Bye
oh be 😀
ben bizim kısalarda nedese çok sıkılıyorum. o kadar ağır geliyor ki herşey. mutfağa bakıyor pislikler, sonra bulaşığa giriyor, ordan yemek yemeye oturuyor, teefon çalıyo ona bile gözü hemen gitmiyor. eh yeter artık diyor insan istemez.
ister'i unuttun, çabuk yazıcaz diye de kurguda eksik parça bırakmamak lazım 😀
her açıdan güzel bir film olmuş,ellerinize sağlık
Ersin Mert'in, bir yönetmen olarak erken dönem gelişimine tanıklık etmemizi sağlayan bir film olmuş. Saman Makinesi, sırf teknik açıdan öne çıkmıştı. Bu film ise anlatımı ve tarzındaki başarısıyla ilk filme nazaran kat be kat daha önde olan bir film olmuş.
Senaryo basit olabilir ama yönetmen kendi tarzına göre hikaye anlatımında büyük oranda başarı yakalamış. İnanıyorum ki bir sonraki filmde ince ayar diyebileceğim birçok noktayı da halletmiş olarak karşımıza çıkacak.
Filmin eksik yönlerini ise şöyle dile getirelim.
Diyaloglar... Replikler soğuk ve yapmacıktı. Ufuk Hoca çok fazla virgül kullanmış. Ve bu kullanım birçok yerde hatalıydı. Vurguda gereksiz ve yersiz yükselme ve düşmelere neden olurken, zaten yapmacık duran diyalogları daha da anlamsız kılmış. Özellikle finalde son repliği ölü doğurmuş. Bu da finalin çok zayıf kalmasına neden olmuş.
Ufuk Hoca'nın söylediği;
"Her zaman doğruyu sen bileceksin diye, bir kural yok. değil mi?" (diye: "e" harfinin uzunca söylenmesi hatalı ve virgül yanlış kullanım, yok: keskin bir nokta koymuş ve bitirmiş gibiydi ama cılız bir değil mi ile devam etti. Cümlenin vurgusu ve duygusu ortaya çıkmadı final sönük oldu.
Veli toplantısındaki fazla hareketlilik ise filmin hızına aksi bir hal olarak durmuş.
Kadın oyuncu, çok vasat ve yapmacıktı. Oyunculuğu, Ufuk Hoca'nın oyunculuğuna benzemiş gibi olmuş. Sık sık dudaklarını burkan iki oyuncu izledik o sahnelerde. Diyalogları ise en başta söylemiştim zaten.
Kadın oyuncuyu uğurladıktan sonra, telefon diğer elinde olmalıydı. Kameraya yakın eli kullandığı için Ufuk Hoca'nın yüzü kapandı ve duygusunu alamadık. Ayrıca seyirciyi filmden koparan bir ana neden oldu.
Araba sahnesindeki geçiş. Bu tarz filmlerde, geçişlerin daha anlamlı ve imgesel kullanımıyla verimliliğin artıracağı inancındayım. Hem bu geçiş hem de Ufuk Hoca'nın sokakta yürüyüşünden önceki geçiş, sahneler arasında manasız durmuş. Geçişlere anlam kazandırılması bu tarz filmlerde, yönetmenlerin dahiliğini yansıtır.
Arabadaki telefon görüşmesi... Ufuk Hoca'nın esas parlayacağı yer burasıyken yanlış oyunculuk tahlili burayı köreltmiş. Telefon diyaloğunun sonlarındaki hayal kırıklığı da bu yüzden çok cılız kalmış. Öncesinde heyecanlı ve yüksek bir beklenti girişi, diyalog sonundaki hayal kırıklığını pür-ü pak ortada yeşertirdi. Ve böylece öğrenciye olan soğuma da daha anlamlı olurdu. Sahneler arasındaki neden sonuç ilişkisine iyi bir örnek...
Ufuk Hoca'nın kravatının ardından gelen arka sesler, harikuladeydi. Bu tarz filmlerde imge kullanımı seyirciyi filme bağlayan unsurlardır. Tıpkı bu sahnedeki gibi.
06:44 ile başlayan bekleyişteki çekim çok başarılıydı. Seyircinin iliklerine girdiğiniz bir an olmuş.
Filmin başlangıcında ve sonunda bir erkek öğrenci kot pantolon giymişti. Böyle bir serbestlik var mı? Bir de kravatların o kadar düzensiz olması; artık böyle mi oldu yani? Merak ediyorum bu kısımları...
- Şunu bir dene...
- Nedir bu?
- Tüm dualarının karşılığı diyebilirim.
Gia (1998)