çanlar '35 mm' için çalıyor
Dünya tarihinde muhtemelen hiçbir teknik buluş aynı format içinde böylesine uzun bir süre yaşamayı başaramamış, ilk üretilen prototipiyle son aldığı biçim arasında bu denli büyük bir benzerlik gözlenmemişti.
35 mm?lik profesyonel sinema kamerası, göstericisi ve bu aygıtlarda kullanılan filmlerden söz ediyoruz elbette... 1890?lardan 1920?lere kadar uzanan öncü teknik arayışlar sürecindeki ?henüz kaç milimetre eninde olacağına karar verilememiş- ilk dönem örnekleri bir yana bırakılırsa, global sinema endüstrisi 80 yılı aşkın bir süredir standart 35 mm negatif film kullanarak üretim yapıyor.
Ancak, kabul etmek gerekir ki son yıllarda görüntü kaydı ve kaydedilen görüntünün yeniden gösterimi alanında ortaya çıkan bir dizi baş döndürücü gelişmenin ışığında, hiç sarsılmayacak gibi görünen bu teknolojik altyapının da artık yavaş yavaş sonu gelmek üzere...
Sinema sevgisini henüz çocukken sahip olduğu bir süper 8 mm el kamerasıyla kazanmış biri olarak, film pelikülünün -mesleğinin temel enstrümanlarına tutkuyla bağlı- yönetmenlere ve sinema sevdalılarına ne anlam ifade ettiğini gayet iyi bilenlerdenim. Konvansiyonel sinemanın ana unsurları durumundaki film şeridi ve iri magazinleri olan kameralar, birer endüstriyel araç olmalarının ötesinde bugün dünyada grafik sanatı itibarıyla da ?sinema? denilince akla gelen ilk görsel unsurları oluşturmaktalar. Halen dünya üzerinde sinemayla ilişkili binlerce şirketin logo olarak kullandığı bir simge "film karesi" ya da "kamera" ... Oysa, içindekini ele vermeyen soğuk görünümlü video kasetlerin ve bunların 35?liklere göre son derece katı hatlara sahip kameralarının hiç de böyle bir simgesellik özelliği yok. Kodak?ın teknik müdürlerinden Tom Wallis, belki tam olarak Türkçedeki gibi olmasa bile biraz daha kibar bir ifadeyle ?video sinyalinin 35 mm film karesine rakip olabilmesi için daha kırk fırın ekmek yemesi gerektiğini? belirtiyor bir söyleşisinde. Kaldı ki "handycam" ile çoluk çocuğunun yaşgününü çeken bir amatörden endüstrideki en kıdemli film yapımcısına kadar hemen herkes bu gerçeğin zaten fazlasıyla farkında. Evet, ?video resmi?, kesinlikle -o hepimizce iyi bilinen- sinema duygusunu, sıcaklığını ve derinliğini içeren bir medya değil, bu açıdan da pelikül ile teknik açıdan rekabet etmekten henüz çok uzakta. Ancak, öte yandan bir başka acı gerçek de kendisini var gücüyle dayatıyor beyazperde için yeni anlatılar üretmek isteyen genç kuşaklara. Sinema filmiyle çalışmak her zaman için pahalıydı, günümüzde ise her zamankinden çok daha pahalı bir yatırım durumuna geldi. Hayâllerini video sinyaliyle değil pelikül üzerinde ölümsüzleştirme sevdasındaki bir çok yönetmenin (ve onlara finansal anlamda bu yolu açan yapımcılar ile sponsor şirketlerin) sınırlı olanaklarını aşan oldukça ciddi bir bütçe anlamına geliyor bu duygusal hedef. Oysa video ise aynı hedefe ulaşmak için filmle kıyaslanmayacak kadar ucuz ve hızlı bir medya olmak gibi can alıcı bir avantaja sahip?
Yeni bir orta yol: ?Video ile çek, 35 mm ile oynat?
Gitgide artan prodüksiyon maliyetleriyle başedebilmek için uygun bir formül arayan dünya sinemacıları, 1990?ların başlarından bu yana, özellikle ?betacam SP?, ?DVCPro? ve ?digital betacam? gibi çağdaş video kayıt formatlarının katettiği gelişmelerden de cesaret alarak ilginç bir orta yol geliştirdiler. Önceleri, anılan bu video formatlarında çekilip sonra 16 ve 35 mm?lik pozitiflere basılan bazı düşük bütçeli deneysel filmler ortaya çıktı. Ardından ise çok daha profesyonel örnekler?
İlk dönemde alınan sonuçlar hiç de iç açıcı olmamakla birlikte, transfer araçlarında kaydedilen bazı teknik gelişmelerin ardından, bu melez yöntem görsel kalite açısından giderek daha ?kabul edilebilir? bir düzeye doğru ilerleyecekti.
Nitekim, sunduğu düşük çözünürlük nedeniyle ilk aşamada yalnızca meteliksiz sinemacıların can kurtaranı olarak görülen ?video ile çekim-35 mm ile oynatım? yönteminin, 90?ların ikinci yarısında ise ansızın şaşırtıcı bir ivme kaydettiğine tanık olduk. ?Vidocq?, ?Blair Witch Project?, ?Dogville?, ?Star Wars II: Attack of the Clones? gibi bir dizi iddialı film, video sinyalinde o güne dek kaydedilmiş en yüksek kaliteyi sunan ?24P High Definition? formatıyla çekildi ve sonucun öyle çok da iç karartıcı olmadığı görüldü. Gerçi videoya özgü geleneksel donukluğu ve sentetik atmosferi ?Attack of the Clones? gibi her anı cümbüş dolu rengarenk bir bilim-kurguda bile hissetmemek olanaksızdı; ancak sektördeki gözlemciler George Lucas?ın zirve teknolojileri kullanan bu filminin ardından "video tabanlı sinema filmi üretimi"nin görsel sonuçlarına ilişkin bir dizi önemli sorunun da cevaplarına ulaşmış oluyordu.
Ülkemizde de son yıllarda ?9? (Yön: Ümit Ünal), ?İnat Hikâyeleri? (Yön: Reis Çelik) ve ?Ne de Olsa Çocuk?(Yön: Eriş Akman) gibi filmlerde uygulanan bu teknik, bir kez daha görüldüğü üzere, pelikülün yaşayan renklerini vermekten şimdilik bir hayli uzak olsa da, sektörü yönetip yönlendirenler bu sorunu er ya da geç altetmeye kararlı görünüyorlar. Öyle ki Eastman Kodak?ın alttan alta -ve biraz da sinsice- sürdürdüğü bir çalışma olan ?DCOS? (Digital Cinema Operating System), sinema endüstrisindeki bilinen bütün konvansiyonel yapım ve gösterim tekniklerinin altını on yıla kalmadan tam anlamıyla oymaya aday?
Eastman Kodak: ?Hem ağlarız, hem gideriz?
90'larda Agfa, Fuji ve Orwo gibi ham film üreticisi şirketlerin, sektörün Amerikalı devi Eastman Kodak ile rekabete daha fazla dayanamayıp başka alanlara kaymaları ve bu alanda artık yalnızca siparişe dayalı pasif üretimle yetinmeleri, Kodak?ı dünya film pazarının tartışmasız tek hakimi durumuna getirdi.
Durum böyle olunca, sözkonusu şirketin 90?larda ortaya çıkan ?dijital devrim?i ne şekilde yorumlayacağı da tüm bir sinema âleminde merak konusu oldu. Kabaca bir hesaplamaya göre, dünya üzerinde halen çalışır durumda 3 milyon adet 35 mm film göstericisi, 2 milyon adet 35 mm film kamerası ve en az bir o kadar da 16 mm çekim-gösterim ekipmanı var. Film ortadan kalkarsa bunca ekipman ve meslekî kariyerini onlara bağlı olarak sürdüren milyonlarca sinema emekçisi ne olacak? Ayrıca, video sinyali ?HDTV formatı bile kullanılsa- sonuçta hâlâ standart ?film görüntüsü?ne son derece uzak. (35 mm bir negatif film karesi tarandığında 4 bin piksele, günümüzdeki en ileri video teknolojisini oluşturan 24P dijital video karesi ise aynı işlemde topu topu 1920 piksele karşılık gelmekte) Pekiyi, Bütün bu saptamaların ışığında ?Kodak İmparatorluğu? ne düşünüyor? Film üretimine ?devam? mı, yoksa ?tamam? mı denilecek?
Kodak Yönetim Kurulu Başkanı Daniel A. Carp, kendisine son yıllarda sıklıkla yöneltilen bu soruya ?Endişeye mahal yok, ham film üretimine aynen devam ediyoruz? şeklinde cevaplar veriyor. Buna kanıt olarak da şirketin 2004 yılında piyasaya sürdüğü yüksek duyarlılıklı 35 mm ?Kodak Vision 100 ve 200T? negatif filmleri göstermekte?
Ancak, dağınık durumdaki kimi veriler topluca değerlendirildiğinde, kazın ayağının hiç de öyle olmadığı anlaşılıyor. Şirket, endüstride dehşetli bir şoka, Everest Dağı?ndan daha yüksek bir sinema makinesi çöplüğüne ve toplu işsizliklere yol açmamak için, filmden videoya geçişi ?acıtmadan? sağlamaya çalışıyor. Son birkaç yıldır piyasaya sürdüğü yeni ham film türleri de bu şok dalgasını yatıştırmaya yönelik ustaca teknik manevralardan başka bir şey değil. Bu gibi simgesel çıkışları yaparken, film ve bağlı ekipmanların üretiminde aslında ne denli ciddi bir kısıntıya gittiğini gözardı etmeye çalışıyor Kodak yönetimi...
Tek merkezden "elektronik dağıtım"a doğru
Bu arada, konvansiyonel sinemaya son darbeyi vuracak olan dijital sinema işletim sistemine de Kodak Laboratuarları?nda hemen hemen son şekli verilmiş durumda. Buna göre, yakın gelecekte bütün filmler Kodak-IBM işbirliğiyle geliştirilen bir dijital kamerayla çekilip yine dijital olarak kurgulanacak; bugünkü melez uygulamanın aksine 35 mm film şeridine de basılmayıp ?elektronik data? olarak bir merkezi bilgisayara yüklenecek. Dünyadaki film gösterimlerini yöneten bu merkezî bilgisayar, gösterime girecek filmi yeryüzündeki her sinemaya çok kesin bir zamanlamayla MPEG formatta bir elektronik posta ya da duruma göre uydu aktarmalı bir TV sinyali olarak göndermeye başlayacak. Gönderilen film, klasik göstericilerin olmadığı bu sinema salonlarında perdeye günümüzün video projektörlerinin çok daha gelişmiş bir modeliyle yansıtılacak. Yalnızca filmler değil, fragmanlar ve reklâm filmlerinin bile aynı yöntemle merkezi bir sistemden yönetilmesi düşünülüyor.
Konvansiyonel sinemanın ?kamera?dan ?gösterici?ye ve ?ham film?den ?makinist?e dek bütün temel unsurlarını ortadan kaldıran bu işletim sisteminın asla gerçekleşmeyecek bir hayâl olduğunu düşünen geleneksel sinema yandaşları öyle pek fazla umuda kapılmasınlar. Çünkü Kodak, ürettiği prototip makinelerle ABD?deki kimi salonlarda bu sistemin deneme gösterimlerine başladı bile. Hollywood?da kurulan Kodak Komuta Merkezi?nde tüm bu gösterimleri yönlendirmek üzere bir kaç masaüstü bilgisayar ile onları kullanan bir teknisyenden başka hiçbir unsur yok; yani ortam herhangi bir ofisten tamamen farksız. Bu yılın sonuna dek benzeri bir komuta merkezi Avrupa?da da kurulacak. ?DCOS? geçen yıl Amsterdam?daki teknoloji fuarında Avrupalı film distribütörlerine sunuldu, o tarihten bu yana da onların görüş ve önerileri doğrultusunda sistem üzerinde iyileştirmeler yapılıyor. Velhasıl, projeyi bu noktaya kadar getirmiş olan şirketin şimdilerdeki en önemli hedefi görüntü kalitesini olabildiğince artırmak ve 35 mm?nin üstün görsel sonuçlarına alışmış olan izleyicinin yeni sistemi tatminkâr bulmasını sağlamak?
Gerçi, üçüncü dünya ülkeleri bir yana, ABD?de bulunan 20 binin üzerinde salon dahi böylesine radikal bir teknolojik reforma henüz hazırlıklı olmadığından, Kodak mühendisleri attıkları her adımda Hollywood kanaat önderlerinin uyarılarını dikkate alarak ilerlemekteler. Buna karşılık, önümüzdeki 20 yıllık teknik hedefler şimdiden kesin olarak belirlenmiş durumda. Sinemada pelikül terkedilip yeni taşıyıcı medya bir ?sabit disk? olacak, belki de çok gelişkin bir ?DVD? kaydı?
Pekiyi, ortaya çıkan şey tam anlamıyla ?sinema? olacak mı? Bir İngiliz yönetmen, yakın zamanda izlediğim (video kamerayla çekilmiş) bir belgeselinin kapanış ?roll caption?unda buna oldukça mânidar bir cevap veriyordu. Akan yazılarda sıra belgeselin görüntü yönetmeninin ismine geldiğinde, şu alışılmadık tanımlama gözüme çarptı: ?Director of Videography?.
Evet, pelikül ile duygusal bir bağ kurmuş olan pek çoğumuzun belki ?videografi? diye birşeyin varlığını da artık ister istemez kabullenmesi gerekiyor. Ama bunun bizim bildiğimiz ?sinematografi?den çok daha başka bir şey olduğu da kesin?
alıntıdır.
http://www.sonsuzkare.com/makale.aspx?y_id=18&sayi=5
karar verildi 2010 yılında uzun metraj film çekilecek o zaman a kadar senaryo+storyboard+kamera+35mm+şaryo+jimmy jib+sponsor hazır olacak
her kelimesini okudum ve inanın hüzünlendim.Barış alıntın için çok teşekkür ederim.
aslinda 35mm nin endusturiyel anlamda miyadi coktan dolmustu.soyle ki artik en basit filmlerde bile efekt kullanimi yayginlastigindan dolayi post produksiyon islemlerinde once banyo,sonra telecine,gerekli bilgisayar efektleri ve tekrar telecine ve banyo derken maliyetler katlaniyordu. ozellikle buyuk butceli filmlerde maliyet farki inanilmazdi.
ama hem yeni formatlarin altyapilarinin duzgun gelistirilemeyisinden hem yaygin bulunamayisindan bu biraz gecikti. ozellikle hepsinden ayri olarak cogu studyo ellerindeki butun 35mm ile ilgili teknik ekipmanin cope gitmesini istemediginden iyice yavaslattilar bu donusumu.
simdi ise dijital platform artik goz ardi edilmeyecek kadar on plana ciktigindan yavas yavas 35mm nin mezari kaziliyor.
tabiki bu gecis hemen bir anda olmayacaktir,ilk basta yeni teknolojilerle cekilen filmlerin eski versiyonlari da olacaktir dunyadaki sinema piyasasindaki alt yapilar tamamlanana kadar pazar payi dusmemesi icin.
yine de hepsinden ayri olarak bir 35mm den aldigim keyfi hicbir dijitalden birebir aldigimi soyleyemem. o yuzden 35mm benim icin her zaman ilk ve en onemli oncelik olacaktir.
Ben Zodiac'tan 35'ten aldığım zevki alabilmiştim zira biri söyleyene kadar dijital olduğunu farketmediğim ilk görüntü olma ünvanına da sahiptir film.. Gerçi şimdi izlesem kesin çakarım bildiğimden de bilmeden izleyince hakkaten ayırdedemiyor insan.. HD gümbür gümbür geliyor yani bakalım..
Gerçi Zodiac hd değil ya 2K ya da 4K idi sanırım.
Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.
4K
*our AC-130 in the air