini umursamamak olmaz.
İşte bu durum da biraz sizi "her b.ka maydanoz kişi" yapıyor. Yani sinema herşeyi anlatıyor ise, sinemanın anlattığı herşeyle de ilgilenme zorunluluğu. BAkın pencerenin biçimi, kalitesi falan değil. Herhangi bir sinemasal öge değil. Sinemaya malzeme olan herşeye ilgi duyma zorunluluğu. HErşey sinemaya malzeme oluyor ise de ortaya çıkan durum: Sinema yazarı herşeye ilgi duyan kişidir!
Çok afedersiniz ama: Yuh ve çüş! Bunu kime diyorum bilmiyorum? Herhalde kendime. Sadece konu üzerine zihin jimnastiği yapıyordum ki bu noktaya, kabul etmemin çok zor olduğu bir noktaya vardım. Ve gerçek bir şaşkınlık içerisindeyim. Biryerlerde yanılıyor olmalıyım, lüften bana bunu gösterin. Çünkü bu durum/çelişki/rahatsızlık/sonuç beni cidden rahatsız ediyor.
Her tür sinemayla muhattap olma zorunluluğu, sinemanın anlattığı herşeyle muhattap olmayı gerektirmektedir. Bu da zaten neredeyse var olan herşeydir!
Bu doğru mu gerçekten?
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
...
Her tür sinemayla muhattap olma zorunluluğu, sinemanın anlattığı herşeyle muhattap olmayı gerektirmektedir. Bu da zaten neredeyse var olan herşeydir!
Bu doğru mu gerçekten?
Bu doğru gerçekten. Sinema hayatınızı şekillendirmeye başlamışsa elbette doğru. Yazının geneline de tamamen katıldığımı söylemeliyim. Sinema yazarı her türde yazabilmelidir. Bir tarz oluşturabilmişse, korku da yazsa, romantik komedi de yazsa kendine has üslubuyla o yazının hakkını verir. Birbiriyle etkileşim içinde olan o kadar çok şey var ki. Filmi çözümlerken bunlar çok yardımcı olur. Tabi esas temel insan davranışları olduğu için az da olsa psikoloji bilmek çok işe yarar. Freud, Jung, Lacan üçlüsünü kabaca bilmek bile çok şey kazandırır bir sinema yazarına. Zizek de, Baudrillard da, Ulus Baker de vs. filmler üzerine çok çözümlemeler yapmıştır. Anlayabildiğimiz kadarıyla okumak, takip etmek çok faydalı olacaktır. Bir de okuduğumuzu anlayabildiğimiz ölçüde zevk almaya başlarız; önümüzde yeni ufuklar belirir. Sinema yazarı her şeyden beslenmek zorundadır. Takip etmek zorundadır. Saatlerce youtube başında 5 sn.lik bir görüntü için vakit harcayabilmelidir.
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Bir andan tiksindim kendimden aslında.... 🙂
İşte bu durum da biraz sizi "her b.ka maydanoz kişi" yapıyor. Yani sinema herşeyi anlatıyor ise, sinemanın anlattığı herşeyle de ilgilenme zorunluluğu. BAkın pencerenin biçimi, kalitesi falan değil. Herhangi bir sinemasal öge değil. Sinemaya malzeme olan herşeye ilgi duyma zorunluluğu. HErşey sinemaya malzeme oluyor ise de ortaya çıkan durum: Sinema yazarı herşeye ilgi duyan kişidir!
Her b.k a maydonoz oluyozda ne oluyor. bir teşekkür bile edilmiyor ...
Yaş, milliyet yada özgeçmiş önemli değil; önemli olan söyleyecek bir şeyin olması.
^^KYKGM^^
Seneler öncesinde fakültenin birinci sınıfında Türkçe dersine giren bir hocamız vardı.Edebiyata olan ilgisiyle,ileride bir roman yazarı olmak hayali ve isteği ile bu mesleğe girdiğini anlatmıştı.Ancak bu işlerin aslında hiç de sandığı gibi olmadığını görünce vazgeçmek zorunda kaldığını üzülerek ifade etmişti.
"Eğer bir roman yazarı olmak istiyorsanız esas konunuz hakkında çok derinlemesine hatta akademik uzman düzeyinde bilgi sahibi olmanız gerek.Hatta hemen her konu üzerinde ortalamanın üzerinde bilgiye sahip olmalısınız.Psikolojiden,tarihe,coğrafyadan siyasete,antropolojiden arkeolojiye,teolojiye,felsefeye,matematiğe,kimyaya kısacası insanlıkla iligi,evrenle ilgili herşeye en azından bir miktar hakim olmalısınız.Ben filanca konudan hiç anlamam.İlgi alanıma girmiyor ki deme lüksünüz yok.." derdi.
Bunu yapabilmenin sanıldığından zor olduğunu kendisinin de bunu gözü yemediği için hayalinden vazgeçmek zorunda kaldığını anlatmıştı.
Oysa ben bu gün bakıyorum.Kitap raflarında yüzlerce yazarın binlerce romanı.Nerdeyse önüne gelen bir roman yazmış bu dünyada.Ama çoğu okunmaya değer mi bilmem de bunları gördükçe hocam gelir aklıma ve "çabuk pes etmişsin be hocam" demekten alıkoyamam kendimi.
Demek ki sinema yazarlığı da biraz buna benziyor.Pek çok konu üzerine birikim gerektiriyor.Belki işin güzelliği de biraz buradan kaynaklanıyor.Saygınlığı bundan ileri geliyor.Eskiden sadece felsefe yapana değil hemen her konu hakkında bilgisi olanlara filozof derlermiş.Aynı adam hem astronomi üzerine hem matematik üzerine hem botanik hem de tıp üzerine eser yazabilirmiş.
İşte şimdi de sinema hakkında yazandan beklenen de biraz bu galiba.Sinema hakkında yazan biraz filozof olacak.Zor ama bir o kadar da bilgelik isteyen bir durum.Tabii her yazardan bunu hakkıyla eksiksiz yapmasını bekleyemeyiz.Ama azami ölçüde bu işin hakkını verebilenin eseri daha lezzetli olacaktır kuşkusuz.
Kısacık bir kısaya yazmaya gerek var mı?evet var.Okumak ve anlamak isteyenler için yazmaya gerek var.İğnenin deliğinden bakıp da Hindistan’ı görebilmek bir maharettir ve bu maharete sahip olamayanlara gördüklerini anlatabilmek son derece saygı duyulası bir eylemdir.
Sinema üzerine yazılarınız,ufacık ayrıntılar üzerine paragraflarca anlatabilecek şeyler bulabilmeniz bence kayda değer bir meziyettir ve kendi adıma keyifle takip ettiğimi söylemeliyim.
Mantık çerçevesinden bakacak olursak,her şeye ilgi duymak pek mümkün gibi görünmüyor.Ancak her şeyden biraz bilgi sahibi olmak istendiği taktirde olmayacak şey değil.Çok fazla zorlamaya gerek yok.Zaten yetenek ve hafıza çerçevesinde zamanla eksikler tamamlanacaktır.
Her şeye ilgi duyma konusu ise şahsi kanaatimce çok fazla zorlamaya gelmeyecek bir meseledir.İlgilerimiz biraz da ruhsal yapılarımızın yansımasıdır.Bunun çok fazla zorlanmasının ruhsal çatlamalara neden olabileceğini söylerken bir kez daha güzel yorumlarınızı ve incelemelerinizi okumaya devam ettiğimi belirtiyorum.