Forum

Urbanbugs

75 Gönderi
39 Üyeler
0 Reactions
12.5 K Görüntüleme
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

Aylardır "izleyemedim bi türlü" diye hayıflanıyordum. Sonunda izledim.
Harika bir film. Dopdolu metin, harika bir kurgu, on numara renkler, yönetim...
Zaten çuvalla ödül aldı ve hayret, ödülcüler bu kez saçmalamamış.
Her türlü övgüyü hak eden bir iş. Ve ayrıca ülkemiz için apayrı önemi olan bir belgesel.
Graffiti ülkemizde fazla konuşulmuş, fazla incelenmiş bir mecra sayılmaz, film bunu layıkı ile yapıyor ve bir anlamda öncülük görevi üstlenmiş oluyor.

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 13/02/2012 1:40 pm
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

(Film üzerine yazdığım inceleme metni. İzlemeden okumak gibi bir gereklilik yok gibi. Aynı zamanda filmi tanıttığı da düşünülebilir)

URBANBUGS…

Sinema belgeselle başladı.

Sinemaskopu icat eden ve ilk toplu gösterimleri yapan Lumiere Kardeşler birer belgeselciydi. Sinema tarihinin ilk uzun metraj belgeseli olan Kuzeyli Nanook’un (Nanook of the North) yapım tarihi olan 1922, uzun metraj filmlerin popüler olma (Chaplin ilk uzun metrajı olan The Kid’i 1921’de çekmişti) tarihlerine denk gelmektedir. Vertov “sinema göz” kuramı ile sinemanın temelde zaten belgesel olması gerektiğini, gerçeği resmetmesi gerektiğini iddia etmişti. Yıl 1929’du. Sinema hala biçimlenmeye devam ettiği yıllar…

Evet, kamera gerçekleri resmetmede çok güçlü bir araçtır. Ancak sinema dünyasında konu ne zaman belgesele gelmiş, kamera ne zaman gerçeği resmetme iddiasında bulunmuştur, tartışma o noktada asla eksik olmamıştır. Kuzeyli Nanook’un yönetmeni Robert J. Flaherty’nin bir yalancı olduğu, bir belgeselci değil bir “kurmaca belgeselci” olduğu iddiası hiç de yabana atılacak gibi değildir. Çünkü gerçeği resmetmek gerçekten çok büyük bir iddiadır. Ve sinemacı, kamerayı koyduğu yerle bile kişisel bir tercih sunmakta ve olan bitene yorum katmaktadır. Zaten doğası gereği bir şeyi iletme süreci, ilettiğiniz şeyin veri kaybı yaşamasını kaçınılmaz kılar. Gerçeği olduğu gibi görmek istiyorsanız o gerçeği bizzat deneyimlemek zorundasınız.

Buradan hareketle, madem konforlu koltuğumuzda gerçeği eksiksiz deneyimleme olanağımız yok, bu durumda gerçeği bize ileten kişinin gerçeği resmetme yolunu, onu ele alışını ve bize sunuşunu incelemek durumundayız. Bu incelemenin amacı şu: Bu tür bir iletimde, mevcut verinin (yani gerçeğin) ne kadarı ve daha önemlisi hangi kısmı kayba uğramış acaba? Belgeselciyi, tüm gerçeği eksiksizce iletememesi sebebi ile yargılamamız ne kadar acımasızca bir tavır ise onun filmine kattığı yorumu incelemek de o kadar hakkımızdır. Çünkü belgeselcinin birçok tercihi, ele aldığı konu ve o konuyu resmeden filmi ve haliyle biz izleyicileri üzerine yaklaşımını açık eder.

En özet haliyle, Urbanbugs’ın incelediği konuya kattığı şeyi belirtecek olursak: Graffiti olgusunun dışlanmış olmasına ya da en nazik söylem ile “şüphe ile yaklaşılan” bir şey olmasına bir tepki Urbanbugs… Urbanbugs, konu edindiği gerçeğe ciddi bir sempati besliyor, onu resmen seviyor. Ve bizim de işlediği konuya aynı sempatiyi beslememizi sağlamak için elinden geleni ardına koymuyor.

İlk bakışta, bir belgeselcinin, işlediği meseleye sempati (ilgi değil… Konumuz bağlamında ikisi apayrı şeyler) beslemesi şüpheli bir durum aslında. Ancak Urbanbugs’ın değeri, önemi, başarısı da burada ortaya çıkıyor; sempati beslediği konuya olan şefkatini çok şık görselliğinden, resmettiği dünyayı gerçek hayatta olamayacak kadar güzel sunmasından anlıyor isek konu üzerine netleştirmeye çalışacağımız fikrimizi bir tarafa çekme çabasında olmadığını da mikrofon uzattığı kitlenin tüm söylemlerini ve fikir birliğine varamamış olduğu meseleleri tarafsızca kayda almasından anlayabiliyoruz.

Ersoy, kendi dünyalarını anlatma şansı bulmuş graffiticilerin söylemlerini pek de özenle seçmiş gibi görünmüyor. Film, sunduğu görsel estetik ile ne kadar “gerçeği çarpıtır” gibi görünse de metni ile o derece objektif davranır durumda. Çünkü dinlediğimiz röportajlarda azımsanamayacak miktarda birbiri ile çelişen, netleşmemiş hatta belki anlaması güç düşünce ve iddia var. İşte Ersoy, bu çelişki ve tutarsızlıkları çekinmeden kurgusuna aldığı halde konu edindiği dünyayı bu derece estetik sununca bir şeylere özendiriyor olmuyor, aksine konuya şüpheyle yaklaşmamız konusunda bizi özgür bırakırken, bu durumun (yani konunun bazı tutarsızlıklar ya da çelişkiler içermesinin) meseleye tutturulacak bakışla değil, meselenin neresinde olduğumuz ile ilgili bir şey olduğunu söylemiş oluyor. Hangi fikre, hangi yaklaşıma, hangi düşünceye hak verdiğiniz önemli değil, Ersoy’a göre önemli olan şey griffitinin dışlanmaması gereken, söz konusu dışlanmanın, söz edilen tutarsızlıklar ve çelişkilerden bağımsız bir şey olduğu.

Estetik… Sanatın en temel malzemesi olan estetik… Sanat, her ne sunarsa sunsun, sunduğu şeyi öncelikli olarak tek bir yol ile izlenesi kılar: estetik sunar. Sunduğunuz şey istendiği kadar garip, yadırgatıcı, uzak durmak istediğimiz bir şey olsun, onu estetik sunar. Güzel sunar. Ve biz o güzelliğin çekiciliği ile sanatçının söylemine kulak kabartırız. İşte Urbanbugs da, ilk bakışta dışlanmış, hor görülen ya da en nazik söylemle “şüpheyle yaklaşılan” bir kitleye kulak vermemiz için gereken her şeyi yapıyor. Onu estetize ediyor, renklendiriyor. Ve bu estetize etme ve renklendirme çabası sadece duyulan sempatiden kaynaklanmıyor. Graffti zaten kimine göre bir sanat ve graffitici de bir sanatçı. Bir sanatı, bir sanat dalını tanıtmaya soyunmuşsanız, onu hak ettiği görsellikle resmetmeniz kaçınılmaz. Çünkü graffiti zaten ister ister iletişim, ister tepki (ki bu da bir iletişim) isterse de “being fame” (meşhur olma) için yapılsın temelde estetik sunan bir şey.

Tabi film sadece estetik sunmayla uğraşmıyor. Graffiticilerin söylemleri, yukarıda belirttiğimiz gibi kendi aralarında bazen çelişse de her şekilde çok derin, düşünsel ve bu kişiler hiç de öyle sanıldığı gibi uzaydan gelmiş tiplemeler değil. Hemen her graffitici kendince ayrı bir motivasyonla duvara yaklaşıyor ya da işine bir bakış açısı oluşturuyor ise de temel ortaklık yine iletişim kurma… Ve işin yakıtının iletişim çabası olması, iletişim çağı olduğu iddia edilen bir dönemin öne çıkan özelliklerinin karşısında çok ciddi bir ironi sunuyor. İletişmeye ciddi biçimde ihtiyaç duyan ancak bunu, ancak dayatılanı kullanarak icra edebilen genel iletişen kitlenin tepkisini alan bir grup graffiticiler. Buradan anlaşılıyor ki iletişim çağının insanı, ancak onun iletişme yöntemini kullandığınız sürece sizinle iletişime geçiyor. Graffiticinin bu yolla iletişim kurduğunu anlayamayan bir kitlenin yumuşak karnını açık eden ve bu yolla aslında “iletişim çağı” olgusunu (ya da bu çağın insanı olduğunu iddia edenleri tanımlayan birçok şeyi) tuzla buz eden bir iş haline geliyor Urbanbugs. Görebildiğim kadarı ile filmin en şaşırtıcı, önemli, daha önce benzerine fazlaca rastlamadığımız tespiti bu.

Bunun dışında graffitici, sadece genel iletişen kitle dışında görece daha aynı mecra insanı olarak görülebilecek kişilerden de dayak yiyor. Zaten filmde netleştirilemeyen, kendi içinde fikir birliğine varılamayan bir konu bu: Graffitici eğitimli midir? Entelektüel midir? Aslında hepsinin belirli bir yeteneğe, beceriye ve tabii ki yaratıcılığa sahip olduğu su götürmez ama bu başlık altında filmin özellikle vurgu yaptığı konu daha da önemli: Graffitici ister eğitimli olsun ister eğitimsiz, yalıtılmışlığın karşısında olan kişi mutlaka. Aynı işi sergide sanat, sokakta kirlilik olarak gören, sokaktaki insanla ve halkla bire bir iletişime geçmekten kaçınan, kendini kalabalıklardan uzak tutmaya çalışan (ki bunlar ister sanatçı ister değil, burjuva kültürüne sahip kişilerin tercihleridir) kişilerin tam karşısında konumlanmış durumdalar. Sanatlarını asla belirli bir kitleye, topluluğa hitaben yapmıyorlar ve bildiklerini herkesle paylaşıyorlar. Ve bu yaklaşımları da, aynı mecrayı paylaştıkları bir kesim entelektüelin işine gelmiyor. Ve o kişilerden de “onlar graffitici değil, asıl graffitici biziz” gibi bir duyum alıyorlar. Ve cevaplarını da “s.ktirin lan! İşte Street işte art!” olarak Urbanbugs’ta veriyorlar. Hatta belki de en güzel cevap, “işte sanat!” başlığında boyanmış bir miktar dışkı ile veriliyor…

Bir diğer parmak basılan konu da normallik/anormallik meselesi. Büyük şirketlerin, yerel yönetimlerin sokağı, duvarları kendi menfaatleri doğrultusunda kirletmesi hatta mahvetmesinin alışılmış bir şey olması gerçekten önemli bir nokta. Kimse buna tepki göstermiyor çünkü buna karşı yapacak bir şey olmadığından buna alışılmış. Ancak graffiti, genel olarak “sokakta güzel bir şeyler görmeye alışmamış” ve tabii ki “anlamadığı şeyi dışlayan” genel insan kitlesi için kabul edilmesi zor bir şey. Ve ilginç biçimde görülüyor ki, kitleleri bir şeyleri normal görmeye davet etmenin ya da zorlamanın yolu mecburiyetten geçiyor. İnsan, estetik ya da anlamlı bulduğu hatta keyif aldığı şeyi değil karşısında durmaya gücü yetmediği şeyi normal kabul ediyor. Ve tabii ki bu bir yalan. İnsanın yapacak bir şeyi olmadığı şeye karşı rahat olabilmesinin bir yolu, onu normal kabul etmek. Ve bu durum da aslında “normal” olgusunun esnemesi ile mümkün oluyor. Bir graffiticinin vurguladığı gibi, her gün her yerde sayısız iğrençlik gören halk, güzel renkleri algılamaktan aciz bir hale geliyor. Çirkinlik, iğrençlik normalize edilmiş durumda. İşte graffitici bu kayboluşun da karşısında duran kişi. Bu duruşunu da, sanatını (ya da yaptığı her ne ise onu) sokakta yapması ve herkesle paylaşması üzerinden anlamlandırmaya çalışıyor. Bu normallik meselesinin bir boyutu. Diğer boyutu da kimlik meselesi ile ilgili. Aynı graffiticinin “toplumda kabul görebilmek için doktor, öğretmen, polis gibi, belirli kabul görmüş grupların bir üyesi olma sorumluluğunda olunması” tespiti öyle mühim bir tespit ki aslında işaret edilen şey, graffitinin çok ötesinde. Bunu düşününce insanın içinden, polis üniforması giymiş, temiz traşlı, coplu bir adamı Beyoğlu Belediyesinin duvarına graffiti yapmak üzere yollamak geliyor. Ya da Ahmet Mete Işıkara’nın bir graffiti önünde deprem dersi vermesini sağlamanın nasıl bir etki yarayacağını incelemek.

Ve sorgulanan bir diğer konu da sanatın ne olup olmadığı ve sanatın doğası. İletişim, paylaşmak, estetik, mesaj vs. gibi konuların hemen hepsini içeren bir başlık bu belki ama graffitici dediğimiz kişi aynı zamanda sanattaki kısıtlamalara, sınırlamalara, kalıplara da karşı duran kişi. Sanatçı olabilmek, kimin sanatçı olduğu ya da olmadığı, neyin sanat eseri olduğu ya da olmadığı konusunda tamamen özgür ve sınırları ret edici bir yaklaşım söz konusu graffitide. Tabii ki üzerine boya püskürtülmüş dışkı bir sanat eseri değil ama bu örneğin işaret ettiği şey, neyin kim için ne anlama geldiğinin hiçbir kalıba oturtulamayacağı. Ve bu, belki de sanat hakkında söylenebilecek en doğru şeylerden biri.

Urbanbugs baştan sona çok şık kadrajlarla çekilmiş, renklere boyanmış ve enfes bir kurguyla bağlanmış, malzemesi oldukça bol bir film. Graffiti üzerine yakalayabildiği hemen her şeyi kaydetmeye çalışan, kaydettiklerini belirli bir düzene oturturken gözeteceği önceliği, konu ettiği insanların tercihlerine göre belirleyen dürüst bir film. Graffiti odağından yola çıkarak 2000’leri, genel insan ve toplum psikolojini ve sosyolojisini, iletişim çağı gerçeklerini (ya da yalanlarını) de inceliyor ve aslında bunu baştan planlamış da değil ki, konu edindiği graffiti olgusunun zenginliğinin tadını çıkarmakta da bir beis görmeyerek içeriğini derinleştiriyor. Değerini arttırmasındaki en önemli nokta ise, yazının girişinde incelediğimiz belgeselin doğası ile ilgili. Hiçbir film gerçeği olduğu gibi resmedemez. İletir ve yorumlar. Aykut Alp Ersoy, ilettiği gerçeği biçimlendirirken, onun içerdiklerini ve talep ettiklerini göz önünde bulunduruyor. Ve her şeyi elinden geldiğince estetik hale getiriyor. Eh, bu da sanatın doğası zaten.

Görkem Öge
Şubat/2012

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 16/04/2012 10:49 am
(@eskici)
Gönderi: 0
 

elinize emeğinize sağlık.Çok güzel bir çalışma olmuş.Deli şevki benim favori karakterlerimdendir.Onun graffitisini istanbulda nerede cektiniz gidip görmek isterim:)

 
Gönderildi : 20/04/2012 3:23 pm
(@benjamin)
Gönderi: 17
 

Ellerinize sağlık.

Bu belgeseli nerede nasıl izleyebiliriz hocam?

 
Gönderildi : 23/04/2012 8:15 pm
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

Bildiğim kadarı ile film TRTden en iyi kısa belgesel ödülü alıdğı için nette yayınlanamıyor.
Ne yazık ki yol gösteremiyorum.

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 24/04/2012 3:49 pm
(@ayberk-olgay)
Gönderi: 0
 

Ben bu filmi izledim hiçbir bok anlamadım. Kim çektiyse açıklasın. O başta konuşan adam çok blurlu ayrıca.

 
Gönderildi : 25/04/2012 7:22 am
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

Ben bu filmi izledim hiçbir bok anlamadım. Kim çektiyse açıklasın. O başta konuşan adam çok blurlu ayrıca.
Ayberk... AAE basar tokadı, anlarsın o zaman filmi. 🙂

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 25/04/2012 11:26 am
 AAE
(@aae)
Gönderi: 40
Başlığı açan
 

Nerde o Ayberk getirin bana onu!!

 
Gönderildi : 02/05/2012 7:53 pm
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

Nerde o Ayberk getirin bana onu!!

😀

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 02/05/2012 7:54 pm
(@pckopat065)
Gönderi: 42
 

burda lafa gelince mangalda kül bırakmayan,ahkam kesen; 20 kişi günlerce çalışıp ortaya çıkardıkları işten kat be kat kaliteli bi işi 2 kişi ortaya çıkarmışsınız ya helal olsun.

"ders niteliğinde"
steven berkoff / newyork times

 
Gönderildi : 11/05/2012 6:11 pm
 AAE
(@aae)
Gönderi: 40
Başlığı açan
 

Estağfurullah ve eyvallah 🙂

 
Gönderildi : 12/05/2012 3:22 am
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

(Gerzekçe durmasın, face'teki tanıtım cümlemi kopyaladım. 🙂 )

Arkadaşlar... Modern Zamanların yönetmeni Aykut Alp Ersoy'un TRT'den ödüllü belgeseli Urbanbugs "Ödüllü Belgeseller" Kuşağında 02.09.2012’de saat:12.00 (tekrar-22.00) ve 03.09.2012’de saat 20.05 (tekrar-06:00) TRT Belgesel kanalında yayınlanacak. İzlemenizi öneririm...

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 01/09/2012 4:33 pm
(@gorkem)
Gönderi: 0
 

Urbanbugs artık youtube'ta... Söz uzatmıyorum, izlemeyeni dövüyorlar...
TRT bizzat paylaşmış bu arada...

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 08/01/2013 8:09 pm
 exx
(@exx)
Gönderi: 0
 

güzel bir çalışma olmuş, tarz güzel, o bilindik trt belgesellerinin (ağlak bir metin ve fon müziği eşliğinde arabesk görüntüler) papucunu dama atma yolunda sağlam bir girişim tebrikler.

 
Gönderildi : 08/01/2013 9:09 pm
(@ilkersn)
Gönderi: 0
 

Kaliteli bir iş çıkarmışsınız arkadaşlar gerçekten tebrik ederim. herşey çok güzel düşünülmüş. Bu örnek gösterilecek bir çalışmadır.

filmleriniz için müzikler

Son Kısalarımız: tesir Kader Eris
Kısa filmlerimiz, ücretsiz müzikler ve kendin yap videoları

 
Gönderildi : 08/01/2013 11:36 pm
Sayfa 5 / 5
Paylaş: