SinemaKavram ekibinin 2011 filmlerinden...
[vimeo] http://www.vimeo.com/38128725 [/vimeo]
Yönetmen: Onur Uzun
Senaryo: Ulaş Temur
Görüntü Yönetmeni: Alper Kocatepe, Onur Uzun
Yönetmen Yardımcıları: Ayşe Özer, Demet Şöhret
Oyuncular: İsmet Tamer, Türkan Özcan, Emine Efe, Baran Özcan, Aliye Karahan, Can Esendal, Ömer Fırat Sakatoğlu
Işık: Kurtuluş Yaman
Ses Kayıt: Yalçın Buluş
Montaj: Kutay Yeşilöz, Onur Uzun
Renk Düzenleme: Emre Karadaş
Teşekkürler: Miray Tercan, Tugra Music Center, Deniz Demirbaş
http://www.sinemakavram.com " onclick="window.open(this.href);return false;
Benim "Ben" dediğim bedenim mi, yoksa ben mi?
belli ki özenilmiş bir iş o anlamda ele sağlık fakat benim hoşuma gitmedi. Belkide sabaha karşı 3.43 de seyrettiğim için yok yok sabahta seyretsem normal bir vakitte seyretsem hosuma gitmeyecek sanırım. Ekip arkadaşlarından kimseyi incitmek istemem ama Teknik açıdan naturel sahne kullanımı iyi değil, görsel çekici değil, ses kayıt için bile birileri görev üstlenmiş ama malesef o bile iyi değil. Konu ve genel duruşa bakarsak bende muthiş bir bıkkınlık bıraktı, artık böyle işler diyorum bu işleri bir sınıf olarak ayırabiliyorum, tarzına her ne deniyorsa - toplumsal içerik, anlamsızlık, üşengeç olmayan düşünen seyirci arayışı her ne ise benim hoşuma gitmiyor. " Bam Bam " bir mesaj bile taşımıyor, yani tabi pop corn da yapılsın demiyorum ama neyse, belki sorun bendedir. Elin oğlu bir şekilde bunu başarıyor seyrettiriyor, yabancılara özenmiyorum bizde de cok sıkı işler var ama az sayıda. "Vay be" denecek işler cıkmıyor ya da az cıkıyor. Elin oğlu derken adam konuyu beceremesse görüntüde bu açığı kapatıyor, görüntüyü beceremezse konsepti-konusu-mesajı ile öne cıkıyor ama bir sekilde çıtayı yukarda tutuyor. Neyse kusura bakmayın lütfen, haddimi aşmak istememiştim...
kötü iş kötü iştir en iyi teknoloji kullanılsa bile; iyi iş iyi iştir sadece kağıt kalem olsa bile....
Filmin, övgüyle karşılanacak herhangi bir özelliği olduğunu düşünmüyorum.
Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;
Film bana çok kötü gelmedi, bir derdi var, demek ki bu derdi önemli bulmuşlar ki filmini yapıyorlar. Ama genelde sezinlediğim soğuk ve mesafeli bir bakış açısı var. Copen'in anlatmaya çalıştığı bu gibi geldi bana. Benzer bir şey hissetmiş.
İşlenen mevzuya bakışın son derece dışarıdan olduğu filmin bütününde hissediliyor. Bu sinemamızda yeni bir şey değil. Defalarca konuştuk. Bu ülkenin entelektüel sinemacıları bazı konuları filmlerinde merkeze alırken, konuyu sorunu çok iyi tespit etseler de, bu konuya dışarıdan, belirsiz, hatta bazen kanaatsiz yaklaşıyorlar. Ben bunu şu şekilde anlatıyorum:
Filmin içerisindeki insanların "gerçek" hayattaki halleri oturup filmi izleseler kendi hikayelerine yabancı kalırlar, kalıyorlar.
Bu da toplumsal anlamda bir tıkanıklık demek.
Toplumun bir yerinde olan insanları gözlemleyen belirli kişilerin, kendileriyle benzer zevkleri, konumları, bilgileri olan insanlarla gözlemledikleri hikayeyi paylaşması, gözlemlenen insanları basit bir araç haline getiriyor. Bu filmde "yoksulluk ve erkek egemenliği" meselesi filmin bir nesnesi, entelektüel oyuncağı durumunda.
