Kahretmez kahretmez, aramız iyidir.
Bu arada birşey geldi aklıma. TV dizilerinde senaristler yönetmenden çok daha hakimler olaya ve projeye, yönetmen her daim aynı şeyleri yaparken onlar tüm projeye yön veriyorlar. Bunu da unutmamak lazım.
- baço
Valla arkadaşlar, bombasınız alayınız ha. Birkaç saatte doldurmuşsunuz başlığı, ne kadar zamandır duruyoruş öylesine gariban. 😀
Bir forumda ancak bu kadar hoş sohbet olabilir, hepinize teşekkürler. Film izler gibi okudum şerefsizim. Yazmıyorum birşey de. Hepiniz haklısınız, hepiniz kralsınız vallahi. :D:D
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Hiçbirinizin mi işi, okulu, hayatı falan yok be birader.. Bu ne ya, bir günde 6 sayfa mesaj mı atılır, neresinden tutayım, nasıl dahil olayım ben bu başlığa şimdi.. Hepinizi kınıyorum..
Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.
Hiçbirinizin mi işi, okulu, hayatı falan yok be birader.. Bu ne ya, bir günde 6 sayfa mesaj mı atılır, neresinden tutayım, nasıl dahil olayım ben bu başlığa şimdi.. Hepinizi kınıyorum..
Oh sana da bunu dedirttik ya, amacının yarısına ulaştı bu başlık. Sonunda bir .oka da maydonoz olamadın ya 😀 😀 😀
- baço
Özellikle son dönemlerde gişede başarı sağlayamayan fakat festivallerde ödül alan filmler ile, eleştirmenler tarafından eleştirilen fakat büyük paralar kazanan filmler arasındaki gerginlik gitgide ayyuka çıktı. Bu yeni bir sorun değil tabi. Fakat son zamanlarda gelişen teknolojinin düşük bütçe ile film yapımına daha çok izin vermesi diğer yandan da her şeyin sektörleştiği bir piyasa düzeninde sinemanın gelişen yayınlama olanakları sayesinde gitgide daha karlı bir hale gelmesi bu iki film grubu arasındaki gerginliği daha da arttırdı. Peki bu gerginliğin kaynağı nedir? Bu gerginliğe nasıl bakılmalıdır? Bunun yanıtlarını vermeye çalışacağım.
Bunun sinemanın tarihsel durumuyla çok ilgisi var. Başta varılacak noktaya şimdiden varayım. Sinema, diğer bütün sanatlarla karşılaştırılırsa müziğin, resmin, heykelin, edebiyatın geçirdiği tarihsel dönüşümlerin hiçbirini geçirmedi. Sinema tam da kapitalizmin ortasına doğdu, yani sinema ile kapitalizm arasında çok direkt bir ilişki var. Hemen sosyalist bir sinemanın da olduğuna dair kısmen haklı eleştiriler de gelecektir. Kısmen haklı çünkü sosyalist sinema, kapitalist ve de capitalist üretimin farklı bir aracı olan faşizme tepki olarak bir karşıt olarak doğmuştur. Yani sosyalist sinemanın varlığı yine “kapitalist sinemanın” varlığıyla ilişkilidir. Bu tarihsel incelemeye birazdan farklı bir noktadan devam edeceğim.
Sinemanın kapitalizmle ilişkisi sadece tarihsel ortaklık noktasında değil direkt olarak kendi yapısıyla da alakalıdır. Eline herhangi bir müzik enstrümanı alan bir kişi dünyanın hem en güzel hem de en çok para kazandıracak eserlerinden birine çok düşük miktarda bir parayla imza atabilir.Aynı şey kısmen diğer sanat türleri için de geçerli görülebilir. Ama söz konusu sinema olunca –günümüz dijital teknolojisi öncesinden bahsediyorum- çok ciddi üretim ve dağıtım masrafları sinemayı otomatikman kapitalist düzenin içine monte ediyor.
Çok çetrefilli başka tartışmalara neden olacağı için fazla değinmek istemediğim sinema ile kapitalizm arasındaki bir diğer ortaklık da ontolojik (varlıkbilgisel) ortaklıklarıdır. Kısaca şu şekilde ifade edebilirim sanırım: Kapitalizm de sinema da gerçekte görünen her şeyi bir imaja çevirir. Biri nesneyi filme aktarır, diğeri satılmak üzere markete. İkisinde de nesne “öz” anlamından soyutlanıp (buna kullanım değeri de diyebiliriz) markette fiyatlara sinemada ise fotoğraflara indirgenir. Yani ikisi de bir şekilde gerçekliğin katilidir.
Bu kaçınılmaz ilişkiyi göstermek şu bakımdan da anlamlı. Dikkat edersek söz konusu sinema ve tarihi olunca bu sanatı mecburen “politik-ekonomik” ilişkiler içierisinde ele almalıyız. Fakat diğer sanatların kapitalizm öncesi dönemleri de yaşamaları hem bu sanatları derinleştirmiş hem de onları -anlamlı ya da anlamsız bir yöntem olarak görebiliriz - “politik-ekonomik” durumlardan bağımsız olarak inceleme olanağını bize vermiştir. Zaten günümüzde sinemaya dair yaşanan belli başlı sınıflandırma hatalarının ve de zorluklarının kökeni de sinemanın bu dönemleri yaşamamış olmasıyla alakaldır. Bir resim sanatını incelemek istediğimizde, mağara devrinden başlayıp, Mısır-Mezepotamya uygarlığına, kilise dönemine, İslam uygarlığına, Rönesans’a, Aydınlanma Dönemi’ne ve daha uzayıp giden birçok döneme bakabiliriz. Bu kadar uzun dönemleri yaşayabilmiş bir sanat elbette ki çağlar içinde birçok akım geliştirebilmiştir. Bunu sinemada da belli akımsal sınıflandırmalar dahilinde görebilsek de diğer sanatlar gibi bir süreç sonucunda ortaya çıkmamış, dışarıdan getirilmiş, tarihsel bir doygunluğu yaşamamış olmalarıyla alakalı olarak çok içselleştirilememişlerdir. Dolayısıyla bir Kübist resim ile Empresyonist resim arasındaki akımsal farklılığı anlayabilecek olacak gözlemci, sinemada minimalist bir film ile klasist, realist, futuristic filmler arasındaki farkların akımsal farklılıklarını idrak edemeyecektir. Resim bu konuyla ilgili gerekli karşılaştırma olanağını sunamıyor olabilir, çünkü resim genel olarak fazla “halk” ile ilişki içinde olan bir sanat değildir. Müziği ele alırsak daha rahat sonuçlara varabiliriz. Müzik içerisinde farklı tür ve akımlar’ın kabulğ daha olağan bir durummuş gibi geliyor. Yani “rock” müzik sevmeyen bir birey “rock”ın müzikliğinden çok beğeninin kendisini sorguluyor. Söylemeye çalıştığım şu: Beğenilsin ya da beğenilmesin bir şekilde müziğin farklı akım ve türleri bir şekilde kendini kabul ettirebiliyor. Oysa sinemada bu tartışma bir beğeni belirtmenin ötesinde genel bir kanıyla “böyle film olmaz”, “bu film halk için değil” noktasına düğümleniyor. Oysa algılanması gereken tek bir şey var. Her filmin ait olduğu bir akım vardır ve o akım dahilinde değerlendirilir. O akımı benimsemeyen bir kişi sadece o filmi sevmez o kadar.
Yukarıda sinemanın bu kaçınılmaz kısırlığından bahsettim. Peki bunun kapitalizmle alakası nedir? Kapitalizm bu kısırlığı başka bir noktadan destekliyor. Çünkü hangi akımdan olursan ol, hangi filmi yaparsan yap bir şekilde düşük bir maliyetle üretemediğin için, yine aynı şekilde insanlar düşük bir ücretle bu filmleri satın alamadıkları için –içlerinden yaşadıkları imaj çağının da etkisiyle belki de en çok satın almak istedikleri sanat lardan olsa gerek- sinema capitalist düzenin çarkları içine eklemleniyor. Yani zaten sınıflandırma sorunu yaşayan bir sanat çok basit bir sınıflandırmayla karşı karşıya kalıyor. Para kazandıran film / kazandırmayan film. Halk için olan film / halk için olmayan film.
Şimdi bunca laf kalabalığından sonra asıl noktaya geldik. Bu kapitalizm ile sinema ilişkisinin kaçınılmazlığı bu ilişkiyi meşrulaştırır mı? Hayır. Çünkü dikkat edilrise şunu söylemeye çalışıyorum, kapitalizm içinde gelişmek zorunda olmuş olan sinema, sinemayı bir sanat olarak incelememizi engelleyen faktörlerin başında geliyor. Zaten sınıflandırma zorluğu olan bir sanatın bu zorluğunu daha da derinleştiriyor, ve bir de bunu çok kurnazca ve de popülistce bir yolu kullanarak yapıyor. Halk için halk için olmayan ayrımını yaparak. Bu durumda da tartışma bizi kaçınılmaz olarak kapitalizmin içindeki “halkı” incelemeye götürüyor.
Başlangıcından beri, çalışma şartlarını, kazanacağı ücreti, boş zamanını, seçimlerini neler arasından yapabileceğini sana bir şekilde yeri gelip direk devletle, yeri gelip gizli iktidar mekanizmalarını kullanarak, yeri gelip farklı ideolojileri destekleyerek farklı katmanları var gibi gözüken fakat temel amaç ve beklentileri aynı olan bir halk yaratmışsın. Halkın kendi kendini yaratıp kendi yaşam koşullarına karar verebileceği bütün mekanizmaları engellemiş ya da işine gelidği taktirde kısmen açıyor gibi yapıp sadece basit özgürlük oyunları oynatmışsın. Sonra da gelip “halk istiyor” , “bu film halk için, bu değil” gibi ayrımlara gidiyorsun. Dolayısyla basit ve de öz söylüyorum. Şu an halk için dediğimiz sanatın ne kendisi özgür bir süreçte kendi dinamikleriyle gelişmiştir –sadece politik-ekonomik çarklarla birlikte gelişmiştir, yani hiçbir zaman aslında halk için olmamış kapitalistin kendisi için olmuştur- , ne de onu izleyen halk aslında özgür olabilmiştir.
Sinema bütün sanatalar arasındaki en esiridir ve özgürleşmesinin ve de gerçekten halk için olabilmesinin tek yolu onu sermaye çıkarlarından çıkartmak –bu da kapitalizm içinde olamayacağından, kapitalizm sonrası bir dünyada gerçek olabilecektir-
Son bir nokta daha açıklanmayyı bekliyor. Tüm bunlara katılan kişi, yani bu capitalist system içerisindeki sineamcı ne yapacak? Oturup köşesinde kapitalizmin yıkılmasını mı bekleyecek? Tabi ki hayır. Hayatın her alanından direniş noktaları yaratılabilir, sinema da bunun alanlarından birisidir. Sinemanın içinden olabildiğince, tüm çarklara mümkün olduğunca fazla saldırıda bulunmaktır. Örnek mi? Milyon dolarlık bir filmi sinemada değil, korsanını izleyerek bu çarka ufak bir çomak sokabilmek. Çünkü bu çomaklar günün birinde kaçınılmaz olarak çok büyüyecek ve bu günün küçük çomakları işte o zaman anlam kazancak.
Çok güzel bir analiz ve değerlendirme ile başlayan, hiçbir yere varamayan bir yazı olmuş, eline sağlık 🙂 Yazımın sonunda varacağım nokta itibariyle son derece sevdiğim bir mesaj aynı zamanda, sağolasın.
Ucundan biraz teğet geçsen de olayın eğitim yanına olan değinmen az kalmış bence. Çünkü idealizmlerden öte birebir insan boyutu da var bu işin; beğeni. Beğeniler geliştiği zaman n kapitalizm tanır ne başka-izm. Bu noktada olayı değişik bir bağlamda ele alıcam; sinemanın insanların beğenilerini geliştirmesi ve onları eğitmesi.
Bir çocuk nasıl ki doğduğu anda kereviz yemeyi sevmezse (kimi de sevebilir) fakat bunu sonradan adım adı öğrenebilirse, sinemanın da mevcut şartlar itibariyle seyirciye biraz böyle yaklaşma görevi/sorumluluğu var. Çocuğu bir anda mozart ile karşı karşıya bırakamadığımız, ancak o yolda eğittiğimiz gibi, filmlerde de farkında bile olmadan seyirciye bir eğitim verilmektedir. Kendinizdeki film kültürünün/beğenisinin oluşma sürecine de göz atarsanız zaten bunu görmek mümkün. Lise zamanı en sevdiğim filmler kungfu filmleriydi mesela (hala da kaliteli olanına bayılırım, eskiye götürür beni). Bu filmlerde bile aşkın birşeyler vardı; üstada olan saygı, adaleti sağlama çabası, güçsüzlerin kendini koruma destanları vs. Hep deriz ya eskiden herşey daha dolu doluydu, aslında biraz da gerçek bu. Ben eski işlerden böyle bomboş pek birşey hatırlamıyorum. Neyse mevzuya döneyim.
Yaptığımız filmin "seviyesi" hitap edilen seviyeyi de belirler ama o seviyeyi her zaman geliştirme ve yukarı çekmeye çalışma gibi asil bir çabayı içerenler saygıyı kazanmıştır hep. Örneğin Recep İvedik belli başlı bir teması olmayan bir filmdir diyelim. Bu film içinde bile kahramanımız (örneğin) kadınlara karşı özel bir hassasiyet duysa, onlara laf ettirmese, ezdirmese, yine diğer ayılıklarını yapsa bile belli bir saygıyı hakeder. Aynı şey sanat bazında da olabilir, genelde beğenmediğimiz bir filmde bile "ya filanca sahne müthişti ama gerisi yaramaz" gibi lafları çok kullanırız. Yani film "kaygısızca, fütürsuzca" sırf seyircinin gişe kaymağını yemek için yapılmış, asaletten yoksun bir filmse, o zaman tüm kapitalist söylemleri hakeder ve gerçekten de aşağılıktır. Yahu masal bile anlatırken çocuğa, o masalın bir mesajı vardır...
Kısacası benim filmlerle derdim budur şahsen, milyon dolar harcanmış kopyasını alıyım da direniyim değil. Milyon dolar harcanmış ya da yüz bin harcanmış farketmez, eğer o film bana birşeyler katabilecekse evet aga, kapitalizm'in de kaymağını yer izlerim o filmi (gerek kopya gerek salonda). Birşey katamıyorsa ve sonunda "ulen ben bu filmi izledim de ne oldu" dedirtiyorsa, ister halk filmi olsun, ister allamei cihan için yapılsın, umrumda olmaz... Bu da benim kriterim. Sevgiler, selamlar.
- baço
Evet, Kezzap ın cevabı da başlığa bir cevap niteliğinde olmuş. 🙂 Baco son söylediğin benim de baştan beri söylediğim şey zaten.
Temelde takıldığım gişesi düşük filmde arıza arama davranışıdır sadece.
Dün AROG'u izledim. Tam dediğim şeye bir örnek oldu. Tipik bir gişe filmi. Ancak gülerken bile düşündürüyor (bunu yapmıyorum dese de). Güzel mesajlar gömülü. Halkımızı alttan alttan eğitme, güzel mesajları işleme misyonu olduğundan, asil ve samimi bir film. Böyle olsun canımı yesin diyorum başka birşey demiyorum.
- baço
Başta varılacak noktaya şimdiden varayım. Sinema, diğer bütün sanatlarla karşılaştırılırsa müziğin, resmin, heykelin, edebiyatın geçirdiği tarihsel dönüşümlerin hiçbirini geçirmedi. Sinema tam da kapitalizmin ortasına doğdu, yani sinema ile kapitalizm arasında çok direkt bir ilişki var. Hemen sosyalist bir sinemanın da olduğuna dair kısmen haklı eleştiriler de gelecektir. Kısmen haklı çünkü sosyalist sinema, kapitalist ve de capitalist üretimin farklı bir aracı olan faşizme tepki olarak bir karşıt olarak doğmuştur. Yani sosyalist sinemanın varlığı yine “kapitalist sinemanın” varlığıyla ilişkilidir.
Ben Kezzap'a katilamayacam. Sinemanin kapitalizmin kucaginda buyudugu ilginc bir teori ama aslinda sinema kapitalizmden daha once olusan bir olgu. Ilk zamanlardan gelen bir surecin son halkasidir sinema. Sonradan olusan bir sanat dali, ondan onceki sanatin evrimlerini zaten icinde bulundurur. Evrimin basladigi surec, sinemanin icinde devam eder.
Ilk insanlar kendilerini ifade icin vucut dillerini kullanirdi, sonrasinda bunun yetmemesi sonucu bir birlerine seslenmeye gectiler, bunun kalici olmasi olmasi icin yaziya doktuler, yetinmeyip sekillere bu ifadeleri yukledir, kimisi sesi daha etkili kullanmaya yoneldi, kimisi resimlere daha cok inandi, kimiside bunlari birlestirdi, ifadeleri hem sesli hem gorsele tasidi, bunu zamanla kaydetmeyi ogrendiler ve hepsini bir filmde birlestirmenin daha etkili oldugunu gorduler. Sinema daha cok insana ulasan bir hal aldi. Ben sadece ana hatlara degindim, icine girersek bu surecin, farkli bir baslik acmak gerekir : ) Yani demek istedigim sinema ilk zamanlardan gelen bir surecin son halkasi (tabi su an ki zaman icin). Kapitalizm olsun komunizm olsun veya her hangi bir sistem olsun, sinema kesinlikle gelisecek bir surec oldugu icin sinemayi kapitalizmin kucaginda degil kapitalizmi sinemanin kucaginda degerlendirmek daha iyi bir ifade olur gibime geliyor. Bundan 500 yil oncede tiyatro kurulurken paralar harcaniyordu. Daha cok insana hitap etmek icin farkli yenilikler, buyuk butceler kullaniliyordu veya kitlere idealizmi asilamaya calisan sadece siyasi ve daha elit kitleri hedef alan sanatsal urunler olmuyor degildi. Bu bugunde boyle, sadece kapitalizmin daha kabul gordugu bir duzende yasadigimiz icin sanki sinema sektorunun olusmasini kapitalizme baglamak buyuk bir hata olur gibime geliyor. Eskidende insanlar daha buyuk tiyatro salonlarinin olusmasi icin maddi konular uzerinde duruyordu. Kimse bana sunu demesin yani, "O zamanlarda bu is ticari degildi" diye. O zamanda bilet satiliyordu yani : ) Muzik olsun, tiyatro olsun, sinema olsun v.s v.s kulturel sanat dallarinin hangise olursa olsun, icindeki gorusler ortakdir. Hepsi ifade sonucu olur bu ifadelerin icerikleri farklidir ama butun dallarda bu farkliliklar aynidir.
Biz su anda nasil ki piyasa filmi muhabbeti yapiyorsak aynisini piyasa muzigi icin muzik forumlarinda gerceklestiriyorlardir. Biz sinemada sexuelligin gisede basarisini tartisirsak, aynisini gidip muzikdede tartisa biliriz degisen sadece ifadenin seklidir, icerik degildir. Bu kapitalizme yakin bir ornek oldu aslinda : ) soylede diyebilirim, biz burda sinema kimin icindir diye tartisiyorsak aynisini gidip muzik icinde yapabiliriz bu tartismayi, biz simdi yapiyorsak sence bundan 1000sene veya -- sene oncede yapilmamis midir? O zaman muzikten gelen evrimsel hareketlerin aynisi sinemada vardir. muzikdede bir onceki akimin evrimini icinde barindirir ve ustune koyarak devam eden bir surec gozlenir. Sifirdan bir evrim olusmaz gorusundeyim.
Komunist bir ekonomi olsaydi gene bilet fiyatlarini tartisiyor olurduk. Ekonomik sistem, sadece bu isin ekonomik boyutunu evrimlestirir oda sadece bulundugu zamana gore gecici evimlerlerdir kalici degildir. Onemli olan gise basarisi degildir. Gise basarisinin arkasinda kitlelerin seni dinlemesidir basari. Kapitalist bir duzende oldugumuz icin kitlerin verdigi parada onemlidir : )
İnsanlar konuşmadan önce resim çizerlerdi. Dolayısıyla ilk sanat da resim oluyor. Hatta Picasa bu resimleri gördüğünde "hiçbir şey öğrenmemiş" demiş. Dünyanın her yerinde çizili bulunan bu mağara resimleri ile ilgili öyle şeyler var ki insanı şok ediyor resmen. Bu konuyla ilgili bir belgeselde izlemiştim ben de.. İnanılmaz gerçekten.
Komünist bir rejimde sanat çok zor. Dikkat edilirse zaten büyük Avrupa yönetmenlerinin çoğu komünist rejimlerden kaçan yönetmenlerdir. O nedenle sinemanın kapitalizmden doğmuş olması tezi veya kapitalizmden beslenmesi tezi mantıksız değil bana göre. Hollywood'un bile Edison'dan kaçan insanlar tarafından kurulduğu iddia edilir (Edison'dan nası nefret ederim..)..
Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.
Mesele ilk sanatin ne olmasi degil ama oysada, her seyin ifadeler uzerine kurulu olmasini baz alirsak ilk ifadelerin vucut dili oldugunu sayarsak tiyatro ve sinema bir adim one gecer : ) Onemli olan surecin kapitalizmiden once baslamis olmasi. Ben sinemayi kapitalizmden soyutlayip dusunmek lazim demiyorum, sadece kapitalizmin kucaginda sinemayi degerlendirmek bizi yanlis bir noktaya goturur demek istiyorum. Kapitalizmden besleniyor mu? evet. Ama mevcut kabul goren sistem baska bir sistem olsaydi onu tartisir olacak olmamiz yukardaki tezi daha ispatlanmadan mantiginin yanlisligini gosterir.
Bütün eleştiri ve yorumlar için teşekkürler. Hepsini biriktirip bir yazı daha yazacağım.
Forum gitgide kaliteli olmaya başladı bu arada, çok mutlu ediyor beni.
Bir aralar yakalamıştık bu havayı sonra dağılmıştı oysa şimdi seviyemiz gayet iyi. Devam böyle!