Silüet
Kâh deniz kenarında , kâh ringdeydi ölüm ...
Aldatmada roller değişmişti.
Silüet olan ömür, karanlıktaydı artık.
Ve ölüm geldiğinde o çoktan gitmişti ....
2010 'un ilk kısa filmi.
3. Koç üniversitesi Kısa film festivali, Birincilik ödülü 2010
[vimeo] http://www.vimeo.com/8633428 [/vimeo]
eraydinc.com
vimeo.com/eraydinc
Tebrikler. Etkileyici bir film. Fakat başroldeki oyuncu daha iyi olabilirdi bence. Yoksa genel anlamda gayet iyi bir iş çıkartmışsınız. Tebrikler tekrardan..
Official http://www.gencerdem.com
Vimeo http://www.vimeo.com/gencerdem
Twitterhttp://twitter.com/black232
Deviantarthttp://black232.deviantart.com
Yine ikilemler, gidip/gelmeler, yine çok iyi bir konu, yine Eray. 🙂
Görüntü yönetimi çok hoş. Kurgu çok iyi, hem teknik hem mantıksal açıdan.
Final için ilk başta biraz çelişkide kaldım. Hani sanki biraz daha mı vurucu olmalıydı diye. Ama bilemiyorum şu an. Ayrı bir tat vermiş.
Kan pek gerçek gibi durmamış, siyah gömlek kullanınca göstermek için biraz uğraşmanız gerekmiş sanırım. Keşke açık renk gömlek kullansaydınız, kan renginde daha cesurca gerçekçi sonuçlar elde edebilirdiniz.
Tebrikler..
Kullanılan kamera neydi bu arada?
Edit: Filmlerinde Kültür Üniv. logosunu kullanmanın sebebini merak ediyorum. Herhangi bir destek görüyor musun okulundan?
Edit 2 : Eylül'ün makyajı daha hafif olsaymış keşke. Tanışma fırsatımız olmuştu bir kısa film setinde. Doğal güzelliğinin önüne set çekilmiş gibi hissettim bu filmde.
Başarılı bir iş çıkmış.Güzel olmuş,hoş olmuş. Hikaye anlatılmak istelinen noktada . Bir yer sıkıntılı gibi geldi ya da pcm hd videoya karşı antiliğinden öyle zannettim sıkıntı kızın kapıyı kapatma sesi ve silah sesi orta bi yerde üst üste binmiş eş zamanlı olarak düzenlense daha hoş olur sadece silah sesi kullanmak daha hoş olur sanırım.Emeğinize sağlık başarılar...
Akın var güneşe akın! Güneşi zaaptedeceğiz güneşin zaptı yakın!Toprak bakır gök bakır.Haykır güneşi içenlerin türküsünü,hay-kır haykıralım!
İzlemesi çok keyifliydi. Kesinlikle orjinal tarzın var, bu da başarılı bence.
Daha önce bir yorum yazmıştım ama silinmiş ... Sanırım teknik bir hata.
Yorumlar için teşekkürler. Film Panasonic HPX500 ile P2 kartlara çekildi. Filmin başındaki Silüet genel plan ise Panasonic HVX200 ile kaydedildi. Film baştan aşşağı Apple Macintosh işletim sisteminde tasarlandı. Final Cut Studio ile postprodüksiyonu halledildi. Appleın yeni codec sistemi Apple ProRes 444 ile basıldı. ( Vimeodaki ProRes 422 )
Bu bir ödev filmdir ve ekipmanlar okuldan alındığı için Kültür Üniversitesi introsu kullanılması zorunludur.
Saygılar
eraydinc.com
vimeo.com/eraydinc
yine budur
aman estafurullah 🙂
eraydinc.com
vimeo.com/eraydinc
Bu proje ödeviyse diğer projeler yanında samanyolu tvnin filmleri gibi kalmıştır herhalde:)
Oldukça güzel, her daim yeteneğini bu denli sergilenemen dileğiyle, eli yüzü düzgün, anlatımı güzel bir film olmuş.
Görüntüler de oldukça iyi.
*our AC-130 in the air
Öyle sanıyorum ki ben yavaş yavaş, Eray'ın, kuyuya taş atıp da birilerinin çıkarmasını bekleyen bir isim olduğuna inanmaya başlayacağım.
Ve bunu kesinlikle negatif bir yaklaşım olarak dile getiriyorum.
Yukarıdaki yorum yapmış arkadaşlara ve hatta filmi izlemiş tüm üyelere sorsak, "bu filmden ne anladınız?" Herkes birşeyler söyleyebilir.
Ama hiçkimsenin, filmdeki hikayeyi eksiksizce anlatabileceğini sanmıyorum.
Bakın herkes filmin görselliği üzerine övgüde bulunmuş. Neden? Çünkü filmi anlayan yok galiba.... Ben de anlayamadım. Sadece ben anlayamadıysam lütfen biri bu filmin hikayesini bana anlatsın ki filmin incelemesini yazabileyim. Çok istiyorum yazmayı ama elimde yeterli "anlaşılmış malzeme" yok.
Şİmdi filmin incelemesini yazmaya başlasam sayfa sayfa "bu ayrıntı şu anlama geliyor olabilir, bu kişinin şu hareketi şunu simgeliyor olabilir" falan diye bir eleştiri olmayan, direk "ne anlatıyor bu herif yahu?" formunda bir yazı olur. Kenan'a "dövüş daha bitmedi" diyen arkadaşla Kenanın ringte dövüştüğü ve finalde öldürdüğü ve de cinsel yaklaşımda bulunduğu kişi aynı kişi galiba. Yüzü hep karanlıkla içinde olduğu için bunu zor anladım. Jenerikten anladım desem yalan olmaz. Peki Kenana akıl veren de, yumruk ata nda onunla sevişmeye yeltenen de aynı kişi öyle mi? Ve Kenan onu öldürüyor. Ben hiçbir şey anlayamıyorum bu çaprazlamalardan? Kızın, Kenan'ın eşcinsel yaklaşımını gördüğü için intihar ettiği açık.... Kenan'ın cinsel paylaşıma girdği herifi hem de bir cinsel partner olarak görmesi, hem bir akıl hocası gibi görmesi, hem de bir rakip olarak görmesinin ne anlamı var?
Kız hoppadanak belirebildiğine ve zeminine yığılabildiğine göre, rakipler kendi aralarında konuştuklarına göre ring aslında yok. Orası, Kenan'ın hayat mücadelesinin, çevresi ve kendi hayatı ile yaşladığı çekişmenin görsel temsili gibi. Peki eşcinsel yaklaşımı gösteren kişiler neden bir maç ya da antreman çıkışı yakınlaşıyorlar? BU yakınlaşmanın yeri ve durumu, o boks çalışmasının ya da maçının gerçek hayatta süregittiğini hissetiriyor. Peki neden rakipler cinsel olarak yakınlaşıyor? ONlar zaten sevgiliyse neden sembolik ringte düşmanlar? Ya da cinsel paylaşımdaki kişiler neden rakip? Yoksa biz, kızın sevgilisinin eşcinsel bir yaklaşıma girişini gördüğü anı hiç mi görmedik? O an da mı sembolikti?
Off.... ŞU an resmen yoruldum. Yüzlerce sayfa yazı yazmış biri olarak belki de ilk kez iki paragraf yazıp yoruldum. Çünkü hiçbiryere ulaşamıyorum. Ama bu filmi incelemek ve anlamak istiyorum. Çünkü Eray'ı da filmi de önemsiyorum. Ama o beni önemsemiyor sanki. Her üretici, önemsensin ister mutlaka. Ama Eray'ın bu filmini önemsemek, filmin hikayesini anlamak için kıvranmakla eş anlamlı sanki. Eray'ın, yaptığı işle ilgilenmemi sağlamasının yolu beni kıvrandırmak mı? Ben ya da bir başkası tarafından, bu sorular 20 sayfa daha sorulsa Eray mutlu mu olacak? Filmiyle daha fazla ve uzun süre iştigal etmemiz için bir sebep mi yaratmaya çalışıyor?
Daha önce biryerlerde söylemiştim. Bir filmin yapıcısına yönlendirilemeyecek tek soru vardır: Bu film ne anlatıyor? Adam zaten birşeyler anlatmak için yapmış o filmi. Fİlmi izleme o zaman bunu soracaksan değil mi?
Tamam, gönülden inandığım şeyi yalanlayacak değilim. Filmin ne anlattığını, hissini, duygusunu, karakterlerin yaşadığı devinimi gayet iyi anladım. Görsellik bile yetiyor bunu vermek için. Ama ben hikayesinin çizgisini, ilerleyişini, hangi karakterin ne anlama geldiğini, ve karakterler (özellikle iki erkek) arasındkai ilişkinin ne düzlemde olduğunu zerre anlayamadım. Senden çok rica ediyorum, Eray bunu anlatır mısın? İstersen burada anlat, istersen özelden konuşalım.
Bu durumu açıklayacak, görebildiğim iki seçenek var. Fazlası da varsa ben bugün hepten yorgun bir haldeyim.
1- Görece normal bir izleyici, görece bir sinema yazarı olarak benim, (şahsen değil tabi, bir izleyiciyi temsil ederek söylüyorum) senin filmini anlayıp anlayamamam senin önem sıranda çok altlarda. Hatta isteyerek, inatla anlamamamı sağlamaya çalışıyorsun. (BU yaklaşımı çok yanlış buluyorum ve açıkçası zoruma gidiyor, üzülüyorum bunu yapmana)
2- Anlaşılır kılmaya çalıştın ama başaramadın. (Canın sağolsun, eksikliktir ama üzülecek birşey değildir)
(Son bir not: İkilem'de de bir anlaşılmazlık, bir gizem vardı. Ama orada bu durumu destekleyen birçok şey de mevcuttu. Ve tek bir, olayın ilerleyişi açısından gizem vardı. Oradaki anlaşılmazlık filmi çok şey katıyordu, enfesti. Yemin ediyorum bir an bile o filmin hikayesini çözmek için çaba sarf etmedim çünkü film öyle de güzeldi. Ama burada hiçbirşey net değil, hiçbirşey?)
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
..
Görkem üstad, aslında bir kilit noktayı gördün ama şu cümlen beni üzdü. '' Eray'ın, kuyuya taş atıp da birilerinin çıkarmasını bekleyen bir isim olduğuna inanmaya başlayacağım.''
Durum şu ki, cevabı cebimde olmayan hiçbir kareyi filme koymam. Bazı yönetmenler kendilerine masal anlatıcısı der. bazıları sunucu der. bazısı hiçbişey demez. Fakat ben akıl ve mantık oyunlarının sadece şıklı testlerde olmasından karşı olan bi insanım. Bu yüzden birkaç işimi izleyen herkes, kendini bir bulmacanın ortasında buluyor.
Bulmaca diyorum çünkü her ayrıntının,her gösterilenin, her karmaşıklığın bir cevabı var. En azından ben böyle çalışıyorum.
Seyirci benim yarattığım sahneyi benim düşündüğümden çok ayrıda yorumlayabilir. Fakat bu genel iskelet yapıyı bozmuyorsa, onun yani ayrı yorumlayan için kesinlikle doğrudur.
Bir filmi herkes aynı yorumluyorsa, sanat eseri özelliğini kaybetmiştir.
Bu çok kabaca; sınıfta gaz çıkarıp, ardından kim osurdu demek yerine osurup, hesabınıda vermektir. Zaten sınıftakiler artık kokudan sahibinide tanır 🙂
Filmin anlaşılırı olmaz, seyircinin anlayabiliri olur. Çünkü bir zebra için bütün filmler anlamsızdır. ( Görülenin yorumlanması ) Filmlerin sadece insanlık için çekilmesi üzücü bir durum benim için 🙂 ( Köpeğim için birkaç deneysel birkaç film çekmiştim, ve istediğim sonuçları almıştım zamanında,ama üzerinde devam etmedim )
Bu konuda yüzyüzede konuşuruz zaten Görkem Üstad. Bu konu derin ve işin içinden çıkılamaz bir konu.
Silüete gelince,
Filmin en bıçak sırtı noktası, Kenanın karşısındaki boksörümüzün, Kenanın yumruk yedikten sonra gördüğü düşteki, karakteristik tavrı. Ama şu unutulmamalıdır ki, Kenan o düşü yumruk yedikten sonra gördü ve birkaç saniyelik yerdeki durumunda, o uzun azarlama sahnesini izledik. (Düşler birkaç saniyedir) Bu durumda kuralları ve sınırları belli olan bir hayat tasvirindeki yere düşüşten bahsediyoruz. Bu durumda biz , Kenanın yere düşüşünü Ersinin yumruğuyla, fakat yerdeki durumunu Ersinin, tepedeki tavrıyla farkedebiliyoruz. Baskın tarafın kim olduğunu görüyoruz. Kenanın ne kadar çaresiz olduğunu görüyoruz. Kenan filmin sonunda Ne yaptım ben diyor. Bunu neden diyor ? Pişmanlık ama neye ? Cevabı bende, ama sizin cevabınızda yanlış olmayacaktır.
Direnmenin çeşitleri vardır. Bilek güreşide bir direnmektir, ip yarışıda, kendini dövüşte savunmakta. Peki Kenan neye direniyor.
''Normal Bir Hayat istedim ben.'' cümlesinden yola çıkarak, bastırılmış duygulara karşı bir direnç hissedebilirmiyiz ? Hissetmek çok zor değil çünkü, Kenanın son yumruğu öldürüyor.
Ben normalde filmleri hakkında konuşan bir insan değilim. Fakat bu bir bulmacaysa veya diğer tabiriyle bir puzzle ise, doğru parçayı bulmanızda yardımcı olmaktan zarar gelmez.
Film, İkilem ve Sonrasızlar'a göre seyiriyle daha haşır neşir. Fakat, Kenanın düştüğü durum, diğer filmlerdekinden daha ağır bir durum.
Konuşuruz üstüne yine.
eraydinc.com
vimeo.com/eraydinc
Cevabından anlıyorum ki, evet: Sen, bana göre, benden duymaktan üzüldüğünü söylediğin kapsamda bir sinemacısın. Üzülmen de beni üzdü ve kusura bakma, çünkü bu bir yergi ya da övgü değildi, herbirini keyifle izlediğim işlerinin değerlerine bir paha biçme amacıyla yazdığım bir söylem de değildi. Hani zaten taşı atan ve çıkarmaya çalışanlara uygun görülmüş sıfatları hiç telaffuz bile etmedim, çünkü o tip sınıflama koymadım, haddim de değil, zaten fikrim de o yönde değil. Sadece bir tespitti.
Yine fark ediyorum ki, açıklamanı çok keyifle ve isteyerek yapmıyorsun, haklısın, ben de hayatımda ilk kez sohbetleşebildiğim birinden üretimini açıklamasını istedim, bunu keyifle değil can havliyle yapmış sayılırım, bunun anlaşıldığını umuyorum. Bir daha da bu duruma düşmem umarım. Ama gördüğüm kadarıyla hala bazı kısımları "bende kalsın" diyorsun. Yanlış anlaşılmasın, bu "bende kalsın" tercihini yanlış görmüyorum, haddim de değil ya da "neden böyle dedin ki? Neden onu da açıklamadın ki?" amacı ile söylemiyorum. Ama yine de demek ki, evet, sen mutlaka izleyicilerinin filmindeki bazı şeyleri düşünerek, uğraşarak, kafa patlatarak, zihin yorarak çözmelerini istiyorsun. BU durum da benim bahsettiğim, kuyudaki taş sembolizasyonuna giriyor işte.
Ve bana göre senin bunu istemen ve daha doğru söylem ile, izleyicilerini buna -bir anlamda- mecbur etmen ya da en hafif haliyle yönlendirmen, bağımsız sinemanın en keyifli, en takdir edilesi ve önem arz eden taraflarından biri. Yani bu yönde bir çabaya girişmen seni zaten değerli kılan birşey. İşte kuyudaki taş olayı bu durumu netleştirmek için kullandığım bir örnekti. Bunu net olarak belirleyelim bu bir.
İkincisi, gülerek de söylemiş olsan, belirttiğin "Filmlerin sadece insanlık için çekilmesi üzücü bir durum benim için" hipotezi inanılmaz derecede cesur, benzerine pek rastlamadığım ve üzerine kesinlikle düşünmem gerektiğini hissettiğim çok ilginç bir fikir.
Üçüncüsü, anlaşılır film konusundaki fikirlerine katılmıyorum. "Filmin anlaşılırı olmaz, seyircinin anlayabiliri olur" fikri doğru değil. Gayet, anlaşılmaz film olur ve filmlerin, anlattıklarını izleyicisinin anlayabileceği biçimde sunma açısından tercihleri vardır. Ve bunun bir sınırı da vardır.
Hemen kısaca/basitçe bir örnek vereyim. KIz sevgilisini aldatır, sevgilisi kızdan ayrılır ve kız aldattığı sevgilisini öldürür. Eğer ben, kızın aldattığı sevgilisini öldürmesine bir sebep göstermezsem birçok fikir sunulacaktır. İyi hoş, bunda sorun yok. Ama "neden bir sebep vermiyorum" sorusunun bana sorulması da gayet anlaşılırdır. Herkes kafa yorarak bir çıkarsama yapmak zorunda değil. Eğer ben yönetmen olarak "kafa yormayanlar hitap ettiğim kapsamda değil" diyebilirim, bu benim hakkımdır. Bu bir, bunu kapattık.
Gelelim ikinci seviyeye. Kafa yoranlara hitap ediyorsam, bu cinayetin sebebi üzerine bir küçük ipucu sunmam şarttır. Yani hiç ama hiçbir ipucu sunmuyorsam eğer, izleyicinin kıvranmasını istiyorumdur. (bu kıvranma ile, izleyicinin tahmin ettkilerini doğrulayacak bir ipucu arama çabasını yaa da belki sadece bir anlam çıkarabilmek için ipucu arama çabasını kast ediyorum) Çünkü gerçek, net bir cevap yoktur. Ve biri bana "illa söylesene dostum, düşündüm düşündüm bulamadım" derse ve ben de "kızın, sevdiği kişiyi aldatabilecek biri olduğunu sadece sevdiği adam biliyordu. Kız onursuz bir kadın olduğunun bilinmesini istemedi ve bilen tek kişiyi öldürdü" diye cevap verirsem, izleyicim bana "bunu gösteren ipucu hangisiydi?" diye sormaz mı? Sorarsa da "ipucu yoktu, benim fikrim buydu" dersem, o cinayeti karakterime yaptırmaktaki amacımın bu olduğunun ne önemi kalır izleyici açısından? Hiç. Çünkü izleyicimin, amacımı bilmesini istemiyorumdur. İşte bu durumda, "anlaşılır film yoktur, anlayan izleyici vardır" önermesi geçersiz kalıyor. Yeterli ipucu koymadım çünkü filmime.... İlginç ve mantıklı bir sebebim yok mu? Var. Ama izleyicinin bunu anlaması ve fark etmesi için hiçbir ayrıntı yok.
Ha, bu da bir tercih değil midir? Tercihtir. Bu da beni değersiz, kötü bir sinemacı mı yapar? Hayır. Yine beni ilgiyle izleyenler olacaktır. Ama yine de ben, taş isteyeni illa kuyuya gönderiyorumdur. Ne durumda değersiz ve kötü olurum? İzleyicimin çıkardığı taş, değersiz sıradan bir taşsa ben direk yalancıyımdır. Uğraşmaya değmeyecek şeyleri değerli göstermek için hile yapıyorumdur ki ben bu kapsama giren, bu hilekarlığa yönelen sinemacı gördüğümü sanmıyorum. Bu "değerli taş için illa kuyuya" tespitim, "Haneke'ye göre, insanoğlunun zihninin derinliklerindekileri çıkartmak, insanoğlunun rahatsız edilmesini şart koşar" gibi bir tespitte bulunmakla benzerdir. Yerdim mi? Hayır. Övdüm mü? Gene hayır. Ama bu tespit, bazıları için bir yergi, bazıları için bir övgü olarak algılanacaktır mutlaka. Senin için yapmaya çalıştığım tespit gibi.
“Bir filmi herkes aynı yorumluyorsa, sanat eseri özelliğini kaybetmiştir” fikrine de katılmıyorum. Daha doğrusu bu kapsama giren üretimler olduğunu ve bu yaklaşımda olan sanatçıların var olduğunu da biliyorum ama bana göre çift taraflı bir eşitlik değil bu. BU yönde olan sanatçılar ve sanat eserleri var ama her sanatçı ve her sanat eseri bu kapsamda olmak zorunda değil.
Son bir not (bu tamamen beni ilgilendiren, sinemayla ve sinema sanatı ile kişisel ilişkimi ifade eden bir yorumdur. Doğruluğu yanlışlığı yoktur/önemsizdir): Ben genel olarak senin uyguladığın “sinemacı-izleyici ilişkisi” tercihinden çoğu örnekte hoşlanmıyorum. Yani bir sinemasever olarak hoşlanmıyorum. Ama bir sinema yazarı gözüyle ise takdir edilesi ve ilgi çekici olarak buluyorum. Bu anlamda senin üretimlerin ile ilişkim Kubrick’in 2001’i ile ilişkim gibi şekilleniyor. Şöyle özetleyeyim fikrimi ve rahatsızlığımı. Bence sinemacının izleyiciyi düşünmeye sevk etmesinin yolu şu olmalı: İzleyici, fikrin ve anlatılanın ne olduğu üzerine düşünürken yorulmamalı. Filmin fikrini/anlattığını fazla (kafayı sıyırana kadar) zorlanmadan anlamalı ama anladığının ne anlama geldiği, bu anlamın ne amaç güttüğü üzerine kafa yormalı. Yani “bu adam ne anlatıyor?” sorusu ile değil, “Bu adamın anlattığının işaret ettiği ne?” sorusuyla iştigal etmeli. Çözebildiğinde filmle ilişkisi bitmemeli, filmle ilişkisi, filmi anladığında başlamalı. Çünkü, filmin anlattığı şeyi anlamaya çalışmak, kör bir çaba gibi geliyor bana ve ben bu kapsamda bir sinemasever sayılmam ama bu filmlerin genelde sıkıcı bulunmasının sebebini buna bağlıyorum. Ama izleyici filmin anlatmak istediği fazla zorlanmadan anlar ama bulup çıkarttığının derin bir şey olduğunu fark ederse o sıkıcı olmadan düşündürücü olabiliyor o iş. Çünkü izleyicinin elinde bir başlangıç noktası var. Sadece hedef kendine kalmış oluyor.
(BU mesajı yazmam tam 1,5 saat sürdü. 🙂 ) Tüm bunları yüzyüze konuşmaya da fırsatımız olur umarım.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
😀 Yazan ellerin dert görmesin Görkem Üstad. Bazı deyişlerine katılmamak mümkün değil ama duygularımı yazılara aktaramadığım için bu işi yapıyorum sanırım ve yüzyüze gelip, sinema konuşmanın vakti gelmiştir kanımca 🙂
eraydinc.com
vimeo.com/eraydinc
Yerliler arasında, kendimce, en üstlere koyulası bir eser olmuş. Canı gönülden tebrik ediyorum.
la vita é bella