Bu oyuncaklık durumundan tam olarak kurtulmanın yolu, yani nesne konumundaki kişilerin özne olmaları, bu film çevresinde söyleyecek olursam "yoksulların ve erkek egemenliği altında ezilenlerin" kendi filmlerini kendilerinin yapması. Bu içinde yaşadığımız düzende pek mümkün olmuyor. Ama tam bir kurtuluş sunmasa da, kurtuluşa hizmet eden bir diğer faktör filmi yapan entelektüel sinemacıların konu ediniyor oldukları kişilerin sanatsal dillerini kullanmaları olabilir. Bu en azından o kişilerle sinema arasındaki mesafeyi kaldırabilecek bir şey.
Bir film dili oluşturma adına gayet başarılır olmuş bir film. Konusunu, senaryosunu bir yerden alıp bir yerlere götürmek anlamında eksik olduğunu düşünüyorum.
belli ki özenilmiş bir iş o anlamda ele sağlık fakat benim hoşuma gitmedi. Belkide sabaha karşı 3.43 de seyrettiğim için yok yok sabahta seyretsem normal bir vakitte seyretsem hosuma gitmeyecek sanırım. Ekip arkadaşlarından kimseyi incitmek istemem ama Teknik açıdan naturel sahne kullanımı iyi değil, görsel çekici değil, ses kayıt için bile birileri görev üstlenmiş ama malesef o bile iyi değil. Konu ve genel duruşa bakarsak bende muthiş bir bıkkınlık bıraktı, artık böyle işler diyorum bu işleri bir sınıf olarak ayırabiliyorum, tarzına her ne deniyorsa - toplumsal içerik, anlamsızlık, üşengeç olmayan düşünen seyirci arayışı her ne ise benim hoşuma gitmiyor. " Bam Bam " bir mesaj bile taşımıyor, yani tabi pop corn da yapılsın demiyorum ama neyse, belki sorun bendedir. Elin oğlu bir şekilde bunu başarıyor seyrettiriyor, yabancılara özenmiyorum bizde de cok sıkı işler var ama az sayıda. "Vay be" denecek işler cıkmıyor ya da az cıkıyor. Elin oğlu derken adam konuyu beceremesse görüntüde bu açığı kapatıyor, görüntüyü beceremezse konsepti-konusu-mesajı ile öne cıkıyor ama bir sekilde çıtayı yukarda tutuyor. Neyse kusura bakmayın lütfen, haddimi aşmak istememiştim...
Kendi adıma konuşayım. Kesinlikle haklısın. Genel itibariyle türk kısa filmleri, yabancı kısa filmlere göre teknik açıdan çok çok geride. Bunda profesyönelleşmemenin büyük etkisi var. 10larca kısa filmde çalıştım, kendim de çektim ve şimdiye kadar "Neyse orası da öyle kalsın." denmeyen bir kısa film seti görmedim.
Sinema, hikaye anlatmak için bir araç olarak kullanılıyor Türkiye'de, sinema dili sadece hikayeyi güçlendirmeye yarıyor. Elbette böyle olmamalı. Kısa film bu konuda çok daha vahim bir durumda, hikayeyi güçlendirmek için bile sinemanın öğeleri kullanılmıyor.
Daha fazla düşünmemiz, izlememiz lazım, kafa yormamız lazım, hikaye düşünmekten çok, hikayeyi nasıl anlatmalıyız diye düşünmemiz lazım.
Benim "Ben" dediğim bedenim mi, yoksa ben mi?
Film bana çok kötü gelmedi, bir derdi var, demek ki bu derdi önemli bulmuşlar ki filmini yapıyorlar. Ama genelde sezinlediğim soğuk ve mesafeli bir bakış açısı var. Copen'in anlatmaya çalıştığı bu gibi geldi bana. Benzer bir şey hissetmiş.
İşlenen mevzuya bakışın son derece dışarıdan olduğu filmin bütününde hissediliyor. Bu sinemamızda yeni bir şey değil. Defalarca konuştuk. Bu ülkenin entelektüel sinemacıları bazı konuları filmlerinde merkeze alırken, konuyu sorunu çok iyi tespit etseler de, bu konuya dışarıdan, belirsiz, hatta bazen kanaatsiz yaklaşıyorlar. Ben bunu şu şekilde anlatıyorum:
Filmin içerisindeki insanların "gerçek" hayattaki halleri oturup filmi izleseler kendi hikayelerine yabancı kalırlar, kalıyorlar.
Bu da toplumsal anlamda bir tıkanıklık demek.
Toplumun bir yerinde olan insanları gözlemleyen belirli kişilerin, kendileriyle benzer zevkleri, konumları, bilgileri olan insanlarla gözlemledikleri hikayeyi paylaşması, gözlemlenen insanları basit bir araç haline getiriyor. Bu filmde "yoksulluk ve erkek egemenliği" meselesi filmin bir nesnesi, entelektüel oyuncağı durumunda.
Bu oyuncaklık durumundan tam olarak kurtulmanın yolu, yani nesne konumundaki kişilerin özne olmaları, bu film çevresinde söyleyecek olursam "yoksulların ve erkek egemenliği altında ezilenlerin" kendi filmlerini kendilerinin yapması. Bu içinde yaşadığımız düzende pek mümkün olmuyor. Ama tam bir kurtuluş sunmasa da, kurtuluşa hizmet eden bir diğer faktör filmi yapan entelektüel sinemacıların konu ediniyor oldukları kişilerin sanatsal dillerini kullanmaları olabilir. Bu en azından o kişilerle sinema arasındaki mesafeyi kaldırabilecek bir şey.
Kısaca "Yaşanmadan bilinmez." diye özetleyim yazdıklarını. Önceki mesajda da dediğim gibi, hikayenin nasıl gösterileceği konusunda çok daha fazla çalışmak lazım, sinema budur zaten.
Benim "Ben" dediğim bedenim mi, yoksa ben mi?
ben filmin mesajını doğru buldum, güzel de yansıtılmış bence 🙂
bir arkadaş entellerin dantellere uzak kaldığını yazmış da, kim olduğunu şimdi hatırlayamadım, kusura bakmasın üslubum için de
kısa filmlere merak salalı sürekli kısa film izliyorum, böyle abartısız konu işleyen işler görünce de seviniyorum açıkçası, böyle eleştirilmemeli bence 🙂
diğer yandan kapının çekildiği planda kapı neden bombe yapmış görünüyor merak ettim 🙂
Filmin teknik aksaklıkları dışında ( büyük sorunlar) hikayeyesini iyi anlatmış.Ben şahsen keyifle izledim. Başarılı işler dileğiyle
Tarkovski neden muhteşemdir, açıklamak çok zor; ama benim için filmlerini izlemek vahiy gelmesi gibi bir şeydir.
Lars Von Trier
Teknik olarak geçmiş işlerinize göre gözle görülür bir ilerleme var. Fakat kimi çekimlerde bir özensizlik söz konusu. Ayrıca seste de sıkıntılar var. Eminim ki çok zor şartlar altında sıfırın altında bütçeyle çekilmiştir film. Ama bu kadar insanın emek verdiği bir projede 100-200 TL lik bir bütçe pek çok seyi kurtarabilir. Misal 3 adet redhead günlüğü 60 TL den kiralanabiliyor. günlük 100TL civarında kaliteli bir ses kaydedici ve mikrofon kiralamak mümkün. Sizin gibi artık bimnemkaçıncı projesini yürüten bir ekibin artık deneyim ve bilgisini ekipmanlarla desteklemesi lazım. Eğer hareketli kamera ve focus pulling işini yapabilecek yetenekte kamera operatörünüz yok ise o tarz çekimleri koymayın. Yukarıda yazdıklarım dışında pek çok plan, açı , lens kullanımı hoşuma gitti.
"Giydikçe açılır" diyen tezgahtar, "uzadıkça şekil alır" diyen kuaför, "zamanla unutursun" diyen arkadaş... Bunların hepsi aynı örgüte üye...
ben filmin mesajını doğru buldum, güzel de yansıtılmış bence 🙂
bir arkadaş entellerin dantellere uzak kaldığını yazmış da, kim olduğunu şimdi hatırlayamadım, kusura bakmasın üslubum için de
kısa filmlere merak salalı sürekli kısa film izliyorum, böyle abartısız konu işleyen işler görünce de seviniyorum açıkçası, böyle eleştirilmemeli bence 🙂
diğer yandan kapının çekildiği planda kapı neden bombe yapmış görünüyor merak ettim 🙂
Hatırlatayım. Benim. Nasıl eleştireceğimi de sana sormam.
nasıl eleştireceğiniz sizin bileceğiniz iş tabi ki ancak ben bir film çekecek olsam bu forumda paylaşmaya çekinirim açıkçası 🙂
Teknik olarak geçmiş işlerinize göre gözle görülür bir ilerleme var. Fakat kimi çekimlerde bir özensizlik söz konusu. Ayrıca seste de sıkıntılar var. Eminim ki çok zor şartlar altında sıfırın altında bütçeyle çekilmiştir film. Ama bu kadar insanın emek verdiği bir projede 100-200 TL lik bir bütçe pek çok seyi kurtarabilir. Misal 3 adet redhead günlüğü 60 TL den kiralanabiliyor. günlük 100TL civarında kaliteli bir ses kaydedici ve mikrofon kiralamak mümkün. Sizin gibi artık bimnemkaçıncı projesini yürüten bir ekibin artık deneyim ve bilgisini ekipmanlarla desteklemesi lazım. Eğer hareketli kamera ve focus pulling işini yapabilecek yetenekte kamera operatörünüz yok ise o tarz çekimleri koymayın. Yukarıda yazdıklarım dışında pek çok plan, açı , lens kullanımı hoşuma gitti.
Ses için harici bir kaydedicimiz yok malesef, mikrofon ne kadar kaliteli olsa da kameraya bağlandığında kötü sonuçlar veriyor.
Kırmızı kafalarımız var zaten, kalsik 3 tane 800lük (1000lik ampül de yakıyor bildiğiniz gibi) ama ışık bilen birisi 3 kırmızı kafanın, kamera eşdeğeriyle söylersek, tek ccd bir DV kamera gibi birşey olduğunu da bilir. Tabiki 3 kırmızı kafayla çok güzel kurtarılacak sahneler de vardır ama, ancak o sahneleri kurtarmaya yarar. Biz de sizin gibi bunu bile bile her sahneye 3 kırmızı kafayla ışık yapmaya devam ediyoruz. Ancak bu filmde ışık yönünden bir sıkıntı olduğunu düşünmüyorum, o da ayrı.
Focus kaçmaları bu filmin en büyük sorunlarından biri, bu filme denk geldi, çekim de farkedilmediği için öylece kaldı. Yoksa yapamadığımızdan değil 🙂 1.4 lensle follow focus kullanmadan yürüyen birini nette tutmuşluğum da vardır 🙂
NOT: Kamera operatörü yanlış bir kullanım, yani hem kamera kullanıp hem focus yapanlara deniyorsa bilemiyorum ama, onlar ayrı ayrı kameraman ve focus puller olarak geçiyor. Focus puller da kamera ekibinde kameramandan sonraki en üst kişi oluyor profesyönel setlerde. Başka biri burdan okuyup da jeneriğine yanlış şeyler yazmasın diye düzeltme ihtiyacı duydum.
Benim "Ben" dediğim bedenim mi, yoksa ben mi?
Teknik olarak geçmiş işlerinize göre gözle görülür bir ilerleme var. Fakat kimi çekimlerde bir özensizlik söz konusu. Ayrıca seste de sıkıntılar var. Eminim ki çok zor şartlar altında sıfırın altında bütçeyle çekilmiştir film. Ama bu kadar insanın emek verdiği bir projede 100-200 TL lik bir bütçe pek çok seyi kurtarabilir. Misal 3 adet redhead günlüğü 60 TL den kiralanabiliyor. günlük 100TL civarında kaliteli bir ses kaydedici ve mikrofon kiralamak mümkün. Sizin gibi artık bimnemkaçıncı projesini yürüten bir ekibin artık deneyim ve bilgisini ekipmanlarla desteklemesi lazım. Eğer hareketli kamera ve focus pulling işini yapabilecek yetenekte kamera operatörünüz yok ise o tarz çekimleri koymayın. Yukarıda yazdıklarım dışında pek çok plan, açı , lens kullanımı hoşuma gitti.
Ses için harici bir kaydedicimiz yok malesef, mikrofon ne kadar kaliteli olsa da kameraya bağlandığında kötü sonuçlar veriyor.
Kırmızı kafalarımız var zaten, kalsik 3 tane 800lük (1000lik ampül de yakıyor bildiğiniz gibi) ama ışık bilen birisi 3 kırmızı kafanın, kamera eşdeğeriyle söylersek, tek ccd bir DV kamera gibi birşey olduğunu da bilir. Tabiki 3 kırmızı kafayla çok güzel kurtarılacak sahneler de vardır ama, ancak o sahneleri kurtarmaya yarar. Biz de sizin gibi bunu bile bile her sahneye 3 kırmızı kafayla ışık yapmaya devam ediyoruz. Ancak bu filmde ışık yönünden bir sıkıntı olduğunu düşünmüyorum, o da ayrı.
Focus kaçmaları bu filmin en büyük sorunlarından biri, bu filme denk geldi, çekim de farkedilmediği için öylece kaldı. Yoksa yapamadığımızdan değil 🙂 1.4 lensle follow focus kullanmadan yürüyen birini nette tutmuşluğum da vardır 🙂
NOT: Kamera operatörü yanlış bir kullanım, yani hem kamera kullanıp hem focus yapanlara deniyorsa bilemiyorum ama, onlar ayrı ayrı kameraman ve focus puller olarak geçiyor. Focus puller da kamera ekibinde kameramandan sonraki en üst kişi oluyor profesyönel setlerde. Başka biri burdan okuyup da jeneriğine yanlış şeyler yazmasın diye düzeltme ihtiyacı duydum.
Kafaların önüne çıta falan gerip daha yumuşak ışık alabilirsiniz. Ben kiraladığım ve taşıma sorunlarım olduğu için kullanamıyorum. Kendi özel işlerimi çekerken genelde yalnız yada 1 ekstra insanla çalışıyorum. Benim kiraladıklarımın dimeri ve flood pot ayarları mevcut sizinkinde olmayabilir. yinede ışığı yumuşatmanın yolları var. Ses konusunda kameraya (eos serisi olduğunu tahmin ediyorum) Magic lantern yükleyerek sorunu aşabiliriniz. Benim 80 euroluk audio tecnica atr-25 le bile şahane ses alınıyor. Çekim sırasında daha flat bir picture style kullanırsanız daha iyi netice alabilirsiniz.
Elinizde 1.4 diyaframlı lens var diye 1.4 de çekim yapmak gerekmiyor. 2.8 civarı makul bir bokeh ve daha iyi şartlarda netlik ayarlanabiliyor. Ben 2.0 altında 50mm civarı lenslerin aps-c sensörde verdiği bokehi sevmiyorum. Kişiel tercih meselesi.
Sizin setinizin profesyonel bir set olmadığını tahmin ettiğim için hepsini kamera operatörünün yaptığını düşündüm. Biraz çalışmayla followfocus olmadan netliği tuturabilirsiniz. İsterseniz özelden 501.8 ile yaptığım birkaç çekim örneğini gönderebilirim.
Makinanızın 5x 10x büyütme özelliği var netlemede çok yardımı olur. Ayrıca Magiclanternin stack focus vs gibi yardımcı özellikleri mevcut.
"Giydikçe açılır" diyen tezgahtar, "uzadıkça şekil alır" diyen kuaför, "zamanla unutursun" diyen arkadaş... Bunların hepsi aynı örgüte üye...
Biz halen HV20 kullanıyoruz, şimdiye kadar biz söylemeden DSLR'lerden ayırabilen olmadı, sizin gibi. 1.4 lensi de 35mm adaptör ile kullanmıştım, kullanmadıysanız bilmezsiniz tabi, farklı bir deneyimdi zamanında.
Profesyönel veya başka her hangi bir yerde kamera operatörü diye bir şey yoktur. Kamerayı kullanan kişiye kameraman denir, bazen de görüntü yönetmeninin kendisi kullanır. Profesyönel olmayan setlerde birimler veya kavramlar değişmez, insanları yanlış yönlendirmeyelim.
Işık konusuna tekrar değinmeyeceğim, daha önce söylediklerimi yeterli görüyorum.
Benim "Ben" dediğim bedenim mi, yoksa ben mi?