Forum

Arkadaşlar neden bu...
 

Arkadaşlar neden bu kadar çok biçim!

23 Gönderi
11 Üyeler
0 Reactions
7,302 Görüntüleme
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

Kavram kargaşası sonunda çözüldüğüne göre bir iki söz etmek istiyorum.

Şimdi bir kere biçim ile, sinematografik kuralları karıştırıyoruz sanırım. Biçim sadece "kurallar"dan ibaret değildir. Eğer durum bu olmuş olsaydı, sinematografik kuralları uygulayabilen filmler biçimsel anlamda kusursuz olurlardı ki bu pek de böyle değil. Televizyonda izlediğimiz üçüncü sınıf aksiyon-gerilim filmleri de en iyi şekilde kuralları uyguluyorlar, hani akstır, kadrajdır bahsetmişsiniz bu kurallardan bahsediyorum, ama hiçbiri bir Hitchcock filminin biçimsel dehasına ulaşamıyor. Biçim ile kural başka şeylerdir demek istiyorum.

Biçim ve öz tartışması çok yeni bir tartışma değil biliyoruz ki. Sadece sinemaya dair değil tabi ki bu tartışmalar. Koskoca sanat tarihi bu basit tartışmaya, ve bu tartışmanın arkaplanı olan sanat toplum için midir, sanat için midir tartışmasına indirgenebilir.

Başka bir forumda bundan yaklaşık iki sene kadar önce bir arkadaşla uzun süren bir öz-biçim tatışmasına girmiştik. Arkadaş katı bir biçim savunucusuydu. Hatta öyle ki, her filmin değerinin "sabit" olduğunu, öznel bir beğeninin söz konusu olmadığını iddia ediyordu. Bu derece sert biçim savunucuları olduğu gibi, bir filmin ne anlattığının nasıl anlattığından daha önemli olduğunu savunanlar da vardır. Tabi ki bu sinema için geçerli değildir sadece. Koskoca Osmanlı Edebiyat Tarihi, şiirde biçimin egemenliği altında geçmiştir biliyoruz. Aruz aruz aruz!
Yani aslında çok daha deriin bir konuyu tartışmaktayız şu anda.

Ben bu kutuplaşmada hiçbir şekilde bir tarafta
yer almıyorum. Yani benim için ne biçim özden önce gelir ne de öz biçimden. Çünkü ikisi de birbirnden ayrı düşünülecek şeyler değildir. Öz biçimi biçim özü şekillendir ve de tam tersidir. Her yönetmenin "öz" dediğimiz seçimi kendi sanatsal biçim algısına göre yaptığına herhalde kimse karşı çıkmaz. Durum bu olmamış olsaydı Hitchcock'un "Uzak" filmini, Nuri Bilge Ceylan'ın da "Birds" filmini çekmesini beklerdik mesela. Ya da şu şekilde bir soruyla anlatayım ne demek istediğimi: Cronenberg neden her filminde "insan bedeni,psikolojisi ve doğa" üçlemesi arasında gidip gelen hikayeler üzerinde durur. Ya da Tarantino'dan bir Ken Loach duyarlılığı bekleyebilir miyiz? Yöenetmenlerin herbirinin psikolojisi, yaşamları hayat algıları, elbetteki ilgi duydukları hikayeleri şekillendiriyor.
Fakat elbetteki bu yetmiyor. Yönetmene asıl ismini veren şey tabi ki de işte bu biçimsel anlatımı. Ben bu hikayeyi izleyiciye en iyi nasıl hissettiririm? Öyle kamerayı koy, önemli olan hikaye diye bir şey söz konusu değil tabi ki, hiçbir zaman da olmadı olamaz. Nazım Hikmet de aşk şiiri yazıyor, Posta gazetesinin Yurdumun Şairleri köşesine şiir gönderenler de! Peki nedir aradaki fark? Elbetteki biçim!
Yani biçimsiz öz pek bir işe yaramıyormuş!

Ama özsüz biçimden de pek hazetmiyorum.
Ama burada "öz"den kasıt de önemli. Öz deyince çoğumuz sürükleyici hikaye anlıyoruz. Bu da doğru değil ne yazık ki. Öz, anlamdır manadır. Nuri Bilge'nin Kasaba'sı kendisinin "en hikayesiz" filmidir sanırsam. Ama bir "öz" vardır yine filmde. Bir kasaba ailesinin özlemi sıkıntıları, çekişmeleri, umutları, hayalleri, bunlar hayatını içinde anlamı olan şeylerdir. Ama kusura bakmayın, Jean Claude van Damme'ın sürükleyici bir hikaye içerisinde önüne çıkan her adamı dövmesi benim için pek anlam ifade etmiyor. En azından yaşımım da bir kaşılığı yok! Yani her etkileyici hikaye etkileyici bir öze sahip olmuyor.

Sonuç olarak demek istediğim biçim ve öz tartışmalarında kutuplaşmanın olmaması gerektiği. Çünkü her iksiinin de birbiri üzerinde etkiye sahip olduğu. Öz hayatın içinde mevcut ve her zaman etkileyici bir hikayeye sahip olmak zorunda değil. Biçim ise öze değer katıyor, özgünleştiriyor, biz yapıyor.

 
Gönderildi : 09/07/2007 11:14 pm
(@ercin)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Kezzap çok teşekkür ederim,aklımdaki boşlukları doldurmamı sağlayan güzel ve faydalı bir yazı olmuş..

Neden bu kadar çok biçim diye sormamın en önemli sebebi izlediğim bir kısa filmde aynen seninde söylediğin gibi sinematografik kuralların çok iyi biçimde uygulanmasına rağmen hikayenin çok basit bir anlam ifade etmesinden duyduğum kaygıydı..Sanırım bu başlık "Neden bu kadar çok sinematografik kurallar." olmalıydı.Aslında,benim de biçimden kastettiğim yalnızca sinematografik kuralların uygulanması değildi;filmlerimizde oluşturmaya çalıştığımız atmosfer,sanatçının kendi hayal dünyası,kurgu ve kurgunun ritmi,yaratıcı kamera hareketleri,filmin rengi,sesi,dekoru,makyajı v.s. yani kısacası elimizdeki hikayeyi nasıl ve hangi biçimde anlattığımız..Bu tabi ki önemli ama yukarıda bahsettiğim tüm kavramları gerektiği gibi uygulayıp bize bişey anlatamamış bir filmin senin de bahsettiğin gibi tüm sinematografik kurallara uymuş bir dövüş filminden farkı olmayacaktır ve dolayısıyla bir değeri de olmayacaktır..Sanki,ülkemizde ki kısa filmciler sinematografinin kurallarını öğrenirken kendilerini o kadar çok kasıyorlar ki hayal güçleri,yaratıcılıkları köreliyor ve sinemaya değer katan eserler oluşturamıyorlar.Elbet biçim ve öz birbirinden ayrılamaz ama ben her şeye rağmen anlattığımız hikayenin özünün nasıl anlattığımızdan biraz daha önemli olduğunu düşünüyorum,sanatsal değeri olan yaratıcı ve farklı bir anlam çıkardığımız,kendine özgün bir üslubu olan filmler tabi ki eşsizdirler ve zaten hepimizin hedefi olmalıdırlar.

Sonuç olarak bence yaratıcı senaryolar yazıp bu bahsettiğimiz özgün anlatım biçimi oluşturup nitelikli eserler vermeliyiz.Yani bak kadrajı güzel ayarlamışım,aks ı ayarlamışım,ışık da güzel, kameram da güzel bak görüntüm net,montajı da iyi yapmışım,ses de iyi çıkıyor demekle bu iş bitmiyor,bunu öğrenmeliyiz ama kendimizi bu kadar çok kasmamalıyız.Bu benim fikrim ben bu kötü gidişe yalnızca kendimce bi teşhis koydum o kadar, kimbilir belki de yanılıyorumdur.

 
Gönderildi : 10/07/2007 12:25 am
 Düd
(@dud)
Gönderi: 0
 

Son eleştirine katılıyorum ercin, ama şuna katılmıyorum:

"Sanki,ülkemizde ki kısa filmciler sinematografinin kurallarını öğrenirken kendilerini o kadar çok kasıyorlar ki hayal güçleri,yaratıcılıkları köreliyor ve sinemaya değer katan eserler oluşturamıyorlar.",

Ben kendini geliştiren sinemacı pek fazla görmüyorum. Ha dediğin gibi güzel görüntünün her şey olduğunu sanan çok insan var ortada evet, ancak ortada kayda değer bir eser yok. "İyi bir film" diyebilmemiz için bence iki olay, kezzap'ın deyimiyle öz ve biçim, senin deyiminle öykü ve sinematografi, dengelenmeli. Anlamlı bir öykü, dengeli ve güzel bir sinematografi ile anlatılmalı. Ha ama Türkiye'de yaşıyoruz ve genelde Türkler tarafından eleştiriyoruz, yine "keşke sinematografiye daha çok önem verseydin" gibi saçma salak eleştiriler gelecektir. Ama Türkiye böyle bir yer, geliştirmek için değil ezmek için eleştiri yapılır burada.

KEzzAP çok güzel bir yazı yazmışsın. Eline sağlık. kkymn forumları ile ilgili umut depoladın içime resmen.

Bildiğim kadarının, anlatabildiğim kadarı.. Eylem Planı.
Ömrünüzde duymadığınız bir sporla ilgili Türkiye'de ve dünyada neler yaşanıyor diye meraktan çatlıyorsanız Laff Ultimate'a beklerim.

 
Gönderildi : 10/07/2007 1:33 pm
(@alone)
Gönderi: 76
 

Biçim tartışmasının temel ayırım noktası yetkinliktir.Sinetografi kurallarını mükemmel biçimde uygulayamıyorsan,onları kıramazsında.. 🙂 Daha doğrusu kuralları bilerek değil,farkında olmadan kırmış olursun.Bunun adı da sanat değil,amatörlük olur.

Aslında sanat denince belirli bir "kural" bütününden bahsetmek yanlış olur.Çünkü sanat yeniyi aramak,keşfetmek.Ama "sinematografi kuralları" olarak nitelediğimiz şeyler,kuraldan öte çekilen ve birbiri ardına sıralanan görüntülerin izleyici tarafından doğru olarak algılanma koşullarından ibaret.Mesela aks çizgisini ele alalım.Aks çizgisi ne işe yarar? Bizi ekranda her planda durup dururken bir sağa bir sola zıplayan karakterlerden kurtarır ve izleyicilerin filmi izlerken dikkatinin dağılmasını önler.İzleyici filme daha rahat konsantre olabilir.Ya da devamlılık..ekranın sağından çıkan bir karakter,yine sağından girerse izleyicinin kafası karışmaz mı?

Böyle bakınca "sinematografi" nin aslında kurallar değilde sadece bir mantık bütünü olduğunu farkediyoruz.

Sinematografinin hayal gücünü körelttiğine inanmıyorum.Kamerayı 180 derece içinde doğru yere yerleştirmekle,hayal gücünün ne ilgisi var? Sınırlıyor mu diyorsun? O zaman bir iki saniyede kamera akarken aksı atla,izleyici öbür tarafa geçtiğini görsün.Ve 360 derece,"sınırsız hayal gücü reloaded.."

Bu tartışmanın en bilinen isimlerinden birisi Andrey Tarkovski'dir.Kuralları kırma çağrısı yapar.Ama enteresandır ki;Tarkovski filmlerine bakarsanız bu kuralların bir çoğuna mükemmel denebilecek düzeyde uyduğunu,bir çok kuralların uygulanışının güzel örneklerini verdiğini görürsünüz :)Tarkovski "kuralları kırmak" derken,sadece (farkedilmeyen) hafif kurgu ile rahatsız edici kurgu arasındaki ayrımdan bahsediyor.

Sabit kamera kullanmazsınız,kadrajlarınız yamuk olur,yapay ışığı reddedersiniz.Bu devamlılığı atlayabileceğiniz anlamına gelmez.Ama belli bir yetkinliğe ulaşmışsınızdır.Spielberg,Trieer,Nuri Bilge Ceylan olmuşsunuzdur.buyurun darmadağın edin:) aslında bu resim sanatında neden normal bir insanın tabloya koyduğu noktanın sadece bir nokta olurken,bir ressamın koyduğu noktanın "sanat" olarak nitelendiği ile aynı cevaba denk düşmektedir.Yetkinlik..Yani ne yaptığını iyi bilmek..

Konuyu açıklayabilmek için farklı bir örnek daha vereyim.Sinema tarihine bakalım. Lumiere'lerin çektiği filmler kısa film midir? Evt diyenler çıkabilir,ama hayır.Değildir.Evet zamanları kısa..Ama Lumiere'ler kısa film çekmeye mecburdu.Çünkü kameraları 15 metreden fazla film almıyordu.Ne zaman sinema teknolojisi gelişti,uzun metrajlı filmler çoğaldı,yaygınlaştı.Kısa film çekmek mecburiyet olmaktan çıkıp tercihe dönüştü..İşte o zaman kısa film tarihi başladı.Bütün alternatifleri bilip,siz kendi tercihinizle bir şeyi seçiyorsanız onun anlamı olur..

Biçimi bu kadar savununca "öz"ü atladığımı düşünmeyin.Öz,biçimden önemli.Biçim asla birinci planda olmamalı.Biçim,özün önüne geçemez.hiç kimse bir filmi "sinematografi kurallarına mükemmel uymuş" diye beğenmez zaten.Dünyayı Kurtaran Adam filminin yönetmeni Çetin İnanç'ın eski bir açıklaması vardı.Diyordu ki İnanç :" Filmimi dünyanın en kötü filmi seçmişler.Bir baksınlar bakalım,bir tane aks atlamış mıyım? Bir tane devamlılık hatası var mı? Bütün kurallara uyarak dünyanın en kötü filmini yaptım.Hadi yapabiliyorsanız siz yapın.Bütün kurallara uyup dünyanın en kötü filmini çekin.." 🙂 (Bir "trash film" hayranı olarak Dünyayı Kurtaran Adam filmine hasta olsamda ) Neymiş? Kurallara uymak iyi film çekmek anlamına gelmiyormuş..Öz yoksa kurallara uymanın hiç bir anlamı olmaz. Ama filmi çekerken kuralları uygulayamışsanız hatalar göze çarpar,izleyici filme adapte olamayabilir.

Şöyle formüle edeyim:

Öz yok + sinematografi var = Anlamsız
Öz var + sinematografi yok= Eksik
Öz var + sinematografi var = Başarılı
Öz var+ yetkinlik + sinematografi bilerek atlanmış = usta işi 🙂
Öz yok+ sinematografi yok+ yetkinlik yok = Benim Sinemalar'ımdaki filmlerin yarısı (birileri çok kızacak 😀 )

Umarım ne demek istediğimi anlatabilmişimdir.

 
Gönderildi : 10/07/2007 6:43 pm
(@ercin)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Arkadaşlar;bu mevzuda konuşmak,farklı düşünceler duymak ve ufkumu genişletmek istiyordum,bu konu nihayet amacına ulaştı, sağolun ve varolun.. 😉

 
Gönderildi : 11/07/2007 6:37 am
(@payitaht)
Gönderi: 0
 

teşekkürler kezzap, alone, eglia ve erçin.

yazılar gayet güzel..

 
Gönderildi : 12/07/2007 1:40 am
(@biber)
Gönderi: 0
 

slm bikaçşey eklemek istedim ben de
Sanki,ülkemizde ki kısa filmciler sinematografinin kurallarını öğrenirken kendilerini o kadar çok kasıyorlar ki hayal güçleri,yaratıcılıkları köreliyor ve sinemaya değer katan eserler oluşturamıyorlar

Sinematografinin hayal gücünü körelttiğine inanmıyorum.Kamerayı 180 derece içinde doğru yere yerleştirmekle,hayal gücünün ne ilgisi var? Sınırlıyor mu diyorsun? O zaman bir iki saniyede kamera akarken aksı atla,izleyici öbür tarafa geçtiğini görsün."

eğer ülkemizdeki kısa filmlerde bi sorun varsa(!) önceliğin yeterli film izlememekten kaynaklandığını düşünüyorum aksı veya devamlılığı bilmekten değil..
sanırım bu konuda ercinoztas'a hak veriyorum.. o tür terimlerle uğraşmana gerek yok çünkü yeteri kadar severek film izlediysen o kısımlar zaten sana hatalı gelir düzeltirsin nedeninin 180 derece kuralından geldiğini bilmesen de doğru yaparsın ..ama o kurallar somut olarak hep kafanın bi köşesinde varsa (öyle yapmazsam yanlış olur düşüncesiyle kontrol zayıflar) bunun yaratıcılığı etkilediğini düşünüyorum içine girdikçe derinleşen bu sinema olayında film izleyerek kontrolün elde tutulabilceğine inanıyorum ...

Şöyle formüle edeyim:

Öz yok + sinematografi var = Anlamsız
Öz var + sinematografi yok= Eksik
Öz var + sinematografi var = Başarılı
Öz var+ yetkinlik + sinematografi bilerek atlanmış = usta işi

bu förmül olayına tamamen katılıyorum

Dogma içeriğe müdahele etse de daha çok biçimsel bir çabadır. İtalyan Yeni Gerçekçiliğinin bir günümüz uzantısıdır diyebiliriz.

dogmanın bir yeni gerçekçi uzantısı olmaktan çok uzak olduğunu düşünüyorum..sonuçta ikisi de set kurmuyor olabilir ama amaçları arasında fark var yani iksinin gerçekçiliği farklı.. biri gerçekçi görünmek için biri ise gerçekleri göstermek için böyle bi yola başvuruyor.. dogma eğer bi uzantıysa olsa olsa fransız yeni dalgasının uzantısı olabilir.

 
Gönderildi : 16/07/2007 5:13 pm
(@eskici)
Gönderi: 0
 

Herkes elinden geldiğince bir şeyler çekmeye çalışıyor,her gün bir çok kısa film izliyoruz..Ama way bee çok yaratıcı,evet işte film budur dediğimiz, çok az film izliyoruz gibi geliyor bana...Hemen de teknik yetersizliklerin arkasına sığınıveriyoruz..Bunun nedenin kısa filmciler üzerindeki biçim kaygısının hadsafada olmasından kaynaklandığını düşünüyorum.Acaba şu kadraj yamuk mu olmuş,bu kamera hareketi şöyle böyle olsunlarla çok fazla uğraşıpta özdeki yaratıcılığımızı mı öldürüyoruz?

Bu sorunun cevabını can yücel veriyor."Türkiyede her üç kişiden dördü şairdir".

Kısa film dünyasında da durum farklı değil.Bunun sebeplerini madde madde açıklamaya çalışacağım.

1.Söyleyecek bir sözü olduğu için değil, elinde sadece kamera olduğu için veya bir şekilde kamera temin etme imkanı olduğu için film çeken bir çok insan var.

2.İzlediği film sayısı, filmindeki plan sayısını geçmeyen bir çok dahi! yönetmen var.Mahsun bunların piridir.

3.Bir film çektiğinde burnundan kıl aldırmayan, nerede ne hatalar yaptım bana akıl verin demekten korkan kişiler film çekiyor.Bunların piri de yılmaz erdoğandır.Seyircisiz filme ödül verdiler deyip karpuz kabuğunu beğenmemişti.

 
Gönderildi : 18/11/2011 8:40 pm
Sayfa 2 / 2
Paylaş: