Aksiyon veya komedi,gerilim veya dram türü ne olursa olsun bir film çektik diyelim ve bunu vizyona sokup artık emeğimizin karşılığını almak istiyoruz.Bunun için neler yapmamız gerekli ? Film hangi standartlarda olmalı ? (Çözünürlük,FPS gibi) Kimlerle anlaşmak,kimlerin onayını almak gerekir ? Nereye ne kadar para ödemek gerekir ? (Filmi çekmek için değil,yayınlatmak için)
Yani kısacası bu işler nasıl dönüyor bunun hakkında detaylı bilgi verecek birisi varsa çok iyi olur.
Saygılar.
Ek olarak;
Kaşık adlı filmi çeken zampano Trabzon(?)'da bir sinemayla anlaştığını söylemişti. Bu olay nasıl oldu? Bunun pazarlaması nasıl yapıldı? Resmî bir yapım olmamasına rağmen(?) sinemaya nasıl kabul ettirdi?
@zampano 'dan ve diğer üyelerden açıklama bekleniyor.
Ben soyle birsey okudum. Cok seyler ogrendim.
Sorunuza yanit olur mu bilmem ama dagitim uzerine mutlaka okunmali derim:
Türkiye’de Dağıtım Sorunu (Yönetmenlerin Görüşleri)
http://www.hayalperdesi.net/dosya/117-y ... sleri.aspx
Mehmet Soyarslan Söyleşi (Dağıtımcı)
http://www.hayalperdesi.net/dosya/118-m ... ylesi.aspx
Temel Kerimoğlu Söyleşi (Sinema Müdürü)
http://www.hayalperdesi.net/dosya/119-t ... ylesi.aspx
Türker Korkmaz Söyleşi (Yapımcı)
http://www.hayalperdesi.net/dosya/120-t ... ylesi.aspx
Temel Kerimoğlu ile Söyleşi
Barış Saydam
Beyoğlu Sineması, seksenlerin sonunda Beyoğlu’nda sinema salonları kapanırken, bu gidişatın aksine pasajın içinde yeni bir sinema salonu inşa ederek işe başlar. Ana akım filmler göstermek yerine dünya sinemasından örnekleri seyircilerle buluşturmayı amaçlar. Kimse sinemaya bir ömür biçmezken, onlar Beyoğlu’nda kapanan sinemalara aldırmadan kendi inandıkları istikamette ilerler. Yeni Türkiye Sineması’nın önemli mekânlarından biri olan Beyoğlu Sineması’nın müdürü Temel Kerimoğlu’yla hem Beyoğlu Sineması’nın son durumunu hem de genel olarak Türkiye’deki gösterim sorunu üzerine konuştuk.
Yaklaşık beş yıl önce Beyoğlu Sineması kapanmak üzereydi, siz Sadibey.com’da yayımlanan yazınızda Beyoğlu’nu Emek, Alkazar ve Sinepop’un da izleyeceğini söylemiştiniz. Bugün o sinemalar yok ama Beyoğlu hâlâ direniyor. Beyoğlu Sineması’nın son durumu nedir, onunla başlayalım.
Aslında burada esas problem Beyoğlu Sineması’nın değil, bağımsız sinemaların ayakta kalması. Türkiye geneline baktığınız zaman bağımsız sinemalar bir bir kapanıyor. Biz daha önce tekelleşmenin olduğunu gördük. Kültür Bakanlığı senede kırk tane yeni filme destek veriyor, bu eğlence vergilerinden alınarak verilen bir destek ama çekilen filmleri oynayacak sinema bulamayacaklar, dedik. Çünkü AVM’ler doğal olarak ticari filmleri oynuyor, ticari olmayan filmleri oynamıyor. Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim vb. yönetmenlerin filmleri yerine Şahan Gökbakar’ın filmini ya da Kurtlar Vadisi’ni oynuyor. Biz önceden bunu gördüğümüz için Bakanlığa seslendik ve bize de destek verin dedik ama Bakanlık buna kulak vermedi. Bir yandan da dağıtım firmaları tekellere mahkûm, çünkü dağıtım firması bağımsız sinemalara film verirken bunu altı hafta oynayacaksın diyor. Adamın bir tane salonu var, Emek’i düşünün. Filmi iş yapacak diye alıyorsun, altı hafta oynatmak zorundasın ama tek sana vermiyor. Tek sana verse altı hafta dayanabilirsin belki. Beyoğlu’nda Fitaş, Majestic ve Atlas’ta oynuyor, çünkü herkesin filmden “büyük film” diye beklentisi var. Beyoğlu’nda ama öyle bir seyirci kapasitesi yok. Ne oluyor sonra, film daha ikinci haftasında batıyor. Dört hafta o sinemayı pas geçiyorsun ama tekeller ne yapıyor film alırken, diyor ki bir hafta eğer iş yaparsa ikinci hafta oynarım. 1+1 sistemi yani. Niye? Çünkü dağıtımcı firma ona bağlı. O almazsa, bağımsız sinemalardan para kazanamayacak. Sistem buna döndü. Sistem buna dönünce de bağımsız sinemalar teker teker kapanmak zorunda kaldı. Sadece Beyoğlu’nda değil, Kadıköy’de, Ankara’da, Mersin’de, Trabzon’da, Adana’da… Türkiye’nin her yerinde sinemalar kapandı.
Beyoğlu Sineması kurulduğu ilk günden beri daha alternatif ve görece bağımsız filmler gösteriyor ve kuruluş amaçlarından biri de bu zaten. Geçmişten bugüne gelindiğinde, Türkiye’de ana akım dışında kalıp da varlığını korumaya çalışmanın giderek zorlaştığını söyleyebilir miyiz?
Bundan 10-15 sene önce, örnek vereyim Şarküteri (Delicatessen, 1991), Kraliçe Margot (Queen Margot, 1994) ya da Arizona Rüyası (Arizona Dream, 1992) gibi filmler 6-7 kopya çıkardı ve 30-40 bin kişi izlerdi. Ama İstanbul ayağında Bakırköy, Kadıköy, Etiler bir de Beyoğlu oynardı. İki kopya Ankara, iki kopya da İzmir’de oynardı. Sinemacılar da memnun olurdu ama son dönemlerde kültür-sanat ağırlıklı filmlerde de bir gerileme var. Artık sanat filmlerine haftada 400-500 kişi gidiyor. Bunlara gelen yok, zaten bu tip sinemaların kapanmasının en büyük sebeplerinden biri de seyirci. Neden? Filmi korsan DVD’sinden izlersen, internetten indirirsen, sinemaya gitmezsen bu sinemalar da kapanır.
Küçük işletmeler peki bu durumda ayakta kalabilir mi?
Dağıtımcılar kanalıyla ayakta kalabilir. Büyük gruplara film veriyorsan, diğerlerine de verip adaletli davranman lazım. Emek Sineması’nın kapanmasının en büyük sebeplerinden biri de buydu. Emek Sineması gibi 800 kişilik bir sinemaya sen nasıl altı haftalık film dayatıyorsun? Eskiden dağıtımcı firmalar bize film teklif ederlerdi. Haftalık izleyici sayısı beş binin altına düşerse, filmi çıkarırız derdik. Şimdi nerde… Ama dağıtımcı firmalar bağımsız sinemalara dayatmazlarsa bu sinemalar yaşar. Mesela bizde öyle bir şey yok. Biz büyük firmalarla çalışmıyoruz. Filmleri bizim formatımıza göre değil, biz insanlara bir şeyler veren, izledikten sonra akılda yer bırakan filmler oynatıyoruz. Korku ve komedi filmleri bana göre sinema değil. İnsan korkmak için para verir mi?
Söyleşinin devamını derginin 35. sayısından okuyabilirsiniz.
http://www.hayalperdesi.net/edergi/defa ... dergiid=35
Mehmet Soyarslan'la Söyleşi
Barış Saydam
Türkiye’de üretilen filmlerin yurtdışındaki görünürlüğü arttıkça dağıtım ve salon sorunu da yeniden gündeme geldi. Filmler yurtdışında gösterildikleri festivallerde ödül almalarına rağmen yurtiçinde sınırlı sayıda salonda ve kısıtlı bir zaman diliminde seyirciyle buluşuyor. Bunun getirdiği handikabı biz de piyasayı en iyi bilen sinema eleştirmenlerinden Ali Ulvi Uyanık ve salon işletmeciliği ve dağıtım konusunda Türkiye’nin en önemli isimlerinden olan Özen Film’in sahibi Mehmet Soyarslan’la konuştuk. 1941 yılından beri sektörde aktif olan bir şirketin başında olan Soyarslan, bizlere Türkiye’de şu an yaşanan salon krizinin perde arkasını, piyasanın işleyişini ve böyle giderse ileride sinemamızı bekleyen vahim tabloyu anlattı.
Özellikle 80’li yılların ikinci yarısından itibaren Amerikan majörlerinin “blockbuster” filmlerin dağıtım stratejisinin bir uzantısı olarak Avrupa’daki sinemalara da mali destek verdiği ve ortaklıklar geliştirdiği biliniyor. Bu süreç Türkiye’de nasıl gelişti, majörlerin Türkiye’deki etkinliği nasıl başladı?
Türkiye’de hepimizin bildiği bir sistemle sinemacılık, filmcilik yapılagelmekteydi ama Yeşilçam’ın da parlak günleri 1970’li yılların ortalarına doğru birden bire bulutlanmaya başladı. Bu bulutlanmanın çeşitli sebepleri vardı. Bunlardan bir tanesi her şeyden önce eğlence vergilerinin çok yüksek oluşuydu. Eğlence vergilerinin yüksek oluşu (yüzde 42’lere kadar çıkan eğlence vergileri vardı) yerli, özellikle yabancı filmleri çok etkiliyordu. Bir dönem yerli filmlerde düşüktü bu, hatta bir dönem alınmama durumları vardı fakat sonra zaman içerisinde yerli yabancı denmedi. Hatta 1981’de, Toprağın Teri’ni yapmıştık, yüzde 41 mi ne vergi verdik, yani yerli filmidir yapmayın olmadı maalesef. 70’lerin ortasında birden bire ciddi bir kriz yaşandı Türkiye’de, yaşanan krizden dolayı yurt dışına para çıkışı yapılamıyordu. Yapılamayınca biz bankaya yatırıyoruz, bankalarda paralar duruyor, devletlerarası anlaşmalarla seneler geçiyor ödenmiyor. Bu arada bu ödenmeme durumu nedeniyle mesela MGM’in filmlerinin bedelleri ödenemedi, o dönemde Sinevizyon vardı Fox’la çalışıyordu. Ciddi yatırımlar yaptılar ama bu paralar gitmemeye devam edince bu insanlar da film göndermeme gibi bir çalışma içine girdiler derken, onların yardımına bizim Kıbrıs çıkarması yetişti ve Kıbrıs’ta olay olunca Türkiye’ye ciddi bir ambargo koydular. Ambargo neticesinde ne oldu, Türkiye’de yabancı film olarak o dönemde getirilen filmler işte daha sonra Spagetti Western dediğimiz İtalyanların yapmış olduğu filmlerdi. Ama aynı dönemde Amerika da krizdeydi, onu da söyleyeyim. Sonradan Amerika’da çok büyük isim yapacak pek çok yönetmen film yapıyordu ama bu filmler çok pahalıya mal oluyordu. Onun dışında sürekli film yapan stüdyolar başarısızdılar ve para kaybediyorlardı. Yani 1970’li yılların ikinci yarısında işte Jaws (1975), Zelzele (Earthquake, 1974), Yangın Kulesi (The Towering Inferno, 1974) gibi filmler yapılırken, stüdyolardan çıkan diğer filmler çok kötü gidiyordu. Ben hatırlıyorum, 70’lerin başındaydı: Fitaş ve Dünya sinemaları açıktı, Yeni Melek açıktı ve biz Tecavüz (Assault, 1971) diye bir film almıştık. Filmin afişinde bağıran bir kızın ağzı vardı. Hiç tanınmamış bir kadroydu ama o filmin afişi ve tanıtımıyla aynı tarihte Hitchcock’un Aile Oyunu (Family Plot, 1976) diye bir filmi çıkmıştı. Yeni Melek sinemasında diyelim ki 26.000 kişi izledi filmi, hatta hatırlıyorum Yeni Melek’te 26.000 kişi, As sinemasında da 27 mi28 mi ne aldı. Çok ciddi bir rekordu. Ona karşılık Fitaş burada 11.000 kişide kaldı. Şimdi 10.000 kişi bugün için büyük rakam ama o günkü rakamlara göre bunlar 3.000 lira falandı, fiyatlar 3-5 lira. Düşün tabii 10.000 aldığı zaman bir haftada çıkarıp atıyordu filmi sinemalar. Yani demek istediğim Amerikan majörleri umduklarını bulamamaktaydı. O ortam içerisinde toplantılarda konuşuluyordu, rahmetli Zeki Başaran mesela Yangın Kulesi’ni alacaktı, ben bu paraları veremem diyor. Yani kaç yüz bin dolar istiyorlar, böyle bir para Türkiye’den mümkün değil çıkmaz, ne yaparsan yap çıkmayacağı belli artık. O da bırakmaya başlamıştı sinemayı ve kardeşine devretti. Yerli sinemaların birçoğu para kazanamaz oldu. O sırada inşaat sektörü de çok gelişti, inşaat sektörü gelişince onların hepsi müteahhide verildi. Birçok yerli sinema kapandı, bizim gibi yabancı sinema olarak sürdürenler elimizden geleni yapmaya çalışıyorduk, gösterdiğimiz filmler de o dönemde ya Avrupa filmleriydi ya da Çin karate filmleriydi. 75’ten sonra bir de seks ağırlıklı filmler yoğunlaşmaya başladı. Çok seyrek dahi olsa yapılan uluslararası sayılabilecek Avrupa kökenli büyük projeleri de getirdik. Örneğin Kassandra Geçidi (The Cassandra Crossing, 1976), Şark Ekspresinde Cinayet (Murder on the Orient Express, 1974), Nil’de Ölüm (Death on the Nile, 1978), Avcı (The Deer Hunt, 1978), Kıyamet (Apocalypse Now, 1979) gibi… Bunlar önemli ve ciddi filmlerdi. Bu tür filmlerle sinemaseverlerin sinemayla ilişkisini kopartmamaya çalıştık.
Devamı
http://www.hayalperdesi.net/edergi/defa ... dergiid=34.
Türker Korkmaz'la Söyleşi
Barış Saydam
1999 yılında Arti Film’i devralan, Devrim Arabaları, Kavşak, Nar, Eylül ve İz (Reç) gibi filmlerin yapımcılığını üstlenen ve aynı zamanda SE-YAP’ın Yönetim Kurulu’nda da görev yapan Türker Korkmaz’la Türkiye’de yapımcılık mesleğinin detaylarını ve filmlerin gösterime girme konusunda yaşadığı sıkıntıları konuştuk. Geçen sayımızda başladığımız Türkiye’de Dağıtım Sorunu dosyasının bir parçası olarak, son dönem Türkiye sinemasında önemli bağımsız filmlere imza atmış bir yapımcı olan Korkmaz’ın perspektifinden bu sorunun yapımcılara yansımalarını öğrenmeye çalıştık.
İsterseniz bir yapımcının görevleri tam olarak nedir, bir filmde nelerden sorumludur onunla başlayalım.
Türkiye’de yapımcı aslında filmin her şeyidir. Dünyada para veren yapımcı var, bir de film çeken yapımcı var. Bizde para veren de film çeken de aynı insanlar. Yeni çıkan bir kavram var, uygulayıcı yapımcı dedikleri. Türkiye’de yapımcılık sisteminde uygulayıcı yapımcı, prodüksiyon amiri. Bir yapımcı yılda birden fazla film çekmeye başlayınca altında ekipler oluşturuyor, orada sistem işliyor ama bizde işlemiyor. Burada uygulayıcı yapımcılığı da kendim yapıyorum ki bence işin en keyifli kısmı o zaten. Yapım koordinatörlüğü adı altında. Onun dışında yapımcı, para bulmak, filmi satmak, filmin tüm anlaşmaları, sözleşmeleri, finansı gibi her şeyi yapmak zorunda; çünkü Türkiye’de film yapmak için sektörden gelmeniz lazım. Benim bu kadar param var, haydi film çekeyim diyemiyorsunuz. Deseniz bile olmuyor, o yüzden yapımcı filmin her şeyi, sahibi, uygulayıcısı, koordinatörü ve en kötüsü de satış meselesinden sorumlu. Yoksa keyifli bir film çekiyorsunuz, sonra kanallarla, dağıtımcılarla, sinema salonlarıyla muhatap olmak zorundasınız. O yüzden yapımcı ne iş yapıyor diye sorarsanız, yapımcı film çekiyor. Burada en vahim unsur, yapımcı bütün telif hakları sahiplerinden (senarist, müzisyen, yönetmen, oyuncu) hak devirlerini alıyor. Yapımcı bütün hakları kendi üzerine alıyor ama maalesef film yapımcıyla anılmıyor, yönetmen ve oyuncularla anılıyor. Bütün iniş çıkış yapımcıya ait ama film iş yaptığı ya da ses getirdiği zaman her şey yönetmen ve oyuncuya ait. O yüzden yapımcı Türkiye’de görünmez adam.
Yurtdışıyla kıyasladığınız zaman peki Türkiye’de yapımcılık ne durumda? Örneğin isimden bahsettiniz, Oscar törenlerinde önce yapımcının ismi geçer.
Türkiye’de kataloglarda bile yapımcının adı yoktur, bazen yapım şirketi bile olmaz. Bunlar hâlâ bir sektör olamadığımızı gösteren önemli göstergeler aslında. Hâlâ bir filmin hikâyesi üzerinden yönetmenin o filmi nasıl çektiğini konuşuruz. Biz mesela reklâm filmi çektiğimiz zaman, reklâm filmi de yönetmene gelir, hâlbuki onun altındaki yapım ekibinin kalitesi de önemlidir. Yönetmen tabii ki çok önemlidir. Yönetmen, bir masalı anlatan adamdır ama masalın oluşması için pek çok şey gerekir. Maalesef Türkiye’de bu sistem işlemiyor. Bir filmin temsil hakları yönetmende, ama bir filmin satış hakları yapımcıdadır. Eskiden yapımcının telifi vardı. Yirmi yıl önce bu hak devirlerinden dolayı yapımcı da telif alırdı. Şimdi hiçbir hakkı yok. Kültür Bakanlığı nezdinde de yok. Kültür Bakanlığı’na imzayı atmaya gittiğinizde sizden yönetmenin, senaristin ve oyuncuların devir sözleşmelerini istiyorlar. Şimdi bir sürü oyuncu derneği var ve onlar televizyon dizilerini yurtdışına satanlara bir sürü dava açacaklar. Oradaki devir sözleşmesi gereği aslında yapımcı en az parayı kazanandır, kanallar orada esas parayı kazanıyor. Dünyada esas sözü yapımcı söyler ya, yapımcı Allah’tır derler, senaryoyu da oyuncuyu da değiştirir. Bizde o sistem işlemiyor, ancak yönetmen-yapımcı olursan. Örneğin Osman Sınav, Tolga Örnek gibi isimlerin yaptığı gibi...
Söyleşinin devamını okumak için e-dergi de:
http://www.hayalperdesi.net/edergi/defa ... dergiid=35.
Verdiğiniz linkler çalışmıyor.Alıntı yaptığınız yazılar verdiğiniz linklerin içeriğimiydi ?
Verdiğiniz linkler çalışmıyor.Alıntı yaptığınız yazılar verdiğiniz linklerin içeriğimiydi ?
En ustteki 4 linki simdi kontrol ettim. Hepsine ulastim
Asagidaki metinler ise yukaridaki linklerden bazilari.
Yazilarin devamini okumaniz icin ise yazilarin altindaki linklerden e dergiye ulasarak online olarak veya tum dergiyi indirerek ilgili sayfalari okuyabilirsiniz.
Ben ulastim ve de dergileri de indirdim.
Tekrar deneyin
Verdiğiniz linkler çalışmıyor.Alıntı yaptığınız yazılar verdiğiniz linklerin içeriğimiydi ?
En ustteki 4 linki simdi kontrol ettim. Hepsine ulastim
Asagidaki metinler ise yukaridaki linklerden bazilari.
Yazilarin devamini okumaniz icin ise yazilarin altindaki linklerden e dergiye ulasarak online olarak veya tum dergiyi indirerek ilgili sayfalari okuyabilirsiniz.
Ben ulastim ve de dergileri de indirdim.
Tekrar deneyin
Evet şimdi deneyince oldu teşekkürler 😀 Yazıları okuyup inceledikten sonra tekrar değinirim konuya.
Türkiyede öncelikle Kültür Bakanlığının sentezinden geçmeniz gerekiyor aman unutmayın. Zaten bi dağıtıcı firmayla anlaşırsanız onlar gerekeni yapacaktır. Para alınıyor mu nasıl oluyor orasını bilmiyorum.
merhaba kardeşim. hasbelkeder içinde olduğum bi sektör.bildiğim kadarını aktarayım sana. bütün bi filmin bitip kurgusunun yapılmasından (kurgu-color-mix mastering-ses vs) sonra ki aşamadan bahsediyorum şu an sana. öncelikle filminin kopyasını yapacak bütcen olması gerekiyor elinde. ilk kopya her zaman pahalıdır. sinema sektörü yüzüncü yılını kutluyor ve bir çok şey artık değişiyor. artık makaralı sistemlerin yerini dijital sistemler almaya başladı. ve maliyetler iyice azaldı. makara sistemin de ilk kopya 40.000 tl yi bulurken kopya başı 2000 lira gibi bi bütce iken artık dijital sistemler çok daha ucuz (DCP sistemi gibi) . ilk kopyayı 5-10 bin e sonrakileri de 500-1000 belki daha aşağısına civarına çoğaltmak mümkün. ama sektör tuttuğunu affetmeyen cinsten biraz yırtık ve bilen biriyle halletmeye çalışmalısın. çok daha ucuza gelecektir. rekabet var çünkü. sonra dağıtımcı kısmına geliyor olay. iyi bi dağıtımcıyla anlaştığın taktirde kopyalarını sinemalarda oynatabilirsin. şu da var. filmin bittikten sonra dağıtıcımcı firmaları çağırıyosun bi sinema salonuna (uip wb özen m3 vs) oturup izliyolar. eğer bu film tutar derlerse kendileri para basıyolar. reklam pr çoğaltma dağıtım artık fillm onların oluyo. belli bi yuzde karşılığında anlaşıyosun. masraflar çıktıktan sonra yuzde 10 falan sanırım civarı bi oranları oluyo. tabi işin içine bi sürü resmi iş giriyo. onlardan da anlayan birileri lazım. yapımcılık sözleşmeleri oyunculuk sözleşmeleri giderler dağıtım sözleşmeleri vs. işin bürokratik kısmı falan da var. ama şunu diyebilirim. önümüzde ki yıllarda artık herkes filmini sinemalarda oynatabilecek. şeytanın bacağını kırmak üzereyiz. sinema tekelleşmekten çıkmak üzere. artık anadoluda ki insanların da söyleyecekleri var. bizi beklesinler..
merhaba kardeşim. hasbelkeder içinde olduğum bi sektör.bildiğim kadarını aktarayım sana. bütün bi filmin bitip kurgusunun yapılmasından (kurgu-color-mix mastering-ses vs) sonra ki aşamadan bahsediyorum şu an sana. öncelikle filminin kopyasını yapacak bütcen olması gerekiyor elinde. ilk kopya her zaman pahalıdır. sinema sektörü yüzüncü yılını kutluyor ve bir çok şey artık değişiyor. artık makaralı sistemlerin yerini dijital sistemler almaya başladı. ve maliyetler iyice azaldı. makara sistemin de ilk kopya 40.000 tl yi bulurken kopya başı 2000 lira gibi bi bütce iken artık dijital sistemler çok daha ucuz (DCP sistemi gibi) . ilk kopyayı 5-10 bin e sonrakileri de 500-1000 belki daha aşağısına civarına çoğaltmak mümkün. ama sektör tuttuğunu affetmeyen cinsten biraz yırtık ve bilen biriyle halletmeye çalışmalısın. çok daha ucuza gelecektir. rekabet var çünkü. sonra dağıtımcı kısmına geliyor olay. iyi bi dağıtımcıyla anlaştığın taktirde kopyalarını sinemalarda oynatabilirsin. şu da var. filmin bittikten sonra dağıtıcımcı firmaları çağırıyosun bi sinema salonuna (uip wb özen m3 vs) oturup izliyolar. eğer bu film tutar derlerse kendileri para basıyolar. reklam pr çoğaltma dağıtım artık fillm onların oluyo. belli bi yuzde karşılığında anlaşıyosun. masraflar çıktıktan sonra yuzde 10 falan sanırım civarı bi oranları oluyo. tabi işin içine bi sürü resmi iş giriyo. onlardan da anlayan birileri lazım. yapımcılık sözleşmeleri oyunculuk sözleşmeleri giderler dağıtım sözleşmeleri vs. işin bürokratik kısmı falan da var. ama şunu diyebilirim. önümüzde ki yıllarda artık herkes filmini sinemalarda oynatabilecek. şeytanın bacağını kırmak üzereyiz. sinema tekelleşmekten çıkmak üzere. artık anadoluda ki insanların da söyleyecekleri var. bizi beklesinler..
Kolay gelsin. Eğer yapacak bir şeylerimiz ve katkımız olacaksa her zaman bekleriz.
Baştan sona okudum, güzel bilgiler, emeği geçenlere teşekkürler, yukarıdaki linklerde ki yönetmenlerin de fikirlerine de baktım. Tamamı haklı.
======================
www.e-senarist.com
[email protected]
DCP 1.000€ master, 250€ kopya başı. İstersen evde de yapıp, harici harddisklere kopyalayabilirsin. Bu sefer bedava.
VPF bedelini (650$/salon) unutmamak lazım.
*our AC-130 in the air
DCP 1.000€ master, 250€ kopya başı. İstersen evde de yapıp, harici harddisklere kopyalayabilirsin. Bu sefer bedava.
VPF bedelini (650$/salon) unutmamak lazım.
harici disk muhabbetini eklediğin iyi olmuş. bi de salonlara kira durumu var doğru. artık sinemalara girmek çok zor değil lakin iş orda bitmiyo ki. asıl önemli olan reklam pr . bütün masraf oraya gidiyo. kendini tanıtamadıktan kitlelere ulaşamadıktan sonra aaa bu filmde kimmiş diye filme giren sayısı pek olmuyo malesef. çok büyük bütceli filmlerin bile çakıldığı olabiliyo artık.
merhaba kardeşim. hasbelkeder içinde olduğum bi sektör.bildiğim kadarını aktarayım sana. bütün bi filmin bitip kurgusunun yapılmasından (kurgu-color-mix mastering-ses vs) sonra ki aşamadan bahsediyorum şu an sana. öncelikle filminin kopyasını yapacak bütcen olması gerekiyor elinde. ilk kopya her zaman pahalıdır. sinema sektörü yüzüncü yılını kutluyor ve bir çok şey artık değişiyor. artık makaralı sistemlerin yerini dijital sistemler almaya başladı. ve maliyetler iyice azaldı. makara sistemin de ilk kopya 40.000 tl yi bulurken kopya başı 2000 lira gibi bi bütce iken artık dijital sistemler çok daha ucuz (DCP sistemi gibi) . ilk kopyayı 5-10 bin e sonrakileri de 500-1000 belki daha aşağısına civarına çoğaltmak mümkün. ama sektör tuttuğunu affetmeyen cinsten biraz yırtık ve bilen biriyle halletmeye çalışmalısın. çok daha ucuza gelecektir. rekabet var çünkü. sonra dağıtımcı kısmına geliyor olay. iyi bi dağıtımcıyla anlaştığın taktirde kopyalarını sinemalarda oynatabilirsin. şu da var. filmin bittikten sonra dağıtıcımcı firmaları çağırıyosun bi sinema salonuna (uip wb özen m3 vs) oturup izliyolar. eğer bu film tutar derlerse kendileri para basıyolar. reklam pr çoğaltma dağıtım artık fillm onların oluyo. belli bi yuzde karşılığında anlaşıyosun. masraflar çıktıktan sonra yuzde 10 falan sanırım civarı bi oranları oluyo. tabi işin içine bi sürü resmi iş giriyo. onlardan da anlayan birileri lazım. yapımcılık sözleşmeleri oyunculuk sözleşmeleri giderler dağıtım sözleşmeleri vs. işin bürokratik kısmı falan da var. ama şunu diyebilirim. önümüzde ki yıllarda artık herkes filmini sinemalarda oynatabilecek. şeytanın bacağını kırmak üzereyiz. sinema tekelleşmekten çıkmak üzere. artık anadoluda ki insanların da söyleyecekleri var. bizi beklesinler..
Kolay gelsin. Eğer yapacak bir şeylerimiz ve katkımız olacaksa her zaman bekleriz.
Baştan sona okudum, güzel bilgiler, emeği geçenlere teşekkürler, yukarıdaki linklerde ki yönetmenlerin de fikirlerine de baktım. Tamamı haklı.
eyvallah kardeşim. aynı şekilde elimizden gelen bişi varsa fikri zikri ve fiili manada yardımcı oluruz.
merhaba kardeşim. hasbelkeder içinde olduğum bi sektör.bildiğim kadarını aktarayım sana. bütün bi filmin bitip kurgusunun yapılmasından (kurgu-color-mix mastering-ses vs) sonra ki aşamadan bahsediyorum şu an sana. öncelikle filminin kopyasını yapacak bütcen olması gerekiyor elinde. ilk kopya her zaman pahalıdır. sinema sektörü yüzüncü yılını kutluyor ve bir çok şey artık değişiyor. artık makaralı sistemlerin yerini dijital sistemler almaya başladı. ve maliyetler iyice azaldı. makara sistemin de ilk kopya 40.000 tl yi bulurken kopya başı 2000 lira gibi bi bütce iken artık dijital sistemler çok daha ucuz (DCP sistemi gibi) . ilk kopyayı 5-10 bin e sonrakileri de 500-1000 belki daha aşağısına civarına çoğaltmak mümkün. ama sektör tuttuğunu affetmeyen cinsten biraz yırtık ve bilen biriyle halletmeye çalışmalısın. çok daha ucuza gelecektir. rekabet var çünkü. sonra dağıtımcı kısmına geliyor olay. iyi bi dağıtımcıyla anlaştığın taktirde kopyalarını sinemalarda oynatabilirsin. şu da var. filmin bittikten sonra dağıtıcımcı firmaları çağırıyosun bi sinema salonuna (uip wb özen m3 vs) oturup izliyolar. eğer bu film tutar derlerse kendileri para basıyolar. reklam pr çoğaltma dağıtım artık fillm onların oluyo. belli bi yuzde karşılığında anlaşıyosun. masraflar çıktıktan sonra yuzde 10 falan sanırım civarı bi oranları oluyo. tabi işin içine bi sürü resmi iş giriyo. onlardan da anlayan birileri lazım. yapımcılık sözleşmeleri oyunculuk sözleşmeleri giderler dağıtım sözleşmeleri vs. işin bürokratik kısmı falan da var. ama şunu diyebilirim. önümüzde ki yıllarda artık herkes filmini sinemalarda oynatabilecek. şeytanın bacağını kırmak üzereyiz. sinema tekelleşmekten çıkmak üzere. artık anadoluda ki insanların da söyleyecekleri var. bizi beklesinler..
Kolay gelsin. Eğer yapacak bir şeylerimiz ve katkımız olacaksa her zaman bekleriz.
Baştan sona okudum, güzel bilgiler, emeği geçenlere teşekkürler, yukarıdaki linklerde ki yönetmenlerin de fikirlerine de baktım. Tamamı haklı.
eyvallah kardeşim. aynı şekilde elimizden gelen bişi varsa fikri zikri ve fiili manada yardımcı oluruz.