Youtube'u yanlış anlıyorsun bence sade vatandaş. Demişsin ki; konvansiyonel medyaya göre çok daha büyük bir teknokapitalizm mecrası.
Esasında yukarıda yazdığımı okursan, buna kısmen hak verdiğimi görürsün. Fakat eleştirilerim var.
Evet, neticede her ne şartta olursa olsun, kontrol onların elinde, para da güç de.
Fakat konvansiyonel medyaya göre en büyük fark, hem üretimde, hem de tüketimde geleneksel anlamda kapitalizmde hiç olmayan bir şekilde sıradan insanın otonomisine de dayanıyor olması. Yani paranın sahibi olan; 1) içeriğe karar vermiyor 2) içeriği üretmiyor 3) hangi saatte neyi izleyeceğimize karar vermiyor. (Yukarıda eleştirdiğim üzere bu biçimden sapmaya başladı. Dolaylı yollardan bunlara müdahale ediyor)
Elbette bütün bu meselenin dayandığı temelin üreticiyi özgürmüş-güçlüymüş gibi hissettirerek para kazanmak olduğunu biliyorum. Fakat bunun klasik anlamdaki kapitalizmden farklı bir yan etkisi var. O da şu; sermayeyi işçiye hiç olmadığı kadar bağlıyor. Elbette ki kapitalist her halükarda işçiye bağlıdır, çalıştıracak kimseyi bulamazsa o da yok olur, fakat orada sahip olduğu güç, o tip işçinin kolaylıkla ikame edilebilir düzeyde vasıfsız olması. Fakat artık youtube içeriğini üreten kişiler, rahatlıkla ikame edilebilir kişiler değiller çünkü üretilen ürünün üzerinde çok büyük kontrol sahibi durumdalar. Israrla altını çiziyorum bu sahip oldukları mutlak gücü değiştiren bir şey değil, youtube'un ipleri elimizde demiyorum, elimizde olsaydı bu başlık ortaya çıkmazdı, lakin yarattığı yan etkinin örgütleyebileceği alternatif bir toplumsallığın da olduğunu belirtiyorum. Dolayısıyla burayı bir kavga alanı olarak görmek lazım. Youtube ekonomik anlamda gerçekten merkezileşmiş bir kontrol aracı olabilir ki öyle de. Ama alternatif bir özerklik alanı da. O alternatif özerklik de, toplumsal bir dayanışmayı örgütleyebildiği ölçüde anlamlı.
Bu konularla ilgili akademik mecrada çok yazıp çizdim aslında.
Daha kuramsal boyutlarıyla bu meseleyi tartıştığım bir makale var, ilgisini çeken varsa okuyabilir.
https://goo.gl/dJqorL
Öte yandan bu işe yeni girmiş biri değilim. 11 senedir evvela bilinçsizce fakat daha sonra kuramsal açılardan desteklenmiş bir gerilla filmcilik yöntemi üzerine düşünüyor, uyguluyorum.
Bu işlerin ne kadar meşakatli olduğunu gerçekten çok iyi biliyorum. 1,5 sene boyunca aldığım piyasa normallerinin altındaki bir araştırma görevlisi maaşıyla uzun metraj film çekmeye çalışıp, desteksizlikten filmi devretmek zorunda kaldım. Film de ortaya çıkmadı henüz. Daha büyük bir hayal kırıklığı olamaz sanırım. Ben benim yaşadıklarımı başkaları yaşamasın istiyorum. Gerçekten yetenekli insanlar bireysel başarılarının peşinde değil ortaklaşa birbirlerini yukarı çıkararak ve alttan yenilerine de el atarak yükselsinler istiyorum.
Neticede sorun yöntemin kötülüğünden ya da yanlışlığından kaynaklanmıyor. Sadece dediğiniz gibi süreç meselesi sanıyorum.
Burada ara bir yol var. Basitçe emeğimi bir yerlere satarak, bu alanda özerk olabilirim ki muhtemelen öyle olacak.
Bunun böyle olmak zorunda olmasının sebebi de dayanışma eksikliğidir.
Bir yandan düğün videosu çeken, reklam filmi çeken, sonra da gerilla film yapımı öğretmeye devam eden birisi olmak da mümkün ve tahminim tek yol şu an için.
Buradaki amaç zaten çok basit, üç beş yeni ekipman yazılım parası çıkartmak ve sizlere öğretmek, tabii ki de kendimi de geliştirip, geçimimi sağlayacak işler yapabilmek.
Youtube'tan geçimimi kazanamayacağımın zaten fazlasıyla bilincindeyim.
Bir iki noktada anlaşılmadığımı (veya iyi anlatamadığımı 🙂 düşünüyorum.
Öncelikle
@factotum "otonomist bir bakış açısının gerilla olmakla tezat olabileceğini düşünmüyorum" demişsin, ben de aksini iddia etmiyorum. Elbette hangi otonomi diye sorabiliriz ama tahminen bu konuda da anladığımız şey birbirine yakındır sanırım. "İmkansızlık" meselesine gelince bu ifadeyi bu tip mecralarda uğraşmaya gerek yok anlamında söylemediğimi yazının son cümlesini "arkası gelir" lafıyla bağlamamdan çıkartabilirsin. Bir imkansızlık daha çok youtube'un sağladığı iddia edilen "özgür ifade" alanının onu yaratan ekonomi-politiğin çizdiği kaba sınırlarla çevrili ve kısıtlı olması ile ilgili. Dolayısıyla youtube'u veya bugünkü hiç bir sosyal medya alanını daha önceki kitle iletişim araçlarının sağlamadığı yeni ve büyülü bir siyasal bir savaş alanı olarak görmüyorum.
@Kezzap'ın eleştirilerine gelince... orada doğrudan konunun özüne ilişkin daha esaslı bir kaç nokta olduğunu düşünüyorum. Ama katılmadığım noktalar var.
"...Fakat konvansiyonel medyaya göre en büyük fark, hem üretimde, hem de tüketimde geleneksel anlamda kapitalizmde hiç olmayan bir şekilde sıradan insanın otonomisine de dayanıyor olması. Yani paranın sahibi olan; 1) içeriğe karar vermiyor 2) içeriği üretmiyor 3) hangi saatte neyi izleyeceğimize karar vermiyor. (Yukarıda eleştirdiğim üzere bu biçimden sapmaya başladı. Dolaylı yollardan bunlara müdahale ediyor).." demiş @Kezzab; bence bu sıradan insanın otonomisine dayanma fazla iddialı bir tespit, 90'lardan beri özellikle Avrupa'da pek çok Postmarksist tez de (@kezzabı tenzih ediyorum) bu tip önkabulleri şartsız bir doğru olarak kabul etti. Hatta son derece iddialı bir şekilde "Bilgi yoğun teknolojilerin ortaya çıkışıyla birlikte değer ilişkisine dayalı üretimin çöküş sürecine girdiğini" ilan ettiler. Oysa ki 18.yy'dan beri aralıksız olarak sürekli üretim araçlarını geliştiren/değiştiren kapitalizm bunu aynı zamanda tüketimi yaygınlaştırma ve kalıcılaştırmak için de çeşitlendirdi ve yaygınlaştırdı. Bunu yaparken kabaca söyleyecek olursak ne o meşhur emek-sermaye çelişkisini bir nebze olsun hafifletmeyi düşündü ne de üretim araçları üzerindeki mutlak hakimiyetini zerre azalttı. Üstelik metalar ve onlara ulaşma yollları giderek kolaylaşır ve "koca" dünya giderek küçülürken!
İşte tam da bu sahip olma gücü, içeriği (yada ürünü/eseri) denetleyebilme ve onun kime ne kadar gideceğini BELİRLEME gücünden kaynaklanıyor. Doğrudur kapitalizm kördür ve yeteri kadar karlıysa kendini asacak ipi de satarar:) Ancak günümüz kapitlazminin en büyüklerinden biri ve dolayısıyla en iyi örgütlenmiş sektörü haline gelen bu alanın içeriğinin sıradan insan tarafından üretildiği iddiası bugün için çok büyük bir iddiadır. Neden mi? Bahsi geçen "sıradan" insan zaten sıradan olması koşuluyla söz konusu içerikleri üretebilmektedir. Bu acı tespitin kendisi "sıradanı" tek başına küçük ve önemsiz bir kukla yapmaz ama sıradana sınırlarını her fırsatta hatırlatır. İtirazımın esası da özetle budur. Yeni teknolojilere veya kitle iletişimin yeni araçlarına kapalılık değil onların sınırlarının ve onların taşıdığı "olanaksızlıkların" farkında olma bilincidir. Bu yüzden özellikle sanatsal üretimde en etkili metodun (ilk adımda!) en geniş kitleye ulaşma çabası değil ulaşılanların sanatsal/siyasal olarak dönüştürülebilirliğine odaklanmak olduğunu düşünüyorum. Tabi ki buradan her tür avangartlık veya underground teori de çıkabilir ya da çok daha esaslı ve kalıcı bir sinemasal anlatı da! Bence günümüzde soyut bir "bağımsız sinema" iddasına göre gerilla filmciliğin farkı/şansı ve gerçekliği burada yatmakta.
Ayırca @Kezzap gönderdiğin makale için teşekkür ederim. İlk fırsatta okuyacağım.
Sanırım bu konudaki düşüncelerinin özeti http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/1119/siyasal-bir-imkan-olarak-gerilla-film-yapimi burada. Yazıda kullandığın bir bölümden yola çıkarsam seninle farklı düşündüğümüz kısım daha somut anlaşılır galiba.
"Eğer ki politik bilinçlenmeyi, birilerinin başkalarına bir şey öğrettiği bir süreç olarak değil, kişinin kendisinin ne olduğunu farkkettiği bir “aynada kendini görme” hali olarak düşünürsek bu teknolojinin böyle bir politik bilince yol açabilmesi de olasıdır, aksi örneği olan “selfie”ler aracılığıyla bir “sıkışmayı” yeniden yaratabileceği gibi." diye bitirmişsin. Magritte'in eşsiz Pipo tasvirine "Bu bir pipo değildir" diyen Foucault'a dönecek olursak (Postmarksizim dedikten sonra bu örnek de ilginç oldu ama neyse 😀 ) şeyerin tasviri ve bunları tasvir eden sanat ile o şeylerin kendi varlıkları ayrı ve zaman zaman pek de birbirine benzemeyen şeylerdir. O sebeple kamerada kendini gören insanla selfi çeken arasında niyet farkı dışında eylemsel olarak büyük bir fark yoktur. İkisi de ekranda kendi yansımlarını seyretmek için o kameranın önündedir. Farkı ve görüntünün politik sonuçlarını yaratan ilkinde kameranın bir başkasının "kurgusunu" yaşama geçirmek için çalıştırılmış olmasıdır. Youtube'de "play tuşu" her zaman üstüne tıklayanın olmadığı gibi yükleyenin (içerik sahibinin) de değil o içeriği saysısız kez filtreleyerek tasnif eden ve karşına getiren site sahibine aittir. Sadece ekonomipolitik değil "fikri mülkiyet hukuku" da böyle diyor 🙂
Sonuç, bu kadar lafa karşın bize düşen önce üretmeyi başarmak sonra da üretimimizi mümkün olan her mecrada kullanmak olsa gerek. İşte bu noktada seninle anlaşabiliriz bence, ne dersin?
"Ben istiyorum ki; film, siz sinema salonunu terk ettikten sonra başlasın." Jacues Tati
3-4 paragraftaki kısımla ilgili tartışmaya şimdi girmek istemiyorum.
Çok daha detaylı tartışmalar içeriyor. Başka bir vesileyle konuşursak konuşalım.
2. paragrafta savunduğun ve bana yönelttiğin eleştiriyi zaten gönderdiğim makalede ben savunuyorum, detaylı, kuramsal ve alan çalışmasından bilgilerle.
Fakat yine de otonom çabalarda bir potansiyel görmeye de devam ediyorum.Sadece bilinenden farklı kurguluyorum.
sade vatandas kendi yazdıklarımı kendime tercüme etmekte zorlandım. Sarhoşken yazdığım için özürdilerim.
İletişim problemi yaşadığımız konunuyu şöyle özetlemek istiyorum.
"Adından da anlaşılabileceği gibi "gerilla" filmcilik konvansiyonel ve büyük bir güce karşı (mesela TV, dağıtım tekelleri vb.) yerel, küçük ama daima hareketli olan bir sinemasal direniş formunun adı."
ve
"Elbette hangi otonomi diye sorabiliriz ama tahminen bu konuda da anladığımız şey birbirine yakındır sanırım."
Gerilla ve otonomiyi daha önceden keşfedilmiş kalıplara sokmak istemişsin. Zamanında babalar soktuğu için buna yönelmen de çok normal. Fakat sen formdan bahsederken ben aksine formsuz; şu an için abstrakt kalan, daha keşfedilmemiş bir şeyden bahsetmeye çalışıyorum.
Mesela gerilla politik ya da coğrafi olmak zorunda değildir ve mesela otonomist bir aksiyon marksist ya da etik olmak zorunda değildir. Bu kelimeleri etimolojik anlamda ele almak gerekiyor tartışabilmemiz için. Yoksa iş karşılıklı demagogluktan öteye gitmeyecek gibi duruyor.
Şimdi teorileri bir yana bırakıp gerçeklerden bahsetmem gerekiyor.
Bilmiyorum yaptıkları Süs ve Gerçekten Fazlası Değil isimli filmleri izledin mi? Adamlar az kalsın Türkiye Yeni Dalgası'nı yaratacakken, tahmince bir yerlere gelmiş üç beş tekniğe takılan adamın, motivasyonlarını kırarak bu değişimi engellediğini düşünüyorum. Raw, Color, Işık bilmem ne gibi gibi kavramlara kafa yorup yeni sinemacılara öğretmek istemesinin içsel nedeninin de bu olduğunu düşünüyorum. 1-2 yumruk daha atsalardı belki Nuri başkan yerine bu adamları konuşuyor olabilirdik. Aslında inanılmaz öfke duyulacak bir olay. Nasıl bırakırlar, nasıl biçim fetişizmine köle olurlar diye içten içe de öfke duymuyor da değilim. Şimdiyse, heyecanını kaybetmeyip bambaşka şekilde bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bu emeği demotive(istemeyerek de olsa) etmeye çalıştığın için de sana yazmak istemişimdir muhtemelen.
Youtube'un neo-konvansiyonel medya olduğunu ima etmişsin. Göz ardı ettiğin şey Youtube'un bir AI olduğu gerçeği. Ritmi insan değil robot belirliyor. Tabii insan kafesinde bir robot. Arpasını da markalar veriyor. Ama bu Patreon olayıyla arpasını tüketiciler vermeye başlayınca, görelim bakalım neler oluyor. Yani diyorum ki bilemessin belki de bu robot dışarıyı kafese çevirebilir. Ve bu durum bence çok da distopik bir durum değil. Bayağı olağan yani. Belki de kendini anarşist görenlerin konvansiyonel kalacağı bir mecra olabilir Youtube. Bunu da sen, ben değil zaman bize anlatacak.
Eyvallah factotum biraz da duygulandım açıkçası tuhaf bir şekilde süs ile ilgili yazdıklarına.
Evvela film çekmekten vazgeçmedim onu belirteyim. Senaryolar var, Süs'ü birlikte yazdığımız @hegel ile yazdık. Üç tane, bence standart üstü işler. Ama çekemiyoruz. Para yok. Oyuncu yok. Destek yok. Açıkçası burada forumda debelene debelene, bir yandan hayatımızı idame ettirmeye çalışırken bir yandan etik duruşumuzu muhafaza edelim diye diye sınırlandık belki de. Yeteneksizim belki de ne bileyim abi, bu da bir olasılık. 🙂
Ama neticede sinema için bir şeyler yapma ateşi sönmüyor içimde. Şu an param yokken ne yapabilirim, birilerine bir şeyler öğretebilirim diye düşünerek çıktım bu yola.
Biçim fetişizmine köle değilim sanırım, evet daha fazla önemsiyorum eskisine oranla, fakat bir şeyler yapmamamın sebebi o değil.
Cidden elimizde istediğimiz filmi çekebilecek esneklik yok. Bir film çekmeye çalışıp, istediğim gibi yapamama durumundan sıkıldım. O esneklik oyuncu ve mekandan kaynaklanıyor, yoksa az çok istediğimiz estetiği yakalarız. Projeler bekliyor bir köşede. İmkan çıktığı an yaparım. Şu an devam etmekte olan işler de var. Bir uzun metraj belgeselim var, halk sağlığı ile ilgili, kurguda. Ne zaman çıkar bilmiyorum ortaya.
Dertlendim yine gece gece, ama iyi geldi dertleşmek.
Hocam, kanalınızda tanıtmamışsınız derken YouTube profilinize bilgi olarak girmemişsiniz demeye çalışmıştım. Biliyorum aşırı bir yükseliş sağlamaz ama kanalı sürekli takip edenler için sağ üstte bunu sürekli olarak görüp hatırlamak, teşvik edici bir etki yapar. Benim takip ettiğim kanallarda bana bu etkiyi yapıyor. Uzun vadede az da olsa etkisi olur. Şu kanalda sağ üst taraf örneğin:
https://www.youtube.com/channel/UCNCVuaQDvPrZ4oTKG90iqOA
Motivasyonunuzu açıkladığınız kısmı okuduğumda bağlantı kurmak hiç de zor olmadı aslında. Sonuçta bu forumun da amaçlarından biri tanımı yaptığınız tarzdan çalışma şeklini teşvik etmek gibi duruyor. Üye profili de böyle bir sistemi hayal edenlerden oluşuyordur zaten. Şaşırmamızı sağlayacak olan motivasyonunuzun ne olduğundan ziyade ne kadar güçlü olduğu. Çoğumuz sinema konusunda tünelin ucunda ışık görmeyi bırakıyoruz. Hayattaki diğer dertler ağır basıyor ve aynı hayalleri, planları bir köşede bırakıp gidiyoruz. Bundan kendimizi alıkoyabilsek bile yardımlaşmaktan ziyade kendimizi geliştirmeye odaklanabiliyoruz. Sizin ve üreten, destekleyen diğer arkadaşların bu tutkunuzu canlı tutabilmeniz takdire şayan. Umarım kanal da planladığınız noktalara gelir.