Forum

(Eray Dinç'ten) Ses...
 

(Eray Dinç'ten) Sessizlik....

35 Gönderi
16 Üyeler
0 Reactions
6,710 Görüntüleme
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

Bütün filmler, bütün sinema sınıfsal açıdan değerlendirilebilir. Sen değerlendirmesen de sınıf her yerde olduğundan o zaten vardır. Değişmez.

Sadece o açıdan değerlendirirsin ya da değerlendirmezsin. O da senin politik konumunu belirler.

Bu filmde "ses duyusunu" kaybeden insanlar değil, "sesten rahatsız olan" insanlar var.

Filmde bir toplumsal sınıfın nitelikleri çok açık bir şekilde belli ediliyor. Bu filmdeki sanat yönetiminin çoğu o hatta. Filmin arkaplanını okursanız çok net bir şekilde üst orta sınıf ya da burjuva bir ev burası.
Yönetmen bunu belli etmek için özel olarak uğraşmamış olabilir. Filmi kendi evinde bile çekmiş olabilir. (böyle mi bilmiyorum)
Ama bu da beetle'ın belirttiği şeye denk düşüyor zaten.
Yönetmenin sınıfsal konumu ile anlattığı hikayenin sınıfsal konumu arasındaki örtüşme durumu.

Yani tekrardan başa dönüyorum. Sınıf her filmde vardır. Inception'da da var, Matrix'te de var. David Lynch filmlerinde de var.
Sinema gerçeklik ve de "gerçeküstü" (gerçeküstünün var olabilmesi için de "üstü" olabilecek bir "gerçeğe" ihtiyaç vardır.) ile ilişkisel olduğundan bunu her filmde görebilirsin. Çünkü sınıf gerçektir.

Ben bu filmi yönetmenin bu sınıfsal konumu olumladığı yönünde eleştirdim.
Ve bunu sesten kaçamayan insanların olduğu bir dünyada sınıfsal bir lüks olarak gördüğümü söyledim.
Ve üst-orta sınıf sınırları içinde başarılı bir film olarak görebilirim de diyorum.

 
Gönderildi : 13/07/2011 3:04 pm
(@hegel)
Gönderi: 1157
 

.....

Ben bu filmi yönetmenin bu sınıfsal konumu olumladığı yönünde eleştirdim.
Ve bunu sesten kaçamayan insanların olduğu bir dünyada sınıfsal bir lüks olarak gördüğümü söyledim.
Ve üst-orta sınıf sınırları içinde başarılı bir film olarak görebilirim de diyorum.

Dünya görüşümüz birbirine yakın olduğu için iki mesajında yazdıklarına benzer şeyler düşündüm ben de. Ama sonra, Eray'a, filmine haksızlık mı yapıyoruz diye de düşündüm. Yani ideolojimizin bizi, zevklerimizi, her şeyimizi bir şekilde şekillendirmesine izin mi vermeliydik. En azından bu tür deneysel çalışmalarda bir sansür gibi, dışlayan bir mantıkla beğenilerimizi şekillendirmesine göz mü yummalıydık. Başkaları ne düşünüyordu? Bizimle aynı görüşü paylaşmayan, biz azınlık olduğumuzdan bizden çok daha büyük bir kitle filmi genel anlamda beğenilir bulmuşken, bir şeyleri yanlış mı yapıyorduk? Ama bir taraftan da dünya gerçekten hızla bozuluyor, yozlaşıyor sanatta bundan fazlaca nasibini alıyordu. Bu olumsuz havadan da etkilenerek, ideolojimize daha sıkı sarılarak elediğimiz alanı fazlasıyla genişletiyor muyduk? Gerçekten çölde herşey mucize etkisi mi yapıyordu?

Bu kafa karışıklığı altında filmi bir kez daha seyretme ihtiyacı duydum. Evet, orta-üst sınıfa ait bireyler, daha yaşanılır bir ortam, bir şeylere daha kolay ulaşabilme lüksü vs. Ama "Kaybedenler Kulübü" başlığı altında eleştirdiğimiz kişiler, biz kabul etmesek de, küçümsesek de kendilerini öyle kabul ediyorlar ve bu konuma kendi kendileri soktuklarından haklı olma durumundalar. O yaşanılmaz dünyanın, her türlü dengesizliğin basıncıyla alttan fokurdamaya başlayan kaosun ve potansiyel tehdit ve tehlikenin kokusunu da alıyorlar. Okumuş, kültürlü insanlar. Ama kaçış ve görmezden gelme gibi eylemsizlikleri bir şekilde dönüşerek bu kişileri bu olumsuz ruh haline sokuyor. Ölmek üzere olan canlıların son anlarını yaşar gibiler. Her anlamda izole olma yoluna giden karakterler birbirlerinden de rahatsız olma halinden bir olumlamaya vararak, -birbirlerinin zayıflıklarını kabul edilebilir bulma ve bunu diğer insanlar/sesler içinde kabul etme durumu- katlanılmaz durumdan fantastik bir tarzda kurtuluyorlar. İşte burada ideolojik bir söylemde bulunursak, seslerden izole olarak yaşamalarının yetmeyeceğinin farkındalar. Bu yarım yamalak vazgeçiş ancak başka vazgeçişlerle anlam kazanabilir. Yani son tahlilde tüm yeryüzünü, sistemi, kapitalizmi karşılarına almaları gerekir. Kezzap'ın örnek verdiği gibi, Haneke'nin "Der siebente Kontinent" tarzı bir yok oluş gibi. Karakterler, belki de Eray'ın ideolojisine uygun bir şekilde davranıyorlar. Bu da günümüzdeki en yaygın dünya görüşü olduğundan, filmi bu sonu yüzünden, -fantastiğe kaçış- bu yönüyle eleştirmek anlamsız olur.

Durum bu ve bu durumla ilgili bu kısa film de bunu çok güzel yansıtıyor. Eray bütün dünyada seyredilip anlaşılabilecek, evrensel ve her yönüyle kaliteli bir filme imza atmış.

Kalem Oynatan İle Ayı Oynatanın Buluştuğu Yer

http://kalemoynatanileayoynatannbulutuuyer.blogspot.com.tr

 
Gönderildi : 13/07/2011 7:01 pm
(@fsakar)
Gönderi: 0
 

Bir sinema filminin izleyiciyi etkilemesindeki en iyi yöntemlerden birisi "özdeşleşme" dir. Bir karakter izleyiciye daha yakın ve daha kolay benimsetilebileceği gibi aktarılır ve izleyicinin öyküye daha sıkı tutunması sağlanır.

Özdeşleşme denilen şey, senaryo yazarının sınırları dahilinde, onun o karakteri yarattığı sınırlar dahilinde gerçekleşebilir.

Dolayısıyla her filme sınıfsal açıdan bakmak, senaryo yazarının bizi özdeşleştirmek istediği karakterlerle özdeşleşebilmemizi engelleyebilir. Örneğin zengin bir çocuk ile zengin bir kızın gayet lüks bir aşk yaşantısını konu edinen bir filmde kızın gittikçe şımarıklaşan tavırlarına karşın izleyici çocuğa hak vermeye başlar. Bu senaryo yazarının bilinçli olarak yarattığı bir durumdur. Ancak bu olaya sınıfsal açıdan bakan ve arkaplandan, mekanlardan, objelerden dolayı filmi bir burjuva-orta sınıf filmi olarak gören bir kişinin erkek karaktere de hak vermesi zorlaşacaktır. Çünkü filme sınıfsal açıdan bakan (ki sınıfsal açıdan bakmak genellikle alt tabaka insanlarının yaptığı bir iştir) bir izleyici, öyküye bağlanamamış, öykünün gerçekliği içerisine girememiş dahası öyküyü kendi gerçekliğine getirerek gerçek yaşamın kıstaslarına göre öyküye bakmaya başlamış, dolayısıyla senaryo yazarının oltasına yakalanmamış demektir. Ancak öyküye girebilmek için bu oltaya yakalanmak gerekir.

Muakkak her öyküde sınıfsal bir takım göndermeler, olaylar, kişiler vardır ancak bu öyküyü o bakış açımızdan izlememizi gerektirmez. Zira bir film sınıfsal bir kavgayı anlatmadığı sürece, sınıfsal kavganın bir yan öğe olarak kullanıldığı veya kullanılmadığı, başka bir konuya sahiptir demektir.

 
Gönderildi : 13/07/2011 7:49 pm
(@gorkem)
Gönderi: 0
Başlığı açan
 

Film üzerine ayrıntılı bir metin derlemeyi planlıyorum.
İlginç, incelenesi bazı noktalar söz konusu.
Ancak her şekilde filmin, görsel (ve işitsel) olarak çok başarılı ve güçlü olmasının yanında tematik olarak yakaladığı damarı yeterince kullanamadığı ve doyurucu olamadığı kanısındayım.

Çevremizdeki "önem"leri, önemli görünmeyi başaran önemsizler yüzünden fark edemiyoruz....
https://twitter.com/gorkemoge" onclick="window.open(this.href);return false;

 
Gönderildi : 14/07/2011 3:14 am
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

Sinemanın, sinema yapmanın bir taraf belirleme işi olduğunu düşünüyorum.
Bir film belirlediği taraf içinde "iyi olabilir". Tıpkı bu filmin hikayesini eksik bulsam da iyi olduğunu düşünmem gibi.
Tıpkı Fsakar'ın dediği gibi baştan taraf belirlemiş ve o tarafı hiç eleştirmeyen bir filmin de kendi içinde iyi olabilmesi gibi.

Ama bir filmin değerlendirmesi sadece ekranda olan bitenin değerlendirmesinden öte şeyler de barındırmalıdır diye düşünüyorum.
Yönetmenin seçtiği "taraf" işte bunlardan biri.
Filmini yapış biçimi, kamera arkası yine bunlardan biri.

Bu bir çeşit savaş. Mücadele.
Sinema bir dostluk deryası değil.
Sadece bir sanat eseri de değil, yani "filmi kendi içinde bir sanat yapıtı olarak dış faktörlerden izole edelim" gibi bir bakıştan ötesini hakkediyor.
Bir sanat olmanın ötesinde başka işlevleri de olduğunu düşünüyorum.
Ve bu işlevlerden bazılarının sanat olmasından daha önce geldiğini de düşünmekteyim.

Benim bakışıma göre bir yönetmen, zaten her yerde görünür olabilen, derdini sıkıntısını tasasını zaten rahatlıkla anlatan, istediği zaman kendisine bir temsiliyet biçimi bulabilecek insanların hikayesini, onların konumlarına zeval getirmeden anlatıyorsa,bu benim için bir sorundur. Sinemanın gücünün tam aksinin yapılması için kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa sadece düzeni yeniden üretirler. Amaçları buysa, işte bunun savaş kelimesiyle ifade edilmesinin sebebi de budur zaten. Amaçlarının bu olması.

 
Gönderildi : 14/07/2011 5:28 am
 HHK
(@hhk)
Gönderi: 0
 

Bu filmde öne çıkan ayrıcalıklı konu ve bunun gibi filmler için, filmin çıtasını belirleyecek olan en önemli şey filmin içinde barındıracağı dahiliktir. Dahilik, özellikle bu filmler için en önemli kıstas oluyor ki eğer sağlanabilirse filme verilebilecek ödüllerin anası bile yetersiz kalır. O denli bir kıymet arz eder… Bu yapılamıyorsa bile filmi sıradanlıktan çıkarmak vazifesini yönetmenin ve hatta senaristin ayrıca özen göstererek yüklenmeleri gerekir. Artık lüks olmayan bu hareket, seyirciye sunulacak en önemli hediye olur.

Bu film ise işlediği ayrıcalıklı konunun anlatımını bize temsil misallerle veriyor. Ve seyirci bir süre sonra artık kendince “ha bak bu sese de dayanamadılar” şeklinde örnekleri gözlemler hale geliyor. Çünkü artık seyircinin kafasında oluşturduğu düşünce onun için yeterli geliyor ve elinde tuttuğu parçayı tamamlamak için ise sadece son sekansı beklemesi yeterli. Yani film kendini belli bir sürede anlatıyor, seyirci de bu süredeki anlatımı anlıyor ve dahasında da filme yönelik sadece devam eden örnekleri izler hale geliyor.

Film, bu haliyle de bizlere sadece örnekleri değerlendirtiyor. Çünkü ilk paragrafta anlattığım olgular kendini bu film içinde yer bulamıyor. Bu filmde dahilik yok ve film çok sıradan. Filmin dahice olmaması elbette eksiklik değil. Sadece filmin değerini yükseltirdi ama sıradan oluşu bana göre bu film için büyük bir eksiklik. Filmin teknik boyutunu, pek değerlendiremem ama anlatımıyla çok sıradan ve kolaya kaçılmış.

Filmin, işlediği konunun kahramanlara yüklediği hassalık ile filmde verilen örneklerin kendi içerisinde tutarsızlığı da var. Örnekler hem filmin bütününde hem de kendi içerisinde tutarsızlık sergiliyor.

Tutarsızlıklara değinirsek öncelikle açılışta verilen sesler arasında savaş silahlarının olması hiç olmamış. Sırf gürültü çıkardığı için filmin içine yerleştirilmiş ve bu yerleşim kahramanların şehir hayatına ve kendi yaşam tarzlarına hiç uygun değil. Verilen şehir gürültüleri filmin derdine çok uygun ama ağır silah sesleri hiç uygun değil. Ha illa silah sesi konulacaksa da tabanca sesleri olabilirdi; aralıklı patlayan. Sanki bir geceyarısı şehrin sokağında işlenen bir cinayet ya da maganda kurşununu temsilen.

Sonra, duş sahnesi ve erkek kahramanın telefonu eline alması gibi (04:21). Duş sahnesinde, bireylerin karşılıklı kulaklarını elleriyle kapatmaları vardı. Ama sahne sonunda, kızın ellerini oğlanın kulaklarında aralaması var ki seyircinin konuya uygunluk olarak düşündüğü anda hata olarak kendini gösteriyor. ( Belki de kulaklarını tıka basa pamukla doldurmuşlardır ha). Ama telefon sahnesinde şöyle bir durum var. Ev telefonlarında, ahizeyi kaldırdığımızda dahi ahize ses verir ve bu ses hakikaten de dayanılmayacak bir sestir. Birkaç saniye o sesi dinlemek tüm gününüzü, kötü geçirmenize neden olabilir. Ve hassas kahramanımız, bu sese hiçbir şekilde tepki vermiyor. Kaldı ki kulak yapısının gerek duyum olarak, gerek bünye dengesini sağlaması yönünden ve beyin ve tüm çizgili kaslarla olan bağlantısına değinmiyorum. Hiçbir rahatsızlığı olmayan bir bireyi bile kulak zarına ve içkulak taşlarına yapılacak hafif bir uygulama, bireyi düz duvara tırmandırır. Bunu abartmıyorum, daha önceden farkına varmadığınız acıyı ve kaslarınızı hissedebilirsiniz. Hassas kahramanımız anca telefon tuşlarını tıklayınca tepki veriyor. (Türk Telekom altyapısıyla kurulmuş tüm ev telefonları bu sesi verir. Buradaki anlatım bu neticeye bağlı olarak anlatılmıştır).

Gece sokakta birinin koşmasından dolayı neredeyse kulaklarını yırtacak kadar etkileniyorlarsa, hemen akabinde gelen ve beraberce koştukları anda kafataslarının içinden beyinlerini çıkarmaları gerekir ki bundan hiç etkilenmiyorlar bile. Kulaklarına pamuk tıkadıklarını biliyoruz tamam ama ev ortamında kulakları pamuksuzken bile ufak seslere nasıl tepki verdiklerini de biliyoruz. Ve aynı halde iken birinin koşmasına verdikleri tepki var. Tutarsızlığı gözümüze sokan sahneler olmuş bunlar.

"Bazen SESsizlik en büyük gürültüdür." Bu yazı daha çok filmin ilk 2 dk'lık kısmına hizmet ediyor diye düşünüyorum. Filmin ilk 2 dk'sından sonrası için düşündürücü bir yazı olmuş ve bana göre aykırı durmuş. Bir de filmlere, bu tip, konuyu direk bize sunmaya çalışan yazılara da artık pek hoş bakmıyorum. Özellikle bu film, ilk 2 dk'sında bu yazıyı bize sinemanın nimetlerinden yararlanarak sunuyor zaten. Yönetmenlerin sinema sanatıyla sunabildiklerini, yazı olgusuyla tekrar yinelemeleri pek hoş değil diye düşünüyorum.

Gün doğumunda dışarı çıkmaları iyi bir iş olmuş. Genelde gün doğumlarının ayrı bir sessizliği vardır.Burada ve finaldeki hafif mizah da çok iyi olmuş.

Geçişler, harika olmuş. Filmle elele çıkıyor karşımıza.

Kızın oyunculuğu mükemmel. Harika performans sergilemiş. Kutlamak lazım.

Altyazılar felaket olmuş. Yazının karakterine bir şey demiyorum. Arka temasından dolayı, ışık görünmez kılmış, yazıları. Buradaki bu uygulama, film ile seyirci arasına mesafe koyuyor ki bunu hiçbir yönetmen istemez.

11:07’de hareket var, müzik yok.

Kızın çok iyi performans göstermesi erkek oyuncuyu bayağı geri plana itmiş. Hele hele final sahnesinde erkek oyuncunun verdiği ifade çok yetersiz. Kız oyuncuyu tekrar kutlamak gerekir ve hakkında bilgi sahibi olmayı isteriz.

- Şunu bir dene...
- Nedir bu?
- Tüm dualarının karşılığı diyebilirim.
Gia (1998)

 
Gönderildi : 14/07/2011 4:49 pm
(@eraydinc)
Gönderi: 232
 

Hadi biraz cevap yazalım 🙂

Filmin genel anlatısından ziyade teknik tercihlere deyinmek niyetindeyim. Siyah beyaz ve yüksek kontrast seçiminin ana nedeni, sessiz sinema dönemindeki remaster edilmiş görüntülerle benzerlik yaratma çabamdı. Sessizlik adının genel anlamı renksizlikteki ''sizlik'' öğesinden düşündüğüm bir parça. Yani ''sessiz, sakin''anlamından ziyade ''sese sahip olamamak,'' gibi bir anlam taşıyor Sessizlik. Uzun uzun yazmaya gerek yok şimdilik.

HHK'nın iki anekdotuna cevap vereyim. İlki, telefon zaten tepki bile vermiyor. Çalışmıyor. Yani bir sinyal sesi dahi çıkarmıyor. Etrafta bir çalışmamazlık var. Bir karıncalanma var. Bir bozukluk var. Bozukluk günümüzde iletişimsizlik demek.

Koşu sahnesinde ne kadar belirgin bilmiyorum ama her çınlamadan önce varolan bütün sesler yavaşça yok oluyor. İlk çınlamada da bunu hissettik ve ikincisinde onayladık. Zaten ellerini kulaklarından çekmeleri de bu yüzden. ''-Sesler sanki normale mi dönüyor ? -Hayır. Aksine azalıyor. Bir dakika yok oldu.'' Ve yüksek bir ses....

Dahilik konusu tartışılır. Fakat sıradanlık konusunda bence tartışmaya açılacak çok az öğe var. ''Film çok sıradan'' Eğer bu cümleye ikna olursam sinemayı bırakmak isterim. Çünküsü de var bende.
Özeliikle altyazı konusunda anlam yürütememeniz beni üzdü ki burada bir sıradışılık olduğu kesin. Altyazılar doğası ve dili gereği zaten okunamayacak bir dil. Biz okuyamıyoruz çünkü henüz onlar gibi bir iletişim kurabilecek mertebeye yükselmiş insanlar değiliz. Henüz iletişimde biyolojik bir devrim yapamadık. 11:07'de altyazı var. Yani bir iletişim var.

Çok açıklayıcı da yazmak istemiyorum derdimi anlamışsınızdır 🙂
Fakat genel olarak şunu da söylemeliyim ki, hata gibi gözüken öğelerin gerçekten bir açıklaması var. Şu an adı hala geçmeyen bir çok öğe ve sesin ciddi ciddi açıklamaları bende var. Gün gelir onları da yazmak isterim. Fakat savaş seslerindeki tercihin tartışılmaya açılmasına gerçekten bir şey demeye hakkım yok. Doğruluk payı olabilir.

Sınıf farkları üzerinde durmak istemiyorum çünkü ''gelir düzeyi yüksek insanların eleştirilmeyi haketmesi'' mentalitesine ikna olmuşlardan değilim. Çünkü maddiyattan ziyade varolan estetik algı aynı paraya denk geliyor. İmajinasyon olarak odanız tepe ampülüyle aydınlatılıyorsa gecekondu, yandan lambader şeklinde aydınlatılıyorsa villadır. Fakir zeytin ekmek yer fakat arasında bir kürdan takarsanız, lounge parti verebilirsiniz. İnsanlar 20.000 TL ye kısa film çeker fakat 3 TL ile de sinema dili emrine amadedir. Eğer bir derdim olacaksa sinemacılar arası sınıf farkı beni daha çok ilgilendiriyor.

Film çok sıradan lafı feci tırtmış ya lafından daha cüretkar bir laf. Güzel bir cevap düşüneyim buna. Buldum.

Bence değil 🙂

Bütün eleştiriler için çok teşekkürler

eraydinc.com
vimeo.com/eraydinc

 
Gönderildi : 14/07/2011 5:40 pm
(@kezzap)
Gönderi: 0
Admin
 

Eray gelir düzeyin yüksek diye eleştirmiyorum, gelir düzeyi yüksek insanların "lükslerini" olumlamanı eleştiriyorum. (Ki bunu da yapabilirsin. Ama eleştirilebilir.)
Gelir düzeyi yüksek diye insan eleştirilmez bence zaten saçma. Eleştirilecekse daha genel şeyler eleştirilir, bana ne senin gelir düzeyinden yani. 🙂

Yoksa milyon dolarlar harcayıp da milyon dolarlara eleştirel yaklaşabilirsin. (Bu her ne kadar çelişkiler barındırsa da bence kısmen de olsa manalı bir davranış olur.)
Özetle senin de belirttiğin üzere estetik anlayışın genel değerlendirilmesi, yani sanatın sanat içinde değerlendirilmesi meselesi benim pek tercih etmediğim bir şey, yukarıda da bundan bahsettim. Ama sen tercih edebilirsin elbette.

 
Gönderildi : 14/07/2011 6:07 pm
(@rec35)
Gönderi: 176
 

insanların eleştiriye bu kadar kapalı olmasına şaşıyorum. koymayalım abi o zaman filmleri buraaya. yerden yere vursalar da kabul etmeliyiz, katılmayabilirz fikirlere o ayrı.

 
Gönderildi : 14/07/2011 8:15 pm
(@eraydinc)
Gönderi: 232
 

Eleştiriye açık olmak, gelen eleştirilere mantıklı cevaplar vermek demektir. Kabullenmek değil. Filmlerimin tamamı internettedir. Dileyen istediği gibi yorumlar, hakaret eder veya eleştirebilir.

Saygılar

eraydinc.com
vimeo.com/eraydinc

 
Gönderildi : 14/07/2011 8:34 pm
(@fsakar)
Gönderi: 0
 

Dahilik konusu tartışılır. Fakat sıradanlık konusunda bence tartışmaya açılacak çok az öğe var. ''Film çok sıradan'' Eğer bu cümleye ikna olursam sinemayı bırakmak isterim. Çünküsü de var bende.
Özeliikle altyazı konusunda anlam yürütememeniz beni üzdü ki burada bir sıradışılık olduğu kesin.

Elbet filmin sahibi bir insan olarak filminizi savunmanız gayet doğal ve buna saygı duyarım. Ancak yorumlar konusunda çok hassas olduğunuzu sezdim zira şu alıntıladığım kısım malesef eleştirilere yanıttan çok eleştiri sahibi insanlara bir hakaret gibi ne yazık ki.

Filmin sıradan olup olmaması konusunda net bir tavırla, sinemayı bırakırım gibi size özel büyük bir iddiayla eleştiri sahiplerine rest çekerek filmin sıradan olmadığını savunuyorsunuz. Ama misal ben şahsi olarak filminizin gayet sıradan bir film olduğunu düşünüyorum. Ancak bunu sizin de bilmeniz gerektiği gibi sıradanlık sinemada kötü bir şey veya bir yetersizlik değildir. Sıradan olmaya olumsuz bir kanı getirmeniz, filminizi savunurken sizi malesef gereksiz iddialara itmiş.

Bir senaryo yazarının, yönetmenin malesef ilk eleştirileri aldığı andan itibaren pek bahanesi kalamaz. Eğer eleştirilerden bir hayal kırıklığı yaşadıysanız bunu eleştiri sahibi insanlara yöneltmemelisiniz.

Zira beklediğiniz eleştirileri alamamanız, ibrenin sizin tarafınızı gösterdiğini kanıtlar.

 
Gönderildi : 14/07/2011 8:50 pm
(@eraydinc)
Gönderi: 232
 

Bazen iyi niyetli insanlar iyi niyetli eleştiriler yaparken net ve kesinmiş gibi gözüken cümleler kurabilir. Böyle olunca eleştiri olduğuna inanmadığım bazı cümleleri aynı kesinlik ve netlikle cevapladığım doğrudur. Bazen ayar limitleri zorlayabilir.

Ama eleştirilmek benim için harika bir duygudur. Film çekmekten daha büyük haz alırım. Bunca yıl film çekerken eleştirilere hep önem vermişimdir.

Burda biz bize kısa filmciyiz. Biz bizeyiz. Birbirimizi görmeliyiz.

Teşekkürler

eraydinc.com
vimeo.com/eraydinc

 
Gönderildi : 14/07/2011 9:00 pm
 HHK
(@hhk)
Gönderi: 0
 

Cevapların çoğu bana geldi... 😛 Bu duruma ayrıca sevindiğimi belirtmek isterim.

Önce altyazı konusuna değinmek istiyorum. Yukarıdaki yazımda da ne demek istediğimi yeterince anlattım sanmıştım. Madem öyle bir de şöyle deniyelim.
Biz okuyamıyoruz çünkü henüz onlar gibi bir iletişim kurabilecek mertebeye yükselmiş insanlar değiliz.

Evet bu kısma bir şey demedim zaten. Bunu belirtmek için yazının karakterlerine bir şey demiyorum demiştim. Arka temadan gelen ışığı vurgulamaya çalışmıştım. Tamam okunmamasına yönelik verdiğinizi anlamıştık fakat bu okunmamazlığa başka şeylerin engel olmasına dokunmak istedim. Bize o yazının okunmasını engelleyen değil, yazının okumadığını gösteren bir ortam sunulması yönetmen ile seyirci arasındaki iletişim için gollük bir pas verirdi olarak düşünüyorum. Ki siz de zaten okunmadığını göstermek istemişiniz; ben de bunun tam olarak gerçekleşmediğini belirtmek istedim. Tabi bana göre...

11:07 için affınıza sığınıyorum. Zaman imleciyle o sahneyi izlediğim için farketmemişim. Tekrar affınıza sığınıyorum...

Fakat sıradanlık konusunda bence tartışmaya açılacak çok az öğe var. ''Film çok sıradan'' Eğer bu cümleye ikna olursam sinemayı bırakmak isterim.

Abi yapmayın ya lütfen böyle sözler söylemeyin. Kavga etmiyoruz ya da iddialaşmıyoruz ki. Bana HHK bir daha benim filmlerimi izleme ve yorumla deseydin bu kadar üzülmezdim. Böyle bir şeyi tayin edebilecek bir yükümlüğü nasıl ben de görüyorsunuz. Siz bu işin okulunu okumuşsunuz ve ben daha elime bir kamera bile almamışım. Bilmem kamera hangi eylemle video moduna girer. Anlamam. Forumda yaptığım yorumlar genelde demiyorum her zaman filmin anlatımına, içeriğine ve oyuncularına yönelik olmuştur. Arada bir, çok fazla emin olursam işin tekniğinde gördüklerimi yazarım. Bir film hakkında düşündüklerimin çoğunu yazarım. Yazarken de özen göstermeye gayret ederim, "bana göre", "diye düşünüyorum" vb sözlere. Zaten yazılanlar hep yazara göre değil midir ve yönetmene hizmet etmez mi? Ben çekmiş olduğum bir filmin her saniyesi hakkında konuşulmasını isterim. İyi ve kötü, aşırı ve sade... merak ederim. Ölürüm merakımdan. Bu yönde düşündüğüm için fikirlerimin çoğunu yazarım.

Keşke, yazdığım o kelimeyi karşılıklı tartışma açacak şekilde vurgulasaydınız. Ben yanılmışsam da çok şey kazanacaktım. Zaten buraya yazma amacım da bu, karşılıklı öğrenmek, hatalarımızı da görmek.

Yazıyı gönderecekken benim yazımdan önce yazılanları okuduktan sonra...

Hımmm.. Benim o dediğimi bir değerlendirme olarak değil çok farklı olarak karşılamışsınız. Peki, buna sebebiyet verdiğim için tekrar tekrar özür diliyorum.

- Şunu bir dene...
- Nedir bu?
- Tüm dualarının karşılığı diyebilirim.
Gia (1998)

 
Gönderildi : 14/07/2011 9:18 pm
(@eraydinc)
Gönderi: 232
 

Estafurullah. İyi niyetin için teşekkür ediyorum. Ve kırdıysam özür diliyorum. Eleştiri film çekmek kadar özgür bir haktır 🙂

Buyrun arkadaşlar, çekinmeyin sakın 🙂

eraydinc.com
vimeo.com/eraydinc

 
Gönderildi : 14/07/2011 9:46 pm
(@halostendap)
Gönderi: 4108
 

film kuş sesleriyle başladı,şehir gürültüsü ve onun kısılması şeklinde devam etti ki sessizliği duymak istemediğimiz seslerden arınıklık olarak tanımlamış olduk, harika..
karakterlerde ise durum biraz daha farklıydı, onlar anlaşamıyorlardır, sadece kendi aralarında da değil, hayatla da,
ne zaman ki anlaşmanın bir yolunu buldular keyf aldılar hayattan ve kendilerinden. tabi hayat sadece kendi dilini bulmaktan ibaret de değildi, bunu bozmaya çalışacak birileri de olacaktı.

filminden böyle bi şeyler anladım, hoşuma gitti, Allah hepimizin yardımcısı olsun şu hayatta da(zengin-fakir, bunu da önceki tartışmalar için diyorum 🙂 )

insta https://www.instagram.com/morehalityalcin

 
Gönderildi : 05/06/2012 10:53 pm
Sayfa 2 / 3
Paylaş: