bilinçaltına doyasıya yüklenmek.. hiçbir teknik/felsefi/edebi terimi anlamasak da bünyeye yedirebilmek.. kıvılcım çakan cümlelere eğilip sigaranı yakabilmek ve keyifle gerilmek, beynin kıvrımları arasında yeni/taze dolanmaya başlamış A kalite bilgiyle kendinden geçmek.. altını paylaşmak istediğimiz -geneli film üzerine- cümlelerle, alıntılarla dolduralım...
''İletişim alanında Zizek, özellikle film analizleri ile tanınıyor. 1970’lerden bu yana film analizlerine egemen olan göstergebilimsel yöntemin tek katmanlı çözümleme yarattığından hareketle, filmin yüksek metin (hipertext) kurgusu nedeniyle çok katmanlı yapısına dikkat çekiyor. Filmin görüntüleri ve diyalogları birleştirerek neredeyse ikinci el bir yaşam olduğundan hareketle, psikanalizi bir film çözümleme yöntemi olarak kullanıyor.
Psikanalizin babası Sigmund Freud, bu yöntemi bir klinik metod olarak rüyalara uygulayan ilk düşünürdü. Bir post-freudyen olan Jacques Lacan ise psikanalizi dil üzerinden çözümlemelere kattı. Lacan, 1951’den itibaren yine Freud’un yol göstericiliğinde, dil kullanımı ve dil sürçmeleri üzerinde çalışarak, “Freud’a Dönüş” seminerleri başlattı. Freud’un daha 1895’te sözünü ettiği “konuşmaya katılan belirtiler” den hareketle belirtilerin ve eylemlerin, nasıl sözcüğün tam anlamıyla bedenin içinde tuzağa düşmüş kelimeler olabileceğinden yola çıkan Freud’un ayak izlerinden giden Lacan, psikanalizi dile uygulayan ilk bilim adamı oldu. Lacan film çözümlemelerinde de psikanalizi kullandı. Hitchcock filmlerinde sıklıkla psikanalitik çözümlemelere giden Lacan, İspanyol yönetmen L. Bunuel’in El Bruto-1952 filmini meslektaşları ile izleyerek psikanalitik yöntemle karşılıklı fikir alışverişi içinde incelemeye alır. Lacan’ın geliştirdiği metodu Zizek klinik çalışmaların dışına alarak, popüler kültüre ve sinemaya uyguladı.
Zizek, Freud’un rüya çözümlemelerini, sinemanın da bir rüya endüstrisi, (Spielberg’in film şirketinin isminin Dreamworks “rüya çalışmaları” olduğuna dikkat) bu kez yönetmenin bakışıyla toplumun bilinçaltını deşen bir endüstri olduğundan hareketle, buradaki görüntüler kadar diyalogların da (Matrix filminde Morfeus’un, Neo’ya Chicago’nun son halini, neredeyse 11 Eylül 2001 tarihini, 1999’dan öngören bir kurguyla ‘gerçeğin çölüne hoşgeldiniz’ diye takdim etmesi) analize tabii tutulması gerektiğini görerek, film analizlerini başlattı. Ancak Zizek, bu yöntemi, daha çok popüler kültür ve toplumsal çalışmalarının içinde birer anektot gibi dağıtmayı uygun gördü.
http://www.felsefeekibi.com/forum/forum_posts.asp?TID=38438&PN=1
Dip Akıntısı Notu: Ahkam kesiyor gibi görünmek istemem. İleri gidersem beni uyarın..
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
.................
Her şey Spinoza'nın doğal felsefesinden kurtulmak üzere modern çağların yediği haltların toplamını gösteriyor. Spinoza diyordu ki, ilkel olduğumuz ve çocuklar gibi kendi hallerimizi yönetmeye muktedir olmadığımız ölçüde emirlerle güdülürüz. Bu bir "performatifler yasasıdır". Adem elmayı yemenin kendine zarar vereceğini bilecek durumda değildir, bu yüzden Tanrı ona elmayı yemeyi "yasaklamak" zorunda kalır. Ama kapitalizmin "rasyonalitesi" para getirecek herhangi bir şeyi yasaklamak istemeyeceğinden, eğer kendime mazoşistik bir işkence çektirmek istersem, üzerinde "do not use for..." gibisinden bir etiket basılı bir kırbacı üretip bana satacaktır.
...................
(Dostoyevski ve Tarkovski) Ulus BAKER
http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=21,215,0,0,1,0
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
çok teşekkürler 🙂
ölmeseydi keşke 🙁
Sinemanın Arkeolojisi ve Asrın Hafızası
Çeviren: Ulus Baker
Jean-Luc Godard - Youssef Ishaghpour Söyleşisi
Diyalog
..........................................................................................
...........Çünkü videoyla sinemanın belli bir sonu gelmiş değil midir?
JLG-- Bana göre video sinemanın ürettiği yaratıklardan biriydi; sonra içinde artık yaratıma yer olmayan, yayınlamadan başka bir şey olmayan televizyonda yayınlanarak biraz başka bir şey haline geldi. Ama video enformatik ya da günümüzde varolabileceği haliyle sinematografik bir yaratımdan giderek uzaklaşacak hibrit bir karışım tarafından aşılacak. Video ile sinema arasında büyük bir farkın olmadığını herbirinin kendi hesabına kullanılabileceklerini söylerdim. Biriyle yapılabilecek şeyler var, sonra öbürüyle başka bir şey yapılabilir. Video sinemadan geliyordu, ama şimdi enformatiğin sinemadan geldiği söylenemez. İlk video kameraları, hatta bugün bile, üç renk ve benzeri şeyler, sadece sinemayı ölçebileceğimiz şeylerle aynı, ama enformatik teorisiyle gelen şey bambaşka. Histoire(s) sinemaya aitti, teknik olarak elle yapılmış, çok basit şeyler; film rejisinin kırk olanağından yalnızca birini ya da ikisini kullanmışımdır, özellikle de üstüste basma tekniği; bu teknik sinemanın orijinal imajını korumayı sağlıyordu; oysa ki eğer aynı şeyi sinema aracılığıyla yapmak isteseydim kontrtiplerle uğraşmak gerekecekti, o zaman da kalite kaybı oluyor; özellikle de üstüste basma tekniği değişime uğratılabilir, oysa sinemada değişim önceden kurulmak zorunda. Başka bir deyişle ne büyük bir tezgah ne de yirmibeş televizyoncunun bulunduğu bir ekipman vardı; dokümantercim bile yoktu, yalnızca resimdi yaptığım. Üstüste basmalar doğrudan sinemadan geliyor, Méliès'in kullandığı teknikler...
YI—Bu teknikler kullanılırdı, ama pek ender olarak...
JLG-- Çünkü daha karmaşıktı... zaten ben de çok az kullandım; çok olduğu izlenimi doğuyor, ama imajların üstünde başlıklar var, üstüste basmalar var ve göreli olarak işte hepsi bu...
YI-- İmajların birbirleri içinde erimeleri peki...
JLG--
http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=21,264,0,0,1,0
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer
Sigmund Freud, Woody Allen, Yumurtalar ve Diğerleri
Yavuz Erten
Sigmund Freud (1913) “omlet yapmak için yumurtaları kırmak gerek” der. Bu sözü Psikanalitik tekniğin uygulamalarındaki riskleri tartışırken sarfeder. Her Psikanalitik uygulama kendi kuramsal kaynağında bir geçerliliğe sahiptir. Bu kuramsal geçerliliğin mutlakiyeti, yaşamın kaypak zeminindeki göreceliliğin çok sayıdaki olasılığı ile karşılaştığında eleştirel zihinlere sakıncalar üşüşür. Freud sapına kadar bir bilim ve ilim adamıdır ama aynı zamanda gözüpek bir uygulamacıdır. “Yumurtalar kırılmadan olmaz” der. Psikanaliz üzerine düşünmek, konuşmak ve yazmak ta çeşitli eylem türleri olduğu için “yumurtaları kıracak”tır. Bu eylemleri yumurtalara zarar vermeden yapmak iddiasında olmak, Psikanalizin saatini 1939’da durdurmak anlamına gelir. O saat ki Psikanalizin doğum yılı 1896’dan 1939’daki Freud’un ölümüne kadar hiç durmamıştır.
.....................
.....................
“Annie Hall” filmi iki sevgilinin tutkulu ilişkisini anlatır. Kahkaha ile, kavga ile, sevgi ile, dert ile, seks ile dolu bir macera. Sonunda bu macera biter. Adam New York’ta kalır, kadın çılgın memleketi Kaliforniya’ya döner. Yıllar sonra New York’ta birkaç saatlik bir görüşme için bir köşebaşı kafesinde buluşup, geçmişten ve güncel yaşamlarından konuşurlar. Bir süre sonra kadın uçağına yetişmek için kalkar. Taksi hareket etmeden önce kadın ve adam birkaç saniye bakışırlar. İkisi de bir şey söyleyemezler. Taksi hareket eder. Adam köşebaşında yağmurun altında dikilir. Fondan Woody Allen’ın sesi bu “delice ilişki”nin yasını tutarak şu fıkrayı anlatır: “Adamın biri ruh doktoruna gider. “Doktor bey” der “kardeşim kendini tavuk sanıyor”. Doktor “bu çok ciddi bir durum” deyip, sorar: “Ne zamandır böyle kardeşiniz ?”. “Yirmi yıldır” diye yanıtlar adam. Doktor şaşkınlıkla içinde bağırır: “Niye daha önce bir şey yapmadınız ki ?”. Adam mahçup bir ifade ile önüne bakar: “Yumurtalara ihtiyacımız vardı”.
Yumurtalar ile başladık, yumurtalar ile bitirelim. İhtiyacımız olan yumurtalar ile…Bazen kırmak ihtiyacı duyduğumuz yumurtalar ile...
http://www.icgoru.com/content/view/25/2/
Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer