Sıkıştırdığı için tekil piksellerin çoğunu yokedip bulanıklaştıran o. Benzerini de youtube yapıyor. RAW bile yüklesen bulanıklaştırıyor. 8 bit sadece kapasitenin adı. Kapasite sınırlı bile olsa doğru kullanılırsa güzel sonuç verir. Ama 8 bit çekip bir de h.264 sıkıştırınca çok miktarda veri atılmış oluyor ve keskinlik gidiyor. DSLR görüntüsünde alan derinliği nedeniyle bir bulanıklık olduğu için bu pek sezilmiyor ama özel durumlarda (yeşilperde vb) ve keskinlik istediğin durumlarda bu veri eksikliği kendini belli ediyor.
Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.
Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.
hep bir bulanıklık oluyor zaten. en azından izlediğim 550d videolarında dslr görüntüsü olduğunu belli eden şeylerden biri de normal bir filme göre her şeyin daha az keskin olması gibi geliyor, daha ayrıntısız, dokusuz her şey, renkler bir şekilde tutturulsa da buralardan belli ediyor kendini. belki özellikle dikkat etmesem anlamayacağım. ya da 550d kullanan çoğu insan amatör olduğu için ortalıktaki videolar böyledir. kendy dışında şaşırtıcı bir video izleyemedim henüz. Kendy'nin stili de her filmde kullanılmayacak bir still. bazen de izlediğim bir videoda dslr ile ne güzel çekmiş diyorum ve araşırdığımda red falan çıkıyor . 🙂 ama anladığım kadarıyla iyi bir kullanımla 550d ile uzun metraj dışında her şey kotarılabilir. uzun metraj zor.
Bulanıklaştırmanın Canon DSLR'larda aslında en büyük sebebi H.264 sıkıştırmasından öte Canon'un kullandığı debayer algoritması -ki büyük ihtimalle fast* veya benzeri bir algoritma- bunu da bilerek yapıyorlar, çünkü hem moire ve alias problemlerini saklıyor, hem daha düşük işlemci tüketimi gerekiyor, hem tüketiciye dandik bir ürün sunup daha sonra daha iyisini satma şansı elde ediyorlar. Bunun en büyük örneği de 5D Mark III ve 7D Mark II. Moire ve Alias sorununu artık düzgün bir olpf ile mi yok resampling ile mi ne çözdülerse bulanıklaştırma ile gizlemeye gerek kalmamış, yeni tip işlemci sayesinde de daha yüksek güç gerektiren algoritmalar da kullanılabilir hale gelmiş.
Bunun dışında son görüntüde H.264 gerçekten net, pürüzsüz ve keskin sonuçlar verebilir 1920x1080 çözünürlükte ve 28 Mbps bitrate değerinde.
*Nereden biliyorsun derseniz fast mevzusunu, geçen sene bir deneme yapmıştım hatta forumda da paylaşmıştım bu klimanın önündeki kafes. RawTherapee ile bu imajlar üstünde deneme yaparken farkettim ki hem Canon, hem de DaVinci Resolve (En azından o zamanki sürüm) bu algoritma ile ortaya çıkan görüntüye benzer sonuçlar veriyor. Canon bir de Line Skipping mevzusu yüzünden Green pixels count diye bir ayar vardı onu çok yüksek tutmuş dengelemek adına, o yüzden de iyicene keskinliği olmayan bir hale geliyordu görüntü.
MiniDV 200 TL'lik HandyCam ile de çekilir (Ki yapıldı), iPhone'la da (Ki bu da yapıldı).. Yani ona uygun bir proje olmasına da gerek yok. Ses bu noktada görüntüden kat be kat daha önemli, insanlar görüntünün kalitesinin kötülüğüne kurgu, görüntü yönetimi, oyunculuk vs. bir seviyenin üstündeyse tolare edebiliyorlar ama ses öyle değil, ses biraz boğuk, biraz fazla yankılı, arkaplan gürültüsüne göre biraz kısık falan kalıyorsa bittin. Bir kafanızda canlandırsanıza milyon dolarlık filmler, ne bileyim Avengers falan böyle kötü DSLR kayıdıyla, arkada sürekli yüksek bir hiss, boğuk ve uzaktan gelen bir ses ve yankılı aynı zamanda. Cut geçişlerde sürekli bir arkaplan seslerinde kırıklık. Göz Kırparken kitabında vardı ya, kurguyu insan beyni kabul ediyor çünkü insan beyni de böyle çalışıyor, bir odaklanma noktasından başka bir noktaya kafanızı çevirirken göz kırpıyorsunuz ama ses öyle değil. Ses sürekli aynıdır ortamda değişmez, sahnenin bitmesi lazım anca değişmesi için. İşte kötü ses böyle etkiliyor filmi. Ama insanların birincil duyusu görmedir, filmi izlerken hissiyat olarak size kötü geliyor ama adlandıramıyorsunuz beyniniz sürekli görüntüye odaklanmış durumda, e tabi görüntüye bakıyorsunuz sizin film Avengers'ın falan yanında cırt yani. Bu nedenle sürekli kendinize görüntü kötü görüntü kötü diyorsunuz ama aslında size uyarı veren %65 ihtimalle ses (%35 ihtimalle de kurgu, görüntü yönetimi, oyunculuk vb.)
Not: Görüntü yönetimi ile görüntü kalitesi aynı şey değildir, G. Yönetimi kameranın kalitesini de içine alan çok daha büyük bir alandır.
Kısaca cep telefonuyla da çekilir uzun metraj film, 320x240 çözünürlükten yüksek olmak kaydıyla tabi, 550D ise yeter de artar bile.
ML Raw'ın en çok hoşuma giden özelliği de sanki görüntü video olarak değil film olarak çekilmiş ve dijitale aktarılmış havası vermesi. Bunu da sensörden lcd'ye gelen görüntüyü direk keydettiği için sağlıyor sanırım. h264 ile çektiğim görüntülere bu havayı vermek için grain uyguluyordum yine de aynı havayı veremiyordu. Bu tip görüntüyü eski kamerama bağladığım 35mm DOF adaptör ile de almıştım.
"Pain is temporary, film is forever."
"You can't stop what's coming."
Bulanıklaştırmanın Canon DSLR'larda aslında en büyük sebebi H.264 sıkıştırmasından öte Canon'un kullandığı debayer algoritması -ki büyük ihtimalle fast* veya benzeri bir algoritma- bunu da bilerek yapıyorlar, çünkü hem moire ve alias problemlerini saklıyor, hem daha düşük işlemci tüketimi gerekiyor, hem tüketiciye dandik bir ürün sunup daha sonra daha iyisini satma şansı elde ediyorlar. Bunun en büyük örneği de 5D Mark III ve 7D Mark II. Moire ve Alias sorununu artık düzgün bir olpf ile mi yok resampling ile mi ne çözdülerse bulanıklaştırma ile gizlemeye gerek kalmamış, yeni tip işlemci sayesinde de daha yüksek güç gerektiren algoritmalar da kullanılabilir hale gelmiş.
Bunun dışında son görüntüde H.264 gerçekten net, pürüzsüz ve keskin sonuçlar verebilir 1920x1080 çözünürlükte ve 28 Mbps bitrate değerinde.
*Nereden biliyorsun derseniz fast mevzusunu, geçen sene bir deneme yapmıştım hatta forumda da paylaşmıştım bu klimanın önündeki kafes. RawTherapee ile bu imajlar üstünde deneme yaparken farkettim ki hem Canon, hem de DaVinci Resolve (En azından o zamanki sürüm) bu algoritma ile ortaya çıkan görüntüye benzer sonuçlar veriyor. Canon bir de Line Skipping mevzusu yüzünden Green pixels count diye bir ayar vardı onu çok yüksek tutmuş dengelemek adına, o yüzden de iyicene keskinliği olmayan bir hale geliyordu görüntü.
MiniDV 200 TL'lik HandyCam ile de çekilir (Ki yapıldı), iPhone'la da (Ki bu da yapıldı).. Yani ona uygun bir proje olmasına da gerek yok. Ses bu noktada görüntüden kat be kat daha önemli, insanlar görüntünün kalitesinin kötülüğüne kurgu, görüntü yönetimi, oyunculuk vs. bir seviyenin üstündeyse tolare edebiliyorlar ama ses öyle değil, ses biraz boğuk, biraz fazla yankılı, arkaplan gürültüsüne göre biraz kısık falan kalıyorsa bittin. Bir kafanızda canlandırsanıza milyon dolarlık filmler, ne bileyim Avengers falan böyle kötü DSLR kayıdıyla, arkada sürekli yüksek bir hiss, boğuk ve uzaktan gelen bir ses ve yankılı aynı zamanda. Cut geçişlerde sürekli bir arkaplan seslerinde kırıklık. Göz Kırparken kitabında vardı ya, kurguyu insan beyni kabul ediyor çünkü insan beyni de böyle çalışıyor, bir odaklanma noktasından başka bir noktaya kafanızı çevirirken göz kırpıyorsunuz ama ses öyle değil. Ses sürekli aynıdır ortamda değişmez, sahnenin bitmesi lazım anca değişmesi için. İşte kötü ses böyle etkiliyor filmi. Ama insanların birincil duyusu görmedir, filmi izlerken hissiyat olarak size kötü geliyor ama adlandıramıyorsunuz beyniniz sürekli görüntüye odaklanmış durumda, e tabi görüntüye bakıyorsunuz sizin film Avengers'ın falan yanında cırt yani. Bu nedenle sürekli kendinize görüntü kötü görüntü kötü diyorsunuz ama aslında size uyarı veren %65 ihtimalle ses (%35 ihtimalle de kurgu, görüntü yönetimi, oyunculuk vb.)
Not: Görüntü yönetimi ile görüntü kalitesi aynı şey değildir, G. Yönetimi kameranın kalitesini de içine alan çok daha büyük bir alandır.
Kısaca cep telefonuyla da çekilir uzun metraj film, 320x240 çözünürlükten yüksek olmak kaydıyla tabi, 550D ise yeter de artar bile.
Kamera araçtır'ı anlamak için güzel tespitler...
Çıplak gözle 8 bit ile 10-12 bit arasındaki farkı görmek zaten imkansızdır. Monitörlerin %99'u 16 milyon renk yani 8 bite göre çalışır, geri kalan %1 ise 3 tane MasterCard 🙂 10-12 bit son görüntüden öte üzerinde oynamak amaçlı. O detay kaybolması, bulanıklaşma vs. hepsinin nedeni h264 ve ondan da öte Canon'un H264'ü kaydederken debayer filtresi olarak kullandığı algoritma (Büyük ihtimalle fast algoritması, green pixel count değeride tepede falan.) Yoksa 28 Mbps değerinde bir H264 videosu (Özellikle IPB modunda) iyi bir debayer algoritması ile (Amaze mesela) bayağı net ve detayları zengin olabilir.
Peki Panasonic'in kameralarının bu kadar keskin olması neden kaynaklanıyor?
Kısmen piksel yoğunluğu kısmen de kamera içi sharpening.
Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.
Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.
bizim 550d de, 20 Mb üstünde yazamıyor Homeros. Her yerden falso 🙂 Bir de şunu soracağım, raw kayıt aldığımızda Mcfly'ın dediği gibi görüntü daha ilk halinde film görüntüsüne yakın geliyor gözümüze. 8 bit ve 10-12 bit arasındaki farkı insan gözü ayırt edemiyordur ama bu fark ile görüntüde genele yansıyan bir detay, doku artışı oluyor, bu da film hissiyatı uyandırıyor gibi geliyor bana. Yanılıyor muyum? Yani sonuçta 10 bin dolarlık dijital kamera ile çekilen görüntü de dijital 550d de dijital ama o kamerada filme kaydedilmiş gibi bir sonuç elde edilmesinin sebebi daha gerçekçi daha detaylı kayıt alması değil mi? h.264 yarısını atınca ortada video görüntüsü kalıyor.
bir başka sorum; peki son olarak çok kaliteli bir görüntüyü yine h.264 çıktı ile yayınladığımızda bu görüntü film görüntüsünden pek bir şey kaybetmiyor yani youtube'daki filmler yine film. bu aşamada da veri atılıyorsa, aynı sıkıştırma yapılıyorsa neden bizim ilk kayıt anında elde ettiğimiz gibi sığ bir görüntü çıkmıyor? mesele kayıt anında ne kadar detay alabildiğimiz mi?
Canon'un 5D sonrası kameraları genelde video olarak 40-46 Mb/s civarı video veri oranına sahip. 20 Mb/s olan SD yazma hızı ve o ayrı bir durum. Bir görüntü optimize ise, yani "doğru işlenmiş" ise 8 bit olarak da güzel sonuç verecektir ki çevremizdeki tüm görüntüleme ve dağıtım sistemleri 8 bittir. Yani 8 bit standart dağıtım sistemidir. İstersen 1000bit ile çekim yap, dönüp dolaşıp geleceği yer 8 bittir. Fakat o sondaki aşamaya gelirken aralarda görüntü işlenecekse, pozlama ayarı artıp azaltılacaksa, ayrıntı kazanılacak ya da atılacaksa, renk çalışması yapılacaksa elinde oyanayabileceğin pay olarak o fazladan 10-12 bitlik video altyapısı olmalı ki görüntü dağılmasın. Buna kalkışmayacak ya da az oynayacaksan en başından 8 bit ile de güzel çalışabilirsin. Alan derinliği burada hem kurtarıcı olabiliyor (noise vb yok oluyor) hem de netlik dışı alanlarda şeritleşmeye yol açarak durduk yerde dert de çıkarabiliyor. 5D'nin yarattığı video devriminde bu en önemli unsurdu. Tam kare avantajları olarak düşük ışık başarımı ve sığ alan derinliği neredeyse başlangıçta bir sinematik görüntü algısı oluşturduğu için herkes buraya yöneldi. Sonraki APS-Cler de bir adım geriden olsa da bunu takip etti.
Onbinlerce dolar değerindeki kameranın sinematik görüntü sunmasının nedeni sadece bit değeri değil. Orada log dediğimiz ve verinin toplam menzil içine dağıtılmasında kullanılan bir teknik var, buna göre çalışan ışıklandırma uzmanı var, uygun lens ve konum tasarlayan görüntü yönetmeni var, var da var. Yani mesele o kameranın daha çok ayrıntı alması değil sadece. Görsel olarak muhteşem kabul edilen onca film var ve bunların hiçbirinin muhteşemlik nedeni netlik ve ayrıntı bolluğu değil. Kompozisyon denebilir. Tarantino'nun ya da Woody Allen'In eline sadece 550D de versek ona göre Pulp Fiction ve Manhattan'ı çekerlerdi. Mevcut halleriyle aynı olmazdı belki ama yine başka türlü etkileyici olurdu. Ben hala ve hala 8 bit 550D h.264 ile çok etkileyici görüntüler elde edilebileceğine inanıyorum. h.264 sadece senin üzerinde oynamayı planladığın veriyi "bunu kimse izlerken görmez. yer tutmasın" diye atıyor. Oysa sen görüyorsun ve o sana lazım. O nedenle ya All-I ve QScale -16 ile ve uygun profille olası en yüksek h.264 kalitesini elde etmeye çalışacaksın, ya da sınırlı raw kulvarında gideceksin.
Bu nedenle yüksek kaliteden başlayıp gelerek h.264 8 bit dağıtım profili oluşturabilirsin ve sonuç güzel olur ama o aşamaya gelene dek o görüntü neler yaşar, araştırıp öğrenmeli. O aşamaya gelene dek elde kalanın baştakinin 1/10'u olacağı bilinmeli.
Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.
Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.
Aslında ben teknik olarak bilgisizliğimden ötürü ifade edemiyorum. Çözmeye çalıştığım şey dslr'ın görüntüsünü redlerden arrilerden ayıran tam olarak ne? bir sürü etkeni var anladığım kadarıyla ama aynı ışık uzmanını, aynı görüntü yönetmenini bir dslr'ın başına koyduğumuzda bize film görüntüsü verebilirler mi? baktığımda bu adamlar önceden film kameralarıyla çalışıyorlardı şimdi de aynı firmaların eş değerdeki dijtal kameralarıyla çalışıyorlar.
dslr'ın h.264 ve raw kıyaslamasına baktığımda da raw'da filme çok daha yakın bir görüntü çıkıyor. keza black magic de öyle. en azından ben sıradan bir izleyici olarak kanıyorum. buradan da değişken faktör h.264 olduğu için öyle bir sonuç çıkarıyordum. kompozisyon çok iyi olsa da, ışık iyi verilmiş olsa da h.264 ile çekildiğinde yine sıradan bir izleyici olarak dslr görüntüsü olduğunu anlıyorum ve ifade edemediğim nokta burası; keskin olmayan, dokusuz, film değil de video havasında bir görüntü oluyor o. Bu durumda h.264 8 bit ile ne kadar iyi görüntü alınabilir bilemiyorum. film için geçerli bu. diğer profesyonel işlerde kotarılabilir kanaatine vardım. ki zaten yapıyorlarmış.
Peki Panasonic'in kameralarının bu kadar keskin olması neden kaynaklanıyor?
GH4'e göre konuşursam, 1:1 piksel oranı kullanıyor öncelikle line skipping yok. OLPF filtresi de yine bu çözünürlüğe göre, üstüne bir de doğru düzgün bir debayer algoritması kullanıyorsa keskin olmaması için hiçbir neden yok (Özellikle Leica/Lumix lens ile 🙂 )
Doğrudur. Ona "filmlook" diyorlar ama genelde dslr dünyasında bu yüksek kontrast olarak yorumlandığı için başta kötü bir başlangıç oldu.
DSLRlerin "bence" en büyük sorunu 8 bitin de bir sonucu olarak dinamik yelpaze. Yani en açık ile en koyu ton arasındaki menzil. Bu aralık dar olduğu için görüntü belli bir tonal aralıkta sıkışmış görünüyor. Sİyahları biraz baskılayayım dediğinde düz siyah yerler ortaya çıkıyor. Beyazlar patlıyor ve düz beyaz oluyorlar. Film emülsiyonunda karakteristik olarak roll-off denen bir durum var. Sİyah ve beyazın uç noktalarına yaklaştıkça omuz ve topuk denen dönüm noktaları vardır. Birden geçilmez o tonlara. Yavaşça ve yumuşak bir kavisle geçilir. Bu olmadıkça görüntü videovari yani lineer ve keskin geçişli olur. Anlatması ve anlaması zor olan durum genelde budur. Dijital kameraların profesyonel olnaları filmin bu boyutunu taklit edebilmek için bizim kendi aramızda flat, daha teknik ortamlarda ise log denen modda çekim yaparlar. Bu modda renkler uçar gider, dinamik derinlik ve kısmen ayrıntı maksimize edilir. Daha sonra kameraya uygun LUT kullanılarak bunlar biraraya getirilir ve hedeflenen sinematik görüntü elde edilir. Tertemiz, yumuşak ve süt gibi dokusu olan bir görüntüyü elde etmenin başka bir yolu yok.
DSLRler ise o yumuşak görüntüye benzer bir şeyi en başta kendileri veriyorlar ama işlemek adına o görüntünün arkasındaki zenginliğe sahip değiller. Yani en başta olabildiğince sinematiğe yakın ışık vb ile çekim yapacaksın ve gerekliyse azıcık oynayacaksın. O zaman DSLR de güzel görüntü verir. Ama renklere karakteristik bir özellik kazandırayım, herşey yeşile kaysın diye sonradan oynamaya kalkarsan o zaman rezalet bir durum ortaya çıkıyor. Yani düz sinematik diye kabaca tanımlayabilieceğim bir görüntü elde edeceksen dslr olur. Ama daha özgün bir noktaya çekerim bunu, ortalığı Matrix gibi yaparım dersen lise ödev videosuna döner. Uygun ISO'da zaten noise olmuyor ve istersen hafif gren atıp daha sinematik yapabilirsin.
Bir de; genelde "keskin" ifadesi ile "sinematik" her zaman uyumlu şeyler değildir. Aksine keskinlik videovari bir durum arzederken sinematikte görüntünün yumuşaması, sinemanın özüne uygun biçimde hafif hayalsi bir durum arzetmesi beklenir. DSLR buna yakın bir şeyleri zaten sunuyor.
Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.
Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.
Peki Panasonic'in kameralarının bu kadar keskin olması neden kaynaklanıyor?
GH4'e göre konuşursam, 1:1 piksel oranı kullanıyor öncelikle line skipping yok. OLPF filtresi de yine bu çözünürlüğe göre, üstüne bir de doğru düzgün bir debayer algoritması kullanıyorsa keskin olmaması için hiçbir neden yok (Özellikle Leica/Lumix lens ile 🙂 )
Panasonic gövdeye Lumix lens takınca kendiliğinden bir sharpness uyguluyor bu arada.
Sinema hem bir hastalık hem de tedavisinin ortak adıdır.
Sorularınızı özel mesaj yerine forum üzerinden herkese açık sormanızı rica ediyorum